
Metin Külünk
Kutlu Günün Gecesinde Merhaba
TÜSİAD ve SERMAYA NEDEN RAHATSIZ
NEDEN SAYUN ERDOĞANDAN RAHATSZILAR?
Hafızalarımızı Güncelleyelim Türkiye’de küresel elitlerin nüfuz alanlarını genişletme süreci ve bu elitlerin, özellikle finans kapitalin içerideki müttefiklerinin güç kazanması, 28 Ocak 1980 kararlarına kadar uzanır. Bu kararlarla birlikte, neoliberal politikalar devreye sokularak küresel finans kapitalin Türkiye'ye entegrasyonu hızlanmıştır. Ancak bu sürecin başarıya ulaşabilmesi için, küçük esnaf, işçi ve emekçi sınıfların ekonomik ve sosyal etkinliklerinin kırılması gerekiyordu.
Bu doğrultuda Türkiye’nin gümrük duvarları kaldırılmış, devlet serbest piyasa ekonomisinin dayattığı yeni paradigmalara uyum sağlayarak üretim ve yatırımdan çekilmiştir. Böylece girişimci devlet anlayışı tasfiye edilerek ekonomik hegemonya büyük sermaye gruplarına devredilmiştir.
Özellikle Tepebaşı lobisi ve Boğaziçi merkezli sermaye grupları, küresel finans elitleriyle geliştirdikleri aracılık ilişkileri sayesinde Türkiye ekonomisini, borsa ve finans piyasalarını yönlendirebilir bir konuma taşımıştır. Ancak bu dönüşümün tamamlanabilmesi için, toplumsal direncin kırılması ve siyasi yapının yeniden dizayn edilmesi gerekiyordu. Bu bağlamda 12 Eylül Darbesi kaçınılmaz bir araç olarak kullanıldı.
Darbeye Zemin Hazırlama Süreci
Bir darbenin meşruiyet kazanması için toplumun belli bir psikolojik eşiğe itilmesi gereklidir. 12 Eylül öncesinde, sağ-sol çatışmalarının bilinçli bir şekilde körüklenmesi neticesinde Türkiye'nin gençleri birbirine düşman hale getirilmiş, sokaklara korku ve güvensizlik hâkim kılınmıştır. Böylece, "Sivil siyaset bu krizi çözemiyor, dolayısıyla asker müdahale etmeli" algısı toplumda derinlemesine işlenmiştir.
Ancak bu sürecin arkasındaki temel motivasyon, yalnızca bir hükümet değişikliğini değil, Türkiye’de devletin asli aktör olma kapasitesinin sınırlandırılmasını ve devletin üzerinde konumlandırılmış küresel bir güç mimarisinin tahkim edilmesini amaçlamaktaydı.
TÜSİAD ve Dindar Sermaye Elitleri
Günümüzde hukuk karşısında hesap vermeye çağrılan TÜSİAD’ın arkasındaki entelektüel ve finansal zemin, dindar kimlikli sermaye elitleriyle birlikte sarsılmıştır. Aynı zamanda, Rekabet Kurumu’nun harekete geçmesi gecikmiş olsa da sistemdeki tekelleşme eğilimlerine karşı önemli bir adım teşkil etmektedir.
Bir tarafta sosyal kaygıları merkeze alan ancak kendisini devletin üstünde gören seçkinci elitler; diğer tarafta Maun Suresi’ndeki "miskin ayetine" muhatap olan, fakat dindar söylem üzerinden ekonomik iktidarlarını pekiştiren sermaye grupları mevcuttu. Ancak her iki grup da özünde devleti, siyaseti ve toplumu kendi ekonomik menfaatleri doğrultusunda şekillendirmek istemekteydi.
Bugün, küresel finansal sistemin ve devlet içindeki nüfuzlarının gerilemesi karşısında gösterdikleri reaksiyon, bu yapıların sahip oldukları konfor alanlarının kaybına karşı bir tepki niteliğindedir.
Tarihi Hafızamızı Güncelleyelim
Buradan TSE’ye şu soruyu yöneltelim:
Merhum Turgut Özal döneminden itibaren, devletin Kamu İktisadi Teşebbüslerini (KİT’leri) ve kamu varlıklarını özelleştirmesi sürecinde, büyük sermaye grupları bu fırsatları değerlendirerek tekelleşirken hiçbir eleştiri yöneltilmiyordu.
AK Parti iktidarının ilk döneminde, neoliberal ekonomi politikalarının devam ettirilmesi ve TÜPRAŞ, TEKEL, SEKA gibi stratejik kuruluşların özelleştirilmesi sırasında Erdoğan, bu çevreler için "rasyonel bir aktör" olarak görülüyordu.
Ancak, Gezi kalkışmasıyla birlikte ve IMF ile borç ilişkisi sona erdiğinde, Erdoğan aniden "uyumsuz" ve "tehditkâr" bir figür olarak lanse edilmeye başlandı. Peki, bu değişimin nedeni neydi?
Erdoğan, küresel elitlerin tek dünya devleti modeline karşı çıktığı için mi statükonun dışında bir aktör ilan edildi?
Bugün Erdoğan ekonomik bir seferberlik çağrısı yapsa, acaba bu sermaye çevrelerinden bir karşılık gelir mi? Veya soruyu şöyle soralım. Nasıl bir karşılık gelir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.