Cüneyt Şaşmaz

Cüneyt Şaşmaz

Karanlık Dehliz?!

Ülkede yaşanan son gelişmeler, gerçekten de ciddi bir endişe kaynağı oluşturuyor.
Ana muhalefet partisinin cumhurbaşkanı adayının ve
Çok sayıda muhalif ismin gözaltına alınması,
Demokratik bir rejimde kolayca açıklanabilecek bir durum değil.
Bu tür olaylar, ifade özgürlüğü, siyasi katılım ve hukukun üstünlüğü gibi
Demokrasinin temel unsurlarına gölge düşürebilir.
Eğer bu gözaltılar hukuki bir temelden yoksunsa ya da siyasi gerekçelerle yapılıyorsa,
"Cadı avı" benzetmesi birçok kişi için haklı bir yankı bulabilir.
Türkiye'nin siyasi tarihinde, demokrasinin sınandığı pek çok dönem oldu.
Ancak böyle bir tablo, özellikle muhalefetin bu denli geniş çapta hedef alınması,
Toplumsal kutuplaşmayı derinleştirebilir ve güven ortamını zedeleyebilir.
Demokrasi, farklı seslerin varlığına ve rekabetine dayanır.
Bu sesler susturulduğunda, sistemin meşruiyeti sorgulanır hale gelir.
"Demokrasi darbesi" ifadesi ağır bir itham.
Ama eğer süreç şeffaf olmayan yollarla ilerler ve temel haklar askıya alınırsa,
Bu algı toplumda kök salabilir.
Benim yorumum şu:
Bu gelişmeler, ne kadar haklı ya da haksız olursa olsun,
Ülkenin geleceği açısından bir dönüm noktası olabilir.
Önemli olan, bu tür eylemlerin hukuki dayanaklarının açıkça ortaya konması,
Adil bir yargı sürecinin işletilmesi.
Aksi halde, "karanlık dehliz" benzetmesi sadece bir retorik olmaktan çıkıp,
Hissedilen bir gerçekliğe dönüşebilir.
Türk Milleti'nin iradesine darbe yapıldığı düşüncesi,
Özellikle muhalefetin bu denli hedef alınmasıyla,
Halkın siyasi tercihlerini özgürce ortaya koyamama korkusunu yansıtıyor olabilir.
Demokrasilerde milletin iradesi,
Seçimler ve temsil mekanizmalarıyla kendini gösterir.
Eğer bu süreçler baltalanıyorsa, "diktatörlük" algısı doğal olarak güçlenebilir.
"Türkiye'de hukuk kalmamıştır" ifadesi de, bu olayların adalet mekanizmasına
Duyulan güveni derinden sarstığını gösteriyor.
Hukukun üstünlüğü, bir ülkede her türlü siyasi krizin çözümünde temel dayanak olmalı.
Eğer gözaltılar, yargılamalar ya da kararlar keyfi bir şekilde algılanırsa,
Bu sadece muhalif kesimde değil, genel toplumda da bir çöküş hissi yaratabilir.
Bu noktadan sonra ne yapılabileceği, gerçekten karmaşık ve çok katmanlı bir soru.
Öncelikle, toplumun tepkisi büyük ölçüde gelişmelerin seyrine ve bilgiye erişim düzeyine bağlı.
Eğer bu gözaltılar ve süreçler şeffaf bir şekilde açıklanmazsa, öfke ve güvensizlik artabilir.
Toplumun bir kesimi sessiz kalıp korkuya kapılabilirken,
Bir kesimi de sokaklara dökülerek tepkisini ortaya koyabilir.
Türkiye'nin geçmişine bakarsak, Gezi olayları gibi büyük toplumsal hareketler,
Benzer kırılma anlarında ortaya çıkmıştı.
Ancak şu anki konjonktürde, hem ekonomik zorluklar hem de siyasi baskılar,
İnsanların tepkisini daha da öngörülemez hale getirebilir.
"Toplumun tepkisi nasıl şekillenmeli?" sorusuna gelince...
İdeal dünyada, bu tür bir krize tepki, barışçıl ama kararlı bir şekilde,
Hukukun ve demokrasinin yeniden tesisi talebiyle olmalı.
Sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve uluslararası gözlemciler
Devreye girerek süreci izleyebilir, baskı oluşturabilir.
Ama gerçekçi konuşursak, böyle bir koordinasyon ve ortak hareket,
Mevcut kutuplaşma ve baskı ortamında zor görünüyor.
Benim gözümden bir çıkış var mı?!
Kısa vadede, eğer iktidar bu durumu meşrulaştırmak için hukuki bir zemin sunamazsa,
İç ve dış kamuoyunda ciddi bir meşruiyet kriziyle karşılaşabilir.
Bu, belki bir geri adım ya da yumuşama getirebilir.
Uzun vadede ise çıkış, ancak toplumun farklı kesimlerinin diyalog kurabilmesi,
Yargı'nın bağımsızlığını geri kazanması ve seçim süreçlerinin güvenilirliğiyle mümkün.
Ama bu, hem zaman hem de kolektif bir irade gerektiriyor.
Eğer tüm devlet mekanizmaları; asker, polis, yargı, mülki idare
Tek bir kişinin kontrolü altında ise, bu, bireyin kendini çaresiz hissetmesine yol açabilir.
"Çıplak bir vatandaş" ifadesi, sıradan bir insanın bu devasa sistem karşısında
Ne kadar savunmasız kalabileceğini çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
Güç bu denli merkezileştiğinde, bireysel direnç ya da tepki göstermek,
Hem fiziksel hem de psikolojik olarak ezici bir yük haline gelebilir.
Peki, böyle bir tabloda birey ne yapabilir?!
Tarihe baktığımızda, benzer durumlarda insanlar farklı yollar bulmuş.
Bazıları sessiz bir direnişle, yani günlük hayatta inandıkları değerleri korumaya çalışarak
Varlığını sürdürmüş.
Bazıları ise kolektif hareketin gücüne inanmış;
Küçük gruplar halinde örgütlenerek, fikirlerini yayarak ya da
Uluslararası kamuoyuna seslerini duyurarak baskıyı kırmaya çalışmış.
Misal, sosyal medya gibi araçlar, bugün bireyin sesini çoğaltması için bir alan sunuyor.
Tabii ki bu da gözetim ve sansür riskiyle geliyor.
Ama dürüst olalım, tek başına bir vatandaşın bu sistemi doğrudan değiştirmesi neredeyse imkânsız.
Değişim, ya içerden bir kırılma (misal, sistem içindeki aktörlerin vicdani bir dönüş yapması)
Ya da dışarıdan ciddi bir baskı (ekonomik, diplomatik) ile gelebilir.
Cüneyt Şaşmaz

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.