Doğan Satmış

Doğan Satmış

Mona Lisa kuyruğu ve Türkiye’nin kültür-sanat yoksulluğunun kaynakları

Geçenlerde bir TÜİK araştırması vardı. Türkiye’de gazete-dergi ekonomisi küçülmüş ama genel olarak kültüre harcanan para artmış diye. 

Sevindirici ama yetersiz bir gelişme.

Çünkü Türkiye’nin kültür ve sanatta kat edeceği çok uzun bir mesafe var. 

Neden mi? 

Gelin biraz bakalım.

Dünyanın en büyük sanat müzesi Paris’teki Louvre Müzesi’dir. 

Müze 73 bin metrekare alanda, 350 binden fazla esere sahiptir. (Büyüklüğünü anlatmak için 10 futbol sahasından büyük diyelim.)

Ancak tarihi iki asrı aşan Louvre Müzesi’nde öyle bir eser vardır ki, gelen ziyaretçilerin tümü önce bunu görmek için dakikalarca kuyrukta beklerler.

Bu eser, 77*53 cm ebatlarında, çok büyük olmayan bir tablodur: Mona Lisa.

Usta Leonardo da Vinci bu eseri 1503 yılında yaptı. Eser 1797 yılından beri Louvre Müzesi’nde sergileniyor. 

Bu tablo o denli önemli ve ilgi gören bir tablodur ki, Louvre Müzesi’ne gelen binlerce kişi, önce bu tablonun olduğu salona alınır. Burada, bir iki dakika tabloya bakmalarına izin verilir, sonra da adeta ite-kaka salondan çıkarılır. Bu tabloyu gördükten sonra müzede dolaşmak için zaman sınırı kalmaz, 73 bin metrekarelik koridorlarda isterseniz tam bir günü geçirebilirsiniz. 

Louvre Müzesi ile ilgili bir bilgi daha vereyim. Danışmada size Türkçe yardım edecek Türk kökenli görevliler bile vardır. Giriş ücreti ise 17 Euro yani 100 TL civarındadır. 

Yani bundan 516 yıl önce yapılan bir tablo Paris’in dünyanın en çok turist çeken kent olmasının en büyük faktörlerinden biridir.

Peki Paris bir tablo ile bu kadar değerliyken, Türkiye’nin veya İstanbul’un resimle, resim sanatıyla, heykelle, romanla, yazı çiziyle ilgisi nasıldır?

İşte bu sorunun cevabı, bu toprakların kültür-sanat yoksulluğunun ipuçlarını verebilir bize.

***

Elimde ülkemizin sayılı entelektüellerinden Prof. Hasan Bülent Kahraman’ın “Türkiye’de Görsel Bilincin Oluşumu” adlı kitabı var. Bir gezi nedeniyle uçakla Diyarbakır’a gidip dönerken kitabın neredeyse bitirdim. Diyarbakır’ı özellikle belirtiyorum. Çünkü bu kentimiz Türkiye’nin “Algısı en kötü” illerinden biri ve yoksulluğun en çok yaşandığı yoğun bir nüfusa sahip. İnsanların kültür ve sanatla bağı, “açlık” gibi yaşamsal önceliklerin altında ezilmiş durumda. Böyle olunca da “din” ve “kimlik” motifleri, öteki tüm faaliyetleri bastıracak etkilere sahip. Atılan her adım ya bir “Dinsel” ya da bir “Kimliksel” hassasiyete çarpıyor.

Dönelim kitaba. 

Hasan Bülent Kahraman’ın kitabında, Türkiye’nin kültür-sanat faaliyetlerine ilişkin çok ilginç ayrıntılar yer alıyor.
Osmanlılarda ilk kitap 1729’da yani matbaanın icadından yaklaşık üç yüzyıl sonra basıldı.

Osmanlılar’da bir dizi reform yapma düşüncesi ile tahta çıkan ilk Padişah 3. Selim tesadüf eseri Fransız Devrimi’nin yaşandığı yılda yani 1789’da çıktı. Ama giriştiği reformlar 3. Selim’in sonunu getirdi, sopayla dövülerek ve şişlenerek öldürüldü.

Devlet dairelerine resmini astıran ilk Padişah 1808 ile 1839 yılları arasında tahtta oturan 2. Mahmut oldu.
Sistemli eğitimin verildiği ilk ve orta dereceli okullar bu dönemde açıldı.

İhtiyacı karşılamak için tıbbiye öğrencileri ilk kez Avrupa’ya eğitime 1827’de gönderildi.

Roman Osmanlılara önce çeviriyle girdi. İlk çeviri 1859’de yayımlandı. Bu François Fenelon’un ‘Telemaque’ romanıydı. Osmanlılar tercüme romanı ilk duyduklarında dünya asırlardır roman okuyordu.

Osmanlılar’da ilk yerli roman 1872’de yayımlandı. 

İlk heykel ise bir yıl önce 1871’de sipariş edildi ve yerine konuldu.

1861 ile 1876 arasında tahtta oturan Sultan Abdülaziz’a kadar hiçbir padişah yurtdışına çıkmadı, dünyayı gezip görmedi. 

İlk Türkçe gazete 1860’ta yayımlanan Tercüman’ı Ahval oldu. Bu gazete çıktığında Avrupa’da gazeteler iki buçuk asırlık olmuştu bile…

İlk resim sergisi ise 1873 yılında Şeker Ahmet Paşa tarafından açıldı. Ressam Şeker Ahmet Paşa 1864 yılında resim eğitimi için Paris’e gönderilmişti ve Sultan Abdülaziz Paris ziyareti sırasında kendisiyle karşılaşınca resim sergisini fikrini iletti. Bildiğiniz gibi Sultan Abdülaziz de öldürülerek tahttan indirildi.

İlk anayasa 1876’da kabul edildi ve seçimler yapıldı ve Meclis ertesi yıl açıldı. Ancak Sultan Abdulhamit 1878’de anayasayı rafa kaldırdı, Meclis’i kapattı. Meclis ancak 1908’de yeniden açılabildi.
 ‘Modern’ sözcüğü Türkiye’de ilk kez 1930 yılında dile getirildi.

***

Tüm bu zaman farklarına bakınca, insanların Osmanlı’daki kültür-sanat faaliyetlerinden üç buçuk asır önce yapılan Mona Lisa tablosuna gösterdikleri ilgiyi anlamak kolaylaşıyor. Bizim yaşadığımız kültür-sanat yoksulluğu da insanı çok şaşırtmıyor.

2019 yılında bile hala İstanbul’da bir Müze Meydanı yok ve Beşiktaş’taki Resim ve Heykel Müzesi hala kapalı.

Ve Türkiye’nin en büyük müzesi İstanbul’da değil, Şanlıurfa’da… Bu Şanlıurfa için sevindirici ama İstanbul için çok üzücü bir gerçek…

Önceki ve Sonraki Yazılar