Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

Kervan Yolda Kalmasa Azerbaycan'ın Yüzüne Nasıl Bakacaktık?

Bugün Azerbaycan’ın Karabağ zaferi münâsebetiyle bir filmin çekiliş ve batış hikâyesini hatırlatacağım. Bu hikâye, aynı zamanda, Türkiye’de çevrilen bir oyunun da hikâyesi.

6 Ekim 2017’de, İsmâil Güneş’in “Kervan 1915” filminin Ankara’daki galasına gittim. “Bu ne ya! Ben Ermeni kadınların acılarına ağlamaya gelmedim!” diye nasıl canımın sıkıldığına, yanımda oturan Alper Aksoy şâhittir. Eve dönünce hemen sıcağı sıcağına filmin eleştirisini yazdım ve “Benden bu Kervan’a geçit yok! Değil İsmâil Güneş, kendi evlâdım bu filmi çekmiş olsa bile methiyeler düzmem. Hediyelerin, Ayşe bacıların, şehidlerimin ruhlarını incitmem.” dedim. (Geçit vermememin sebebini anlamanız için mezkûr eleştirimi aşağıya aldım.)

Sanatsal olarak güzel ama savunduğu tez açısından kötü olan film, bir hafta sonra gösterimden kalktı. Elbette benden geçemediği için değil. Beni kim takar? “Dağıtım, salon sorunları vs. yüzünden gişe yapmadı, battı.” dendi. Hiç tereddüt etmeden şu tahminde bulundum: Devlet, filmi geri çekti. İyi de yaptı.

İktidarın destek olduğu bir film, dağıtım ve salon sorunu yaşar mı? Ayrıca bu çok önemli filmin galası niçin Külliye’de yapılmadı? Film, gösterime girdiğinde -durumdan habersiz birkaçı hâriç- hükûmete yakın köşe yazarlarının, özellikle de bir zamanların soykırımcı yazarlarının bu filmden ağızbirliği etmişçesine bahsetmemeleri tesâdüf müydü?

Filmin batışından 15 gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu temel atma töreni için Bakü’ye gitti. Yanında giden gazetecilerden Hilâl Kaplan ve Halime Kökçe, törenin ardından ziyâret ettikleri Gubalıbaloğlan Köyü’ndeki Kafkas İslâm Ordusu şehidliği hakkında yazılar kaleme aldılar. Bu şehidlikte altısı köyden, altısı Kafkas İslâm Ordusu’ndan olmak üzere Ermenilerin şehid ettiği 12 Türk yatıyormuş. 1918’de köy halkından Hanifi Bey, şehidleri, düştükleri yere defnetmiş. Ruslar zarar vermesin diye bir sır gibi saklamış. Çocuklarına da bu sırrı saklamalarını vasiyet etmiş. Torunu Nigâr Hanım, 89 sene sonra Türk Büyükelçiliği’ne bu sırrı açmış ve devletimiz şehitliğe sâhip çıkmış. Mezkûr yazarlar, Nigâr ananın elinden, Azerbaycan’da çok özel anlamı olan nar yemişler.

Nigâr ana, nar ikram ettiklerinin, bir zamanlar Altanların elinde soykırım şakşakçılığı yaptığını nereden bilecek? Bilse o narları kafalarına geçireceğine adım gibi eminim.

İşte burası, filmin batışıyla da yakından alâkalı.

AK Parti ile Gülen cemaati cicim aylarını yaşadığı zamanlarda, bu hanımların birisi, Rotahaber’in; diğeri, Taraf gazetesinin yazarıydı. Hanım kızlarımızdan birisi, “Hepimiz Ermeniyiz” korosunun hânendesiydi. Her sene 19 Ocak’ta “Hrant abi!” diye ağlar; 24 Nisan’da soykırım yazıları döşerdi.

Bu soykırım şakşakçısı yazarların iplerini ellerinde tutanlar, hükûmetin Ermeni açılımı yapmasını isteyenlerdi. Maalesef hükûmet de böyle tehlikeli bir yola girmişti. Tehcîrle bir alâkası olmayan 24 Nisan’da soykırım yazıları yazılmasının özel bir anlamı vardı. Çanakkale kara savaşları öncesi bastırılan Ermeni isyanının intikamı alınıyordu.

Çok şükür, devlet aklı gâlip geldi ve hatâdan dönüldü. Erdoğan, Çanakkale Zaferi’nin 100. yılını, 24 Nisan’da kutladı ve konuşmasında soykırımı reddetti. Bizim soykırım şakşakçıları da -o sıra iyi tereyağı çekmiş olmalılar ki- rotalarını ve taraflarını değiştirdiler. Hem Ermeni zulmünü yazdılar hem ağızlarına almadıkları Çanakkale şehidlerini anmaya başladılar.

Kısacası film İsmâil Güneş’e ısmarlandığı zaman Ermeni açılımı gündemdeydi. Film bittiğinde açılım bitmişti. Maalesef İsmâil Güneş, iktidarın azizliğine uğradı. Yanlış anlaşılmasın, çok çok iyi oldu.

Şimdi bu yazarlar, “Yaşasın Azerbaycan! Kahrolsun Ermenistan!” diye haykırıyorlar.

Şöyle sormak istiyorum:

Eğer “Kervan 1915” filmi geri çekilmeseydi, eğer soykırım şakşakçılarının ihâneti bertaraf edilmeseydi bugün Azerbaycan’ın yüzüne nasıl bakacaktık?

KARABAĞ ZAFERİ KUTLU OLSUN!

İçimizdeki gâfillere, câhillere, hâinlere rağmen Turan’ın çocuklarıyız. İki devlet, tek milletiz!

Turan’ın çocuklarına selâm olsun!

……………………………

BENDEN BU KERVAN’A GEÇİT YOK!

Bir filmde güçlü kadın profili çıkarabilmek kolay değildir. Çıkınca da filmi akılda tutar. Hele de zulme baş kaldırıyorsa, erkeğe ve erkek egemenliğine kafa tutuyorsa, yuvası için çırpınıyorsa..

Meselâ Gazap Üzümleri’ndeki anne böyledir. Meselâ, Yılanların Öcü’ndeki Irazca Ana, Diriliş Ertuğrul’daki Hayme Ana böyledir.

Başrolde böyle güçlü bir kadın kahramanın olduğu bir film seyrettim. Adı Kervan 1915. Hemen aklınıza Irazca veya Hayme Ana gibi bir kadın gelmesin. Hayganuş adında bir Ermeni kadın başrolde.

Hayganuş, bir tarafı deniz bir tarafı orman olan memleketi Giresun’dan zorla koparılıp önce bozkıra sonra çöllere sürülen yüzlerce Ermeni kadından birisi. Ayrılmadan evvel Karadeniz’in tuzlu suyunu içip yüzüne gözüne sürüyor. Yanına bir şişe su alıyor. O su, Karadeniz’e kurban verdiği kocası demek.

Hayganuş, kendisini meçhûl yola sürenlere o kadar kızgın ki katırlarına binmeyi reddediyor. Binmediği gibi diğer kadınları ve çocukları da bindirmiyor. “Helâl olsun! Diren Hayganuş!” diyesiniz geliyor. Dahası var. Önceleri yemiyor içmiyor. Hep protesto hâlinde. Kervanı götüren Katırcı Sâlim’den de korkmuyor. Sâlim ki herkesi titreten biri. Hayganuş’un delip geçen bakışları, Sâlim’in dikkatini çekiyor ama düzeni bozduğu için Hayganuş’a okkalı bir tokat atmaktan geri durmuyor. Çünkü Sâlim’in tek derdi, devlet tarafından emânet edilen kervanı sağ sâlim Haleb’e götürmek. Hayganuş tokatı yiyince “Bu tokatı unutma ağa!” diyor.

Hayran oluyorsunuz kadına. Yol ilerledikçe ayaklarının altı patlıyor ama şikâyet etmiyor. Gururlu, dimdik yürüyor. Israrla binmiyor katıra. Kolu kırılan annesini bir köye bırakmayı zorla kabul ediyor.

Kervan ilerledikçe Hayganuş, yumuşamaya başlıyor. Özellikle Katırcı Sâlim’in hayat hikâyesini öğrenince ve Sâlim’in, kervanı ölümüne koruduğundan emin olunca. Yine de kızının, Sâlim’in adamlarından Ahmed’e âşık olmasına tahammül edemiyor. Yakınlaşmalarına engel oluyor.

Kervan, birçok bâdireyi atlatıp Haleb’e ulaşınca Hayganuş’un kızı ve Ahmed kaçıyorlar. Hayganuş ne yapıyor dersiniz? Katırcı Sâlim’e esaslı bir tokat patlatarak, “Kızım nerede?” diye hesap soruyor.

Açık söyleyeyim filmi seyredince Hayganuş’un Sâlim’e attığı tokatı, bu filmi yapanlara atarak, “Müslüman Türk kadınlarının acıları nerede?” diye sormak istedim.

İsmâil Güneş’in milliyetçiliğine de inancına da kefilim ama bu kadar empatiye psikolojide, “aşırı empati sendromu” deniyor.

İsmâil Güneş kusura bakmasın, bir Müslüman köyünde Ermeni çeteler tarafından yakılmış insan görüntüleri, bizim acılarımızı, hele de kadınlarımızın acılarını hissettirmedi.

Ölmek ne ki? Yanmak ne ki? Ermenilerin geldiğini duyan bir gelinin savaşmaya giden kocasının ayaklarına kapanıp, “Önce beni öldür!” demesini görmek isterdim.

Giresun’da, Ermeni komşularını üzülerek uğurlayan rahatı yerinde Müslüman kadınların yanında, eşleri veya nişanlısı Çanakkale’den dönmeyince mahvolan Hediyeleri görmek isterdim.

Gencecik cepheye giden 1315’lilerin yanında, askerden muâf Ermenilerin vahşetini görmek isterdim. Kervandaki bâzı kadınların, “Bizimkiler gelip bizi kurtaracak.” sözleri, bu ihâneti anlatmaya yetmedi.

Kucaktaki çocuğunu komşularına bırakan, yolda doğum yapıp bebeğini kaybeden Ermeni kadınlarının acısının yanında, 9 ve 10 yaşındaki iki süt kuzusu oğlunu Ermeniler boğazlayınca aklını yitiren Ayşe Bacı’nın ağıtını duymak isterdim.

Miko kesdi Mahmudumu

Al kınalı Ahmedimi

Yok eyledi umudumu

Ah Ahmedim vah Mahmudum

Ermeni eşkıyâsının buraya yazmaya elimin varmadığı tecâvüzlerinden, insan zihninin reddettiği işkencelerinden bahsedilmesini isterdim.

Evet, tehcir oldu. Evet tehcir esnâsında yanlışlar da oldu. Bunları konuşmaya da varım. Ama önce Ermenilerin ihânetini, Taşnakların Hınçakların vahşetini konuştuktan sonra…

Sebepleri bilmeden, anlamadan sonuçlara bakarsanız çözüm üretemezsiniz. Üstelik, benim gibiler itiraz ederken karşı tarafın tezini savunanlar, yaptığınız empatiyi yeterli görmez; daha fazlasını isterler. Nitekim bu film hakkında böyle şeyler kulağıma geldi.

Aynı durum, Çanakkale meselesinde de var. Anzaklara ağıt yakan filmler yüzünden işgalcilerin torunlarının Şafak Âyini’ni alkışlıyoruz. Böyle giderse işgalci olduklarını unutup, “Niye dedelerimizi katlettiniz?” diye bizden hesap soracaklar. Tıpkı dedelerinin ihânetini unutan Ermeniler gibi?

Değil İsmail Güneş, kendi evlâdım bu filmi çekmiş olsa bile methiyeler düzmem. Hediyelerin, Ayşe bacıların, şehidlerimin ruhlarını incitmem!

İsteyen bana ırkçı desin, isteyen faşist desin, hiç umûrumda değil!

Bir şey daha eklemek istiyorum. İttihatçı cepheden de bu filme eleştiri gelecektir. Benim itirazımın onlarla hiçbir alâkası yok. Ermenilere direnen Sultan’ı indirip Taşnak teröristleri Meclis’e sokan; Hâriciye Nezâreti’nin başına bir Ermeni’yi getirip Balkan fâciâsının fitilini ateşleyen; sonra da Turan hayâlleriyle memleketi savaşa sokan ve en sonunda da arâzi olan ittihatçıları doğru analiz edemeyenlerle işim olmaz. (7 Ekim 2017-enpolitik.com)
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.