Kongreyi basan fareler

İnsanlığın nüfus artışı ile birlikte, dünyanın nereye gittiği konusunda kafa yoranlar bugüne mahsus değildir.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında ortaya atılan farklı teorilerin etrafında, artan insan nüfusunun sonuçları veya yönetilmesi adına doğabilimi, çevre, gıda, teknoloji ve tabi ki sosyal psikoloji alanlarında detaylı çalışmalar yapıldı. 

Özellikle bu çalışmalar arasında dikkate değer bir deneyden bahsedelim. 1960’lı yıllarda ABD’de yapılmış, farelerin sosyal-psikolojik davranışlarını gözlemleyen Universe 25 deneyi. 

Dr.John Calhoun’un tasarladığı deneyde, içinde 3,800 farenin yaşayabileceği, çevresinde kompartmanları ve ortada geniş bir meydanı olan bir düzenek oluşturuluyor. İlk olarak bu yaşam alanına 4 adet fare yerleştiriliyor. Bu fareler, herhangi bir tehdit olmadan, kendi kompartmanlarında ve yeme-içme bolluğu içinde yaşamaya bırakılıyor. Farelerin ne yemek bulma, ne de sıkışık bir alanda yaşamak gibi dertleri olmuyor.

4 yıl sürecek bu deneyin ilk yılında, fare nüfusu katlanarak 620’ye ulaşıyor. Ancak sonrasında çok şaşırtıcı sonuçlar ortaya çıkıyor. 

“Ekmek elden, su gölden” yaşamaya alışan fareler, birinci evrede sosyal olarak tüm yeme içme faaliyetlerini kalabalık gruplar halinde yapıyorlar. Kendilerine ait evleri olsa dahi, gruplar halinde vakit geçiriyorlar. Çiftleşmeye devam ediyorlar. 

Ancak ikinci yıldan itibaren farelerin doğasına aykırı sonuçlar ortaya çıkıyor. Normalin üçte biri oranında nüfus artışı gerçekleşiyor. Davranışsal sıkıntılar baş gösteriyor. 3,800 fareye yetecek yiyecek varken, hepi topu 620 fare arasında pay kapma endişesiyle saldırganlık başlıyor.

Üçüncü yılda ise daha garip şeyler olmaya başlıyor. Rahata alışmış, yaşam amacı kaybolmuş ve herşeyi hazır tüketen fareler, sürekli kalabalık ortamda bulunmaktan derin sosyal bağ kuramaz hale geliyorlar.

Bu evrede yetişen yeni nesil fareler ise yaşam zorluklarının olmaması nedeniyle bambaşka sosyal davranışlar gösteriyorlar. Kendi içine dönük, etkisiz hayat formları olarak sadece yeme içme ihtiyaçlarını gideriyorlar.

Birinci evrede belli eşler halinde yaşayan fare nüfusu, ilerleyen evrelerde gittikçe sosyalleşmeden uzaklaşarak üremenin iyice azaldığı bir noktaya geliyor. Öyle ki, yaşlı fareler, genç fareleri -kaynakları tüketmelerinden dolayı olsa gerek- öldürmeye dahi çalışıyorlar. Eşler halindeki sosyal yaşamlarını da büyük oranda terk ediyorlar.

En fazla 2,200 fare popülasyonuna ulaşılan dördüncü yılda kaçınılmaz gerçek de ortaya çıkıyor. Fare nüfusu hem üremeyip hem de saldırganlaşarak kendi kendini hızla yok etmeye mahkum ediyor. 

1960’lı yıllardan 70’li yıllara kadar, defalarca tekrarlanmış ve sonuçlarından da artık emin olunmuş bu deney, aslında bize ilginç sosyo-ekonomik soru ipuçları veriyor.

Soru şu: 1945 yılında Bretton-Woods anlaşması ile temelleri atılan neo-liberal sistemi inşa eden ABD ve Batı dünyası, 1970’lere gelindiğinde nasıl bir 100 yıllık dünya ve insanlık vizyonu çizmişti? Bu vizyon oluşturulurken, bu önemli fare deneyinden alınan bir içgörü var mıydı?

1971 yılında altın standardını terk ederek, rezerv para birimini karşılıksız basmanın halka anlatılan tarafı, Amerikan Rüya’sıydı belki de.

5-6 nesli kapsayacak küresel bir ekonomi politikası, borç yaratmak üzerinden insanlara refah dolu bir yaşam vaadediyordu. Tarım ve ulaşım teknolojilerinin gelişmesi ile gıda tedariği GDO ve türevleri ile halledilirken, insanlar da gıda bolluğuna kavuştu. Hızlı konut üretimi teknolojileri, barınma ihtiyaçlarına çözüm oldu. Sistem borç ürettikçe, insanlar ev, araba, tatil, israf edilen gıdalar, iki-üç kere giyilen elbiseler ile daha da borçlanarak tüketmeye devam ettiler. 

Aslında rüya diye satılan şey, 370 trilyon dolara ulaşmış ve bir kabusa dönüşmek üzere olan küresel borçlardı. 1990’lı yıllardan sonra iyice globalleşen dünya, bu rüyaya hep beraber dalmaya başladı.

2008 yılındaki ekonomik kriz, borç üreterek tüketim odaklı büyüme modelinin sakatlıklarını gözler önüne sermişti ancak insanlık sadeleşmiş yaşam modeline dönmek yerine daha fazla borç üreterek tüketmeye devam etti ve sorunu öteledi. 

Pandemi ise işleri daha da içinden çıkılmaz hale getirmiş gibi görünüyor. Sorunu ötelemek için daha da çok paralar basıldı ve insanlara çekler halinde dağıtıldı.

Calhoun’un deneyindeki, tüm ihtiyaçları karşılanmış farelerin gösterdiği sosyal olgular belirginleşir hale geldi.

Bugün refah toplumlarındaki insanlık, temel yaşam ihtiyaçlarını gidermekten çok, ciddi bir sosyal bağ kuramama bunalımı yaşıyor.

Dijitalleşme beraberinde derinlikten uzak, yüzeysel ilişki ve sanal iletişim modellerine yol açtı. Chat grupları, en çok foto post etme yarışları ve flört app’leri üzerinden sosyalleşme var artık. Salgınla birlikte iyice kendi köşesine çekilmiş, elindeki aygıtla sosyalleşebilen insanlar güruhu oluştu.  

Calhoun deneyindeki yerleşik farelerin davranışı gibi bir paylaşım sorunu hissedenler, pastadaki payını kaybetmemek adına iyice kavgacı hale geldiler. Sosyal bağ kurmaktan aciz, kendi köşesinde elindeki aygıttan aldığı bilgilerle harekete geçenler, sonunda ABD kongresini basacak kadar kontrolü kaybettiler. 

Eğer deney doğruysa, bu evreden sonrası “Kendi kendini yok etme” evresidir. Ya da bu deneye artık bir son verilerek, bari normal davranış gösterenleri kaybetmemek adına yeni bir sürdürülebilir, gerçekçi, sadeleşmiş ve insan doğasına uygun bir model oluşturulmalıdır. 

Belki buna birileri “Great Reset” diyor, ama görünüşe göre fareler artık evin salonunu bile bastılar.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.