REHAVET OLMASIN ZOR GÜNLER HENÜZ BİTMEDİ

Berat Onur

2019 yılına girerken Türkiye ekonomisindeki riskler ve fırsatlar, küresel piyasalardaki gelişmeler ışığında değişkenlik göstermektedir.

 

Hatırlayalım, geçtiğimiz dönemde döviz kurlarındaki aşırı oynaklığın temel nedenleri nelerdi? Cari açık, özel sektör borcu, merkez bankasının bağımsızlığına dönük endişeler ve yüksek işsizlik gibi yapısal sorunların üstüne ABD ile yaşanan politik gerginliğin, Türkiye’nin “çok riskli ülke” olduğu algısına yol açmasıydı. Sonuç olarak ülkeden önemli bir para çıkışı yapan yabancıların döviz talebi fiyatları yukarı çekti.

 

Yılın sonuna yaklaşırken kağıt üstünde olumlu görünen bazı göstergelerin bizi yanıltmaması gerektiğini belirtmek lazım. Yaz aylarından farklı olarak küresel piyasalardaki risk durumunun da aşırı yükseldiği ve Türkiye’nin hala riskli ülkeler arasında algılandığını unutarak rehavete kapılmak çok büyük hata olacaktır.

 

Bizi yanıltmaması gereken ve rehavete neden olma riski olan göstergeler nelerdir?

 

Birincisi cari açıktır. Döviz fiyatının yaz aylarındaki zirve noktasından bugünkü seviyelere gerilemiş olmasının arkasında cari açığın düşmesi dışında anlamlı bir yapısal iyileşmeden bahsetmek zor. Kaldı ki, cari açığın düşmesi ithal ara malların ikamesinin yurt içinde üretilir hale gelmesi gibi bir yapısal düzeltmeyle gerçekleşmiyor. Veriler ışığında bakınca cari açığın azalmasında dışarıdan giren ve “net hata noksan” ile açıklanan para girişi önemli bir etken. İthal mal stoğunun azalması da geçici bir cari açık düşmesine neden olmaktadır. Yani cari açık tarafında rahatlayabiliriz diyebileceğimiz sağlıklı bir düşmeden bahsedemiyoruz. YEP’de sıkça bahsedilen ithal ara malların ikamesi konusunda nasıl bir yol alındığı ise kamuoyu ve yatırımcılar ile paylaşılmalıdır.

 

İkincisi enflasyondur. Kasım ayında %21 seviyelerine gerileyen enflasyonu bazı iktisatçıların “zoru atlattık” diye yorumlaması tam da “rehavete “ davetiye çıkarır cinstendir. Türkiye’de enflasyon hala çok yüksektir. Dünya sıralamasında en yüksek enflasyon oranına sahip ülkelerden biri olmamıza rağmen büyüme rakamı son çeyrekte piyasa beklentisinin altında gerçekleşmiştir. Yüksek enflasyon ve düşük büyüme asıl rehavete değil teyakkuza geçmeyi gerektirir. YEP hedeflerinden de sapma anlamına gelen son çeyrek büyüme rakamı ışığında ileriye dönük ne tür önlemler alındığı paylaşılmalıdır.

 

Üçüncüsü döviz fiyatıdır. Amerikan dolarının 7 TL’nin üstünü devirdiği dönemde genel psikoloji fiyatın 10 seviyelerini zorlayacağı gibi bir panik durumu ortaya koyuyordu. Ben o zamanlar Türkiye’nin gerçek değerinin bu fiyatlamayı hak etmediğini yazmıştım. Paniğe kapılmadan ülke olarak “algı” konusunda hepimize görevler düşüyor demiştim. Neyse ki, korkulan senaryo olmadı. Bugün dolar kurunun 5.30 seviyelerine düşmüş olmasını zafer havasında karşılamak da hatalı olacaktır.  Öncelikle döviz kuru ile faiz oranlarının arasındaki ilişkiyi gözardı edemeyiz. Merkez Bankası’nın gecikmiş de olsa faiz silahını çekmesi önemli ölçüde dövizdeki ateşin sönmesini sağlamıştır. ABD ile yaşanan politik gerginliğin hafiflemesi de başka önemli bir etken olmuştur. Faiz tarafında Merkez Bankası’nın parasal sıkı duruşa devam edileceği yönündeki adımları, dövizin tekrar yükselmesini baskılarken, bölgesel politik risklerin ABD veya AB ile her an başka bir politik gerginliğe yol açma ihtimali vardır. Merkez Bankası’nın bağımsız para politikası ile sıkı duruşunu devam ettirmesi bu açıdan önemlidir.

 

Liste daha da uzayabilir ama yukarıdaki üç ana başlıkta bile rehavete kapılmanın ne denli tehlikeli olduğu aşikardır. Bunların ötesinde küresel piyasalarda ortaya çıkan riskleri de ortaya koyarsak zor günlerin kapıda olduğu bilinciyle tasarruf odaklı olmak ve daha az ithalata bağımlı üretim ve büyüme stratejisinin hayata geçmesi kritik önem taşıyor.  İnşaat sektörünün yeniden canlandırılması çabaları hala yeni arazilerde konut üretim projelerine odaklanmaktadır. Yapılması gereken asıl mevcut deprem riski taşıyan konutların dönüştürülmesine yönelik finansal araçların ve mevzuatın etkinleştirilmesidir.

 

Yurt dışında ise küresel ticaret ve gümrük savaşları ile başlayan riskli görünüm İtalya’daki bütçe krizi, Fransa ve diğer bazı AB ülkelerindeki toplumsal hareketlenmeler ile daha da kırılgan hale geldi. Bütün bunların üstüne Orta Doğu ve Karadeniz’de tırmanan gerginlikler küresel yatırım iştahını iyice azaltmaktadır.  AB Merkez Bankası’nın parasal genişlemeye son vereceğini açıklaması Amerikan dolarının yanı sıra Euro’nun da gelişmekte olan ülke para birimlerine karşı değerleneceği bir dönemi işaret ediyor.

 

Bu bakımdan Türkiye olarak kendi içimizdeki yapısal ekonomik risklerin yanı sıra küresel bozulmaların da yapabileceği tahribatı iyi hesap ederek rehavete düşmekten uzak durmalıyız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.