Şevket Bülent Yahnici

Şevket Bülent Yahnici

Geçiniz Kararnameyi, Genelge İle Yönetilir Olduk

Bu ülke, Cumhuriyetin kurulduğu 1923’ten beri gerek Anayasası gerekse bu anayasalara dayalı hukuki düzenlemeler konusunda muhtelif dönemler ve dolayısıyla değişiklikler yasadı.

1923'te Cumhuriyeti kuran KURTULUS VE KURULUS iradesi, bu iradenin ortaya konulduğu 23 Nisan 1920'de açılan Meclis ile birlikte gerçekleştirilmeye başlanan ve Cumhuriyetin ilk Anayasası ile de perçinlenecek bir hukuk düzeni tesis etti.

Tek partili sistemden çok partili sisteme geçiş olayının yaşandığı yılları ilk büyük hukuki değişiklik dönemi olarak yaşadık. 60 ihtilali ile birlikte bir müdahale ve bu müdahale şartlarının oluşturduğu ortamın getirdiği yeni hukuki dönem yaşandı.

10 sene sonra beraberinde getireceği hukuki müdahalenin de yaşanacağı 12 Mart, hayatımıza girdi. 12 Mart, belki toptancı bir hukuk değişikliği sebebi olmadı ama, yine de hukuk hayatımız açısından önemli değişikliklerin yaşandığı bir dönem oldu.

Sonrası... Sonrasında da geldik, meşhur 12 Eylül'e... 12 Eylül, Devlet, toplum, hukuk hayatımıza öyle bir girdi ki, 12 Eylül'ün getirip ortaya bıraktığı hukuki/kanuni tahribat aradan geçen onca seneye rağmen silinip temizlenemedi.

12 Eylül donemi diyebileceğimiz çok uzun yıllar süren hukuki sürecin en önemli özelliklerinden birisini hukuk düzenimizi alt üst eden ve Milli Güvenlik Konseyi dediğimiz ve beş adamın karar ve iradesine dayalı bir sistemin izlerinin yaşama hayatımızdan çok uzun süre silinememiş olması gerçeğidir.

An geldi, beş adam "kabul" dedi adı "yaşama" oldu; an geldi beş adam karar verdi uygulanır oldu. Bu beş adam dedi ki, bizim dediklerimiz, yaptığımız işler sorgulanamaz, yargılanamaz...  Yıllarca da sorgulayamadık, yargılayamadık öyle olmadı mı?

Anayasaya hüküm koyduk ki, (geçici madde) 12 Eylül hukuk sisteminin getirdiklerini sorgulamak, yargılamak mümkün değildir, dedik... 2356 sayılı kanunla kurulu Milli Güvenlik Konseyine ve uygulamalarına öylesine bir hukuki koruma kalkanı (Anayasanın yıllarca değiştirilemeyen meşhur geçici 15. maddesi) giydirdik ki, kararlarından, yaptıklarından sorumsuz saydık; hukuken, mali ve cezai olarak sorumsuzdurlar dedik; aleyhlerine yargıya gitmek de mümkün değildir dedik.

Bu iş yıllar, ama yıllar boyu devam etti. Yahu, böyle bir iş olmaz, dünyanın hiçbir yerinde de benzer bir durum söz konusu değildir, buna bir el atıp durumu değiştirelim dediğimizde ise iş işten çoktan geçmiş; atı alan Üsküdar üzerinden (!) Karacaahmet yolunu çoktan tutmuştu.

Garip milletiz, vesselam...

Bu hercümerç içerisinde devlet ve toplum hayatimiz, hukuk ve yasama noktasında gerçekten de dünyada eşi menendi olmayan bir hali yaşamış oldu. Yüzlerce kanun, karar, hukuki düzenleme, belki binlerle tüzük, yönetmelik yukardaki geçici maddenin koruma sınırlarına girmiş oldu ve denetimden uzak, sorumsuz, yargı yolu kapalı bir hukuk ve yasama (elbette yürütme) dönemi yasanmış oldu. Şimdi, 12 Eylül'den kırk seneyi aşmakta olan bir zaman geçtikten sonra bendenizin bunları yazıyor olması ve bu konuları hatırlatmam tuhaf gelebilir... Hatta neler yaşandığını hatırlayabilemezsiniz bile... Ama bir ihtilalin getirdiği hukuk tuhaflığını geride bıraktığımız kırk yılın neredeyse otuzbeş seneden fazlasında yasamış olmamız ve bu hali içimize sindirerek yaşamayı becermiş olmamız tuhaflıkların en büyüğü değil midir? Bir toplumun kendisini böyle büyük bir hukuksuzluğa, adaletsizliğe, demokrat olmayan, hatta haysiyet kırıcı tavra, bile bile kendi eliyle mahkum etmesi dünyada benzeri olmaz bir garabet olmuştur.

İste, böylesi bir hukuki ortam yaşanırken ve yasama hayatımız bir ihtilalin getirdiği Anayasaya, ihtilalin gerçekleştirenler tarafından konulan (sözde geçici!) bir maddeye mahkum edilir ve kırk seneye yakın bir süre bu ayıp temizlenememişken ülkede bir başka hukuk garabeti de, aslında bu halin tabii neticesi olarak yaşanmıştır. O da, yapılan Anayasa değişiklikleri, kanuni düzenlemeler vs. ile ülkenin adeta kararnameler cenneti haline getirilmiş olmasıdır. Acil ve zaruri hallerde hükümetlere kararname çıkartma yetkisi verildi. Denildi ki, devlet ve toplum hayatında öyle konular ve işler var ki, bunların beklemeye, gecikmeye tahammülü yoktur...

O zaman ne lazım? Parlamento sureci acil/zaruri iş ve konular için geciktirici bir faktör teşkil etmektedir. Onun için hükümetler böyle konuları kararnamelerle hemen /acele/ kolayca düzenleyiversin; daha sonra bunlar parlamentoya getirilir, yasalastırılır, yasalasır... Herşey böyle başladı. Aylar, yıllar geçse de bu yasalaştırma işlemi yapılmayan dosyalar kabardıkça kabardı. Kararnameler çıkarıldı, resmi gazetede yayınlandı, yürürlüğe girdi, aylarca, yıllarca uygulandı ve fakat bir türlü meclise getirilip yasama prosedürü işletilmedi. O konu ve konular (artık her neyse) yasalaşmadan uygulamanın devam ettiği durum ve işler halinde günlük hayatımızda yer almıs/bulmuş oldu.

KANUNLARLA DEGIL, KARARNAMELERLE IDARE EDILIR OLMUSTUK... Hani literatürde "kanun devleti" lafı vardır ya... Biz adeta "kararname devleti" oluyorduk. Bu laflarımın bir abartı olduğunu düşünmüyorum.

Geldik 2017 Anayasa değişikliklerine... Yetki devirleri yasandı. Cumhuriyeti kurduğumuz günlerden beri yargı, yürütme ve yasamayı mümkün olduğunca ayrı tutmaya çalışan; "kuvvetler ayrılığı ilkesini" demokratik hayatin ve parlamenter sistemin erişmeyi hedef haline getirdiği ideal olarak gören rejimi adeta tepetaklak ettik. Yetkileri "tek" yere topladık. "Kuvvetler birliği ilkesine" geçtik.

Adına Cumhurbaskanlığı Hükümet Sistemi dedik... Dünyada eşi bulunmayan bir sistem icat ettik. Neyimiz ne kadar "yerli ve millidir?" onu bilemem ama 2017’den bu tarafa örneği, eşi, benzeri olmayan bir yönetime sahip olduğumuz tartışmasızdır. Dünya hukuk, demokrasi, yönetim tarihi yazılırken bu bizim sisteme özel yer ayrılacağı kesindir.

İste bütün bu halin ve ortamın getirdiği tabii bir neticeyi de, adeta HALIN ICABI OLARAK yaşıyoruz.

Hani yukarda bahsettik ya, kararnamelerle yönetilen devlet, kararname devleti vb. Artık oradan da yeni bir safhaya geçmiş; daha doğrusu atlamış bulunuyoruz. ARTIK GENELGELERLE YONETILIYORUZ.GENELGE DEVLETI olduk. 

Aklıma hukuk fakültesinde okuduğumuz Avusturyalı hukukçu Kelsen'in NORMLAR PRAMİDİ geliyor. Hukuk pramiti en altta tüzük ve yönetmeliklerle başlayan; arada bunların gücünü ve kaynağını buldukları kanunların bulunduğu; en üstte kanunların dayanağı anayasaların yer aldığı konik yapı... Bu yapıda kanunlar anayasalara, tüzük ve yönetmelikler ilgili kanunlara uygunluk arz eder. Anayasalar üstünde ise o anayasayı doğuran güç/irade/egemen tavır yer alır.

Koniğin sivrisinde anayasa mi, genelge mi var?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.