
Çidem Ayözger Ergüvenç
Yerinde ve Zamanında
Bir şey yaparken bunu yapmanın yeri ve zamanı mı diye düşünmekte yarar var. Yanlış zamanda ve yanlış bir yerde gerçekleşen bir eylem çok iyi niyetle yapılsa da zaman zaman kötü sonuçlar doğurabiliyor. Bunların en dehşet verenlerinden biri de ben yaşadım. Eşim hiç beklenmedik bir zamanda ciddi bir kalp sorunu ile karşılaşmış, ben evdeyim. Hemen bana haber verildi; ayrıntıya girmek istemiyorum, bypass ameliyatına alındığında oğlum ve yakınlarımla birlikte ameliyathanenin önünde ecel terleri döküyorum. Ameliyat başladıktan sonra çeşitli görevliler, Allah razı olsun bize ameliyat sürecinin olumlu geçmekte olduğunu bildiriyordu. Sonra, aradan bana yıllar gibi gelen bir süre geçtikten sonra birden o dakikaya kadar hiç görmemiş olduğumuz bir görevli telâşla yanımıza gelip bize ameliyathane kapısını göstererek oradan uzaklaşmamızı söyledi, insanın aklına ne gelir? Umutsuzlukla hastabakıcının üzerine atlayıp neden uzaklaştırıldığımızı, eşime bir şey olup olmadığını sordum. Kem küm ederken başka bir takım insanlar yanımıza geldi; adam onlara yöneldi ve benim o anda algılamakta zorlandığım bir şeyler söyledi. Ben ise yalnızca bana eşim ile ilgili söylenecek sözlere odaklanmıştım. Bizimle birlikte bekleyen küçük eniştem hastabakıcıyı kenara çekip neden doğru dürüst ne olduğunu söylemediğini sorunca adamcağız, “Ben hanımı panik gördüm, bir de ölüyü çıkartmamıza tanık olup büsbütün siniri bozulmasın istedim” demez mi? Meğer içerdeki hastalardan biri ne acı ki yaşamını yitirmiş, dışarı çıkarılıyormuş. Sağ olsun beni korumak isterken bir kalp vakasına daha sebep olacaktı. Yanlış yerde, yanlış zamanda yapılmaya çalışılan bir iyilik.
Eşimin babasını anî bir ölümle kaybettik. İstanbul’da oturuyorlar, eşimle birlikte gece yarısı kalktık gittik. Oğlumuz Ankara’da kaldı, ortaokulda okuyor ve izleyen gün önemli bir sınavı var. O zamanlar Sabiha Gökçen’de havaalanı yok, o canım Yeşilköy Havaalanına indik; taksiyle Pendik’e gideceğiz. Şoför acar mı acar; bizi oradan oraya savuruyor, saatte yüz kırk kilometre hızın altına ender olarak düşüyor. Yol uzun. Yanımızda bir arkadaşımız da var ama ne onun ne eşimin sesi çıkmıyor. Böyle gidersek bir yerine sürücü ile birlikte beş cenaze kalkacak. Hemen öğürme taklidi yaparak, “Ay, Kusuyorum! Beni feci araba tuttu” diye haykırdım. Hızımız saatte yüz ona düştü, biz yolcuların zaten gülecek zamanı değildi ama indikten sonra bu olayı aramızda anımsayıp yine de gülüştük. Şimdi gelelim bu anekdotu anlatmamın esas öyküsüne.
Oğlum izleyen gün okuldan çıkınca uçağa atladı, yanımıza geldi. Çok sevdiği dedelerinin ikincisini de kaybetmiş olmak onu sarsmıştı.
Camide cenaze namazı kılınırken oğlumu da saf tutmaya gönderdim, ne olsa yıllardır din dersi alıyordu, ne yapacağını bilir zannettim. Meğer bilmiyormuş; babasına, arkadaşlarımıza sormuş, onlar da pek bir şey bilmedikleri için olsa gerek hoca ne yaparsa onu yapmasını söylemişler.
Cenaze namazı başlarken hoca “Allah-u Ekber” deyince hemen ardından ergenlik yüzünden çatlamış ve zaten yüksek volümlü (Bu sözcüğü kullandığım için özür dilerim; asla güzelim Türkçeme kıyamam ama yüksek hacimli demek bana uygun gelmedi, başka da çevirisini bulamadım.)olan sesiyle o da “Allah-u Ekber” diye haykırınca, Kaan hiç bir şeyin farkında değilken babası dâhil tüm yakınlarımız Lâz oyunu oynar gibi omuzlarını titretmeğe başladılar. Hepsi içten içe attıkları kahkahalarla boğuşuyordu. Doğru yerde, doğru zamanda ancak yanlış kişi tarafından çığırılan bir Allah-u Ekber çığlığı.
Şimdi de sıra doğru zamanda, doğru yerde yapılan yanlış iş. Yine dinsel bir ortam. Babamı kaybetmişiz, annem elli ikinci gün duasını gerçekleştiriyor. Aile bireyleri ve bir, iki yakın dostumuz duaya katılmakta. Dua başladı, sevgili okul arkadaşım Seren hemen sonra geldi, bir yer bulup oturmasıyla başının açık olduğunu fark etti. Hemen mutfağa bir örtü aramaya gitti, bulamayınca eline geçen önlüğü kaptı; bağcıkları iki yanından sarkarak başına geçirip yerine oturunca başta anneciğim, hepimizin gülmesi tuttu. Bu kez hoca dışında herkes Lâz oyununa başladı, omuzlar titrek, insanlar yanaklarını ısırarak tuhaf bir yüz ifadesiyle duayı izledi. Doğru zamanda, doğru yerde ama sanki bir komedi. Sırası gelmişken belirteyim dedim, ben hiçbir dinsel ortamda başımı örtmem. Birincisi saçlarımı cinsel cazibe unsuru olarak kabul etmem, ikincisi ve daha önemlisi insanlar arasındaki eşitsizliği öne çıkarıyor gibi hissederim.
Hastalarla görüşürken onların durumlarına göre avutucu sözcükler bulmaya çalışmak gerekir. Artık sayılı günleri olduğunu sizin de hastaların da bildikleri durumlarda onlara gelecek ile ilgili vaatlerde bulunmak hem çok yapaydır hem de asla inandırıcı olamaz. Böyle durumlarda seçilecek sözcüklere çok özen göstermek gerekir. Örneğin birlikte yaşamış olduğunuz bir anıyı anlatmak, izleyen gün çok daha iyi olacakları varsayımından daha yararlı olabilir. Hasta ile empati kurmak gerekir yoksa yanlış yerde, yanlış zamanda ve en acıklısı yanlış insana sesleniyor durumunda kalırsınız.
Kanımca kekemelerin cümlelerini tamamlamak da hem zamanlama, hem yer, hem de kişi açısından yanlıştır. Prematüre değilseniz bırakın ne söyleyecekse kendi söylesin… Yanımda bir araba durdu, şoför koltuğunda oturan bey bana bir yol sordu, sağımı solumu hâlâ bilmem, elimle gidecekleri yönü gösterip hangi doğrultu olduğunu çıkarmaya çalışırken tıslamaya başladım. Sürekli ssssss dedikten sonra arka koltukta oturan hanım, “a a a ayolll buu ben dden de beter vavru ccc cak” demez mi? Haklı olarak beni de kekeme sanmıştı.
Yıllar önce şimdi oturmakta olduğumuz evin inşaatı bitti, taşındık. Yakın bir dostumuzun yapmış olduğu bir apartman. Salonumuzda bir de şömine var. Arkadaşlarımı davet ettim. Mevsim sonbahar; inşaat yeni bitmiş doğal olarak bina soğuk. Dostlarımız üşümesin diye eşim şömineyi yakmaya kalktı. Binanın müteahhidi olan arkadaşımız Ankara’nın en iyi şöminecisine yaptırmış olduğu şömine ile pek de övünmüştü. Odunlar yerleştirilmiş, ızgarası, kafesi tamam; kürek, süpürge falan ferforjecide yaptırılmış. Pek havalıyız. Şömine hafiften yanmaya başlayınca ortalık biraz duman oldu. Ben eşimi bu işten vazgeçmesi için uyardıysam da birazdan dumanın geçeceğini söyleyerek ısrar etti. Ortalıkta kurumlar uçuşuyor ve sevgili müşterek bir arkadaşımız gözlerinde de lens olduğu için kanlı yaşlar akıtıyor ve Cengiz’i kırmamak için fazla duman olmadığını neredeyse ağlamaktan hıçkırarak belirtiyor. Sonunda şömineyi söndürdük. Ertesi gün ben saatlerce kadife perdelere yapışan kurumları elektrik süpürgesi ile temizledim. Doğru zamanda, doğru yerde ne yazık ki bir müteahhit kazığı!
Benim şimdilik aklıma gelenler bunlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.