Çidem Ayözger Ergüvenç

Çidem Ayözger Ergüvenç

​​​​​ESPRİ, ŞAKA​​

Toplumumuzda mizah yapmak fazlasıyla kısıtlanıyor ama neyse ki Nasrettin Hoca, Aziz Nesin ve benzeri birçok ustadan intikal etmiş olan yetenekler sayesinde çok görkemli mizah örneklerine tanık oluyoruz. Karikatürlere konulmakta olan sınırlamalar sanal dünyada o kadar güzel yanıtlar buluyor ki,değme ustalara sanki taş çıkarıyor.

Bir politikacımız vardı yıllar önce, hani makara, bakara falan derdi. Has bel kader aynı restoranda yemek yiyeceğiz. Arabamı valeye teslim ederken bir uyarı aldım; bu ünlü bakan da yemeğe gelmiş ve onun arabasına önce verilecekmiş. Kızdım, bakanın yanına gittim; önce benim arabam parka çekilecek çünkü önce millet sonra milletvekili dedim. Mesaj yerine ulaştı, oysa ben yalnızca espri yapmak istemiştim!Bakan, “Tabii hanımefendi, önce siz” dedi ama gözlerindeki şaşkın bakış hâlâ belleğimdedir.

İnşaat işçileri şaka yapmayı pek sever. Kolejde okurken, daha yeni, yeni binalar yıkılıp yerine yüksek katlıları yapılıyor, okulumuzun yolu üzerinde yapılmakta olan inşaatların tepesindeki işçiler geçen kızların kafasına çimento topları atarlardı. Bir çeşit espri, ya da şaka; biz başımızdaki çimentoları temizlerken amele şakasına uğradığımızı düşünürdük.

Nas ile naz birbirine karıştı. Nas’ı hatırladık. Faizler en azından bazı kesimlere nazlı, nazlı gelmeye başladı. Nas’ınçoğulu nusûstur. Bir özellikleri vardır ne acı ki geç hatırlanırlar. Bu da üç kuruşunu biriktirip gelen faizi esas gelirlerine katık etmeğe çalışan fakir fukaraya kaderin bir şakası..mı acaba? Zenginler zaten yollarını buluyor.

Bir büyüğümüz var, televizyona çıkıp bilerek mi bilmeyerek mi bilemem sürekli espri yapıyor, ekmek, kurabiye, Avrupa’da bir başkent şakası en hoşuma gideni oldu ama esprileri hiç bitmiyor; televizyona çıkacağı zamanı dört gözle bekler oldum.

Büyüklerimiz arasında biri daha var o da çok şakacı ama onun şakalarını dillendirmek, üstünde yorum yapmak yasak sanıyorum.

Çocukların şakaları da bazen pek acımasız oluyor. Ortaokuldaydım çok sevdiğim bir arkadaşım, okul koridorunda yürürken, arkadan ayak bileğine şemsiyemin yuvarlak sapını taktım. Neyse ki düşmek üzereyken hemen tuttumsa da yine yaranamadım, bana çok kızdı.

Lise son sınıftayken okul dağılmadan hemen önce bir arkadaşımla birlikte son dertsen çıkar, portmantodaki arkadaşlarımızın paltolarının kollarını tersine çevirirdik. Kimse anlamasın diye kendimizinkini de tabii. Ders bitince portmantonun önünde öğrencilerin şaşkınlığını hatırladıkça hâlâ gülerim.

Paltoların kollarını çevirmek yetmedi, sınıf, sınıf ayrılmış olan vestiyerdeki üstlüklerin yerlerini değiştirirdik, A şubesininkileri örneğin C şubesine, D şubesine, F şubesine dağıttık. Bütün paltolara aynı şeyi yaptık. Derslerin bitiminde bütün koridor birbirine girip palto aramaya koyuldular. Allahtan kimse bizde şüphelenmedi. Anlasalar bizim yaptığımızı, başımıza neler gelirdi düşünmek bile istemiyorum. Şakanın da bir dozu var, biz korkarım biraz abartmışız.

Lâboratuar çalışmalarımızı yaptığımız sınıf okulumuzun ön kısmına, büyük bir caddeye bakıyordu. Öğle tatilinden önceki dersimizi orada yaptığımız bir gün aynı arkadaşım, sevgili Seren’ciğim ders bitince içerde gizlenmemizi ve sınıftan çıkmamamızı önerdi, kuşkusuz hemen kabul ettim. Öğretmen,çoluk çocuk içeri girip laboratuar malzemelerini karıştırmasın diye herkes çıkınca kapıyı kilitlerdi ama biz zaten içeride gizlemiştik. Programımız hazırdı, lâboratuardaki iskeleti camdan dışarı sarkıtacağız, gelen geçen de iskelet intihar ediyor sanacaktı; fikir harika. Yalnız iki şeyi dikkate almamışız, hiç kimse iskeletin kendini öldürmeğe kalktığı gibi saçma bir fikre kapılmadı; görenler soğuk, soğuk bakarak kafa sallayıp yollarına devam etti; bir de yanımızda yiyecek bulunmadığı için midemiz kazına, kazına öğle tatilin bitip oradan kurtulmamızı bekledik.

Üç, dört hanım toplandık İstanbul’a çok sevdiğimiz bir arkadaşımıza gittik. Yeme, içme, biraz kâğıt oyunu, biraz çarşı pazar çok güzel vakit geçirdik. Çarşıda dolaşırken vitrinde çeşitli “şakalar” dikkatimi çekti, kimseye hissettirmeden içeri girdim arasından çivi geçmiş ve yer, yer kan rengine boyanmış, parmak ölçüsünde bir gazlı bez kalıbını satın aldım. Akşam eve geldiğimizden bir süre sonra yüzümde fevkalade acı yansıtan bir ifade, tek parmağım avucumda,arkadaşlarımın yanına gidip, “paniklemeyin ama parmağımı çivi deldi” deyip gösterdim. Önce sahi zannedip paniklediler sonra hem ben kendimi tutamayıp gülmeye başlayıp hem de onlar dikkatli bakınca kötü bir şaka yapmış olduğumu anladılar ve nedense bana kızdılar.

İnsanlar uslanmak nedir bilmez. Tırnaklarım pek güzel uzadı, kırmızı oje ile boyadım derken ne acı ki bir tırnağım kırıldı; ben de takma tırnak taktım. Japon yapıştırıcısı ile de bir güzel sabitledim. Hepsi benden daha büyük yaşlarda olan sevgili briç arkadaşlarımla oyun oynuyoruz, şeytanın kör taşı takma tırnağım çıktı. Yanımda yapıştırıcım var ama önce bir şaka yapayım dedim, takma tırnağı masaya koyup bir elimle öbür elimi ovalamaya başladım. Çok şaşırdılar, çok üzüldüler, beni hemen hastaneye götürmeğe kalktılar; kıyamadım iki elimi de masaya koyup korkmamalarını o gördükleri tırnağın takma olduğunu söyledim. Onlar da bana kızdı.

Espri yapmak için zekâ gerekir. Her zeki insanda espri yeteneği olmayabilir ama zeki olmayan insan espri yapamaz.

Şaka, maka, onu bunu bilmem; şu günlerde hayatta olanlar gerçekten çok şanslıyız, yüzyılın şakasına hep birlikte tanık olduk, ve bu şakayı bir ekonomist yaptı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.