Prof. Doç. Dr. Halil Murat ÜNVER

Prof. Doç. Dr. Halil Murat ÜNVER

Dostumuz, Müttefikimiz?!

1940'lardan bu yana Türkiye'deki siyasi geçmişin farklı bir gözle analizi.
Vatandaş için ülke gerçeklerinin perde arkasını anlama rehberi.
Dostumuz, müttefikimiz Amerika’yı biz Türkler çok severiz.
Eski Amerikan arabaları tutkunları vardır, belirli bir yaşın üstündekilerin bu arabalarla ilgili bir hevesi, bir hatırası mutlaka vardır.
Hele bir zamanların çizgi romanları; Zagor, Tomiks, Texas gibi kahramanlar ve yanlarındaki Çiko, Gamlı Baykuş gibi dostları.
Pazar sabahları izlediğimiz kovboy filmleri, akşamda izlediğimiz komedi, romantik vs filmler.
İyi, Kötü, Çirkin'de Clint Eastwood ve Lee Van Cleef, Gary Cooper, Anthony Quinn, Yul Bryner, Laurel Hardy, Charlie Chaplin vb (Yul Brynner Kral ve Ben filminden bir replik) izlerdik.
Hep iyiler kazanır, kötüler daima kaybederdi.
Mesela vahşi kızılderililer zavallı Amerikan göçmenlerini öldürür üstelik bir de kafa derisini yüzerek dehşet saçardı.
Sorgulamazdık, bilmezdik Kızılderili kim?
Neden bu göçmenlere saldırıyor?
Hatta bir de Kunta Kinte vardı.
Köle İsaura.
Amerika’daki nankör kölelerin hayat hikayelerini konu edinmişti.
Dallas ile Jr.’ı ve kötülüğü, şantajı tanıdık.
Flamingo yolu ile ahlaki değerleri atarak ahlaki yükten yavaş yavaş kurtulmanın hafifliğini tattık.
Daha neler yazılır neler, o kadar işlemiş ki zihnimize.
Ancak bu bile uzun oldu.
Benim vurgulamak istediğim husus ise dostlarımızın yüzümüze gülerken aslında bizi uçurumun kenarına nasıl getirdiği.
Hikayemiz 1945’lerde başlıyor.
Sovyetler Birliği Berlin’e giriyor, Yalta ve Potsdam Konferansı yapılıyor.
Dünyanın patronu olan İngiliz’ler diyor ki “Hakimiyetimizi sürdürmemiz için dünyayı iki kutba ayırmalıyız. Doğu Bloğu ve Batı Bloğu.”
Sovyetler Birliği'ne "sen doğuyu al biz batıyı" diyorlar.
İki kuzen batıyı alırken Sovyetler Birliği de doğuyu alıyor.
Aslında bu ülkelerin arasında bir sorun yok.
Sorun Hitler’le ve o da yenilmiş.
(Altını çiziyorum) Bu andan itibaren iki blok arasında uydurma bir düşmanlık üretiliyor.
Dünya insanları tehdit altında tutularak kolaylıkla yönetiliyor.
Bir tarafı Sovyetler Birliği sömürürken diğer taraf ise kuzenlerin elinde.
(Umarım bazıları 60 senedir anlayamadığı bazı şeyleri bu satırlarla anlar)
Biz neredeyiz?
Biz Milli Şef’in elinde makus bir kadere doğru savrulmaya başlıyoruz.
Geçenlerde bir toplantıda bir bey Halide Edip’in Milli Şef’in İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin gizli üyesi olduğunu yazdığını söyledi ancak teyit edemedim.
(Hatta İngilizlerin milli şefe bir petrol kuyusu verdiği ve halen torunları tarafından işletildiğine ilişkin bir bilgi de var ancak henüz bunu da doğrulatamadım.)
İlginç değil mi kahraman olarak düşündüğümüz kimseler hakkında tuhaf şaibeler var.
Burada bir açıklama yapayım.
Bir kişiyi ya da olayı analiz ederken bilgileri bir bütün içinde değerlendirmek gerekir.
Bu arada hayatın doğal akışı ve insan psikolojisi de akılda tutulmalıdır.
Bu dedikodular gerçek olabilir mi?
Bence olabilir.
70 senelik sürece baktığımızda bahsi geçen kimselerin temiz niyetlerle bazı şeyleri yapmadığına dair kuvvetli bir kanaat oluşuyor.
Devam edelim.
Dostlarımız toplum mühendisliği becerilerini geliştirme hususunda çok becerikliler.
İngilizlerin uzun yıllara dayanan sömürgeci geçmişi bu konuda oldukça iyi bir birikim sağlamalarına vesile olmuştu.
Batı bloğunun iç ilişkileri için çok profesyonel bir tarz izleniyor ve bilimsel olarak hala daha geliştiriliyor.
Almanlardan da çok istifade ediyorlar Goebbels’in tavsiyeleri, Ruzi Nazar’ın yapılanmaya ilişkin emekleri, gerek Almanya’dan gelen gerekse kendi yetiştirdikleri bilim adamlarının çalışmaları Toplum Mühendisliği alanında çok ciddi yol kat etmelerine imkan sağlıyor.
Yine unutulmaması gereken diğer bir şey ise; İnsan Hakları kavramının kuzenlerin haklarını ifade ettiğini bizim gibi Müslümanları veya Afrikalıları veya Japonları vs kastetmediğidir.
Devam edelim.
50’lili yıllarda başlıyorlar yaygaraya.
Sovyetler Birliği dünyaya komünizm getirmeye çalışıyor.
Komünizm, aşağı komünizm yukarı, yok Marks şöyle demiş yok Lenin böyle demiş vs vs…
Dostlarımız bizi çok sevdikleri (?!) için, daha iyi yönetilmemiz, daha hızlı bir şekilde müreffeh bir ülke olmamız için çok partili sisteme geçiş için baskı yapıyorlar.
Bu arada (bence) milli şef işin kötüye gideceğini anlayarak kurnazca iktidarı Menderes’e bırakıyor.
Menderes bir hava ile gelip bir şeyler yapamaya çalışıyor ama dostlarımız diyor ki; “Sen uçak üretme, biz veriririz. Sen otomobil üretme onu da veririz. Traktör mü? O kolay. Hemen veririz. Sen tarım ülkesisin. Sanayi üretimine heveslenme biz hepsini veririz."
Veriyorlar elbet ama yedek parça konusunda 10 kuruşluk şeyi 10 liraya satıyorlar.
Derimizi yüzüyorlar.
Menderesi şahsen sevmem.
Eskiden Türk-İslam Sentezi mavalları çerçevesinde kutsardık sonra sonra okudukça anladık ki aslında adam hiç de bize empoze edildiği gibi değil.
Ancak burada hayırlı bir şeyler yapmaya çalışıyor ve ülkeye teknoloji getirmek için Sovyetler Birliği ile temasa geçiyor.
Bu tutum müttefiklerimiz tarafından hiç hoş karşılanmıyor.
İngiltere ziyaretinde uçağı düşüyor ancak sağ kurtuluyor.
Derken bir sonraki hafta Sovyetler Birliği ile anlaşma, işbirliği vs ciddi bir takım görüşmeler yapılacakken Türkiye ihtilalle tanışıyor…
Yıl 1960.
Müttefiklerimizin NATO kapsamında yetiştirdiği subaylar ile ihtilal yapıp gerçek Atatürkçü 235 general ve yaklaşık 3.500 civarında (albay, yarbay, binbaşı gibi) subay emekliye sevk edilerek TSK’daki ilk temizlik gerçekleştirilmiş, böylelikle silahlı güç olan ordudaki çatlak sesler susturulmuştur.
Bilindiği üzere Menderes, Polatkan ve Zorlu idam edilmiştir.
Böylece dostlarımız siyasetçilerimize eğer kendi başlarına iş becermeye kalkışırlarsa başlarına ne geleceği hakkında akıldan kolay kolay çıkmayacak bir örneği zihinlere kazımıştır.
Sonraki yıllarda neler oluyor?
Mesela ordu da özel harpçi olarak yetiştirilen bir albaya bir parti aldırılıyor ve ülke için millet için canını vermekten geri kalmayacak gençleri teşkilatlandırması destekleniyor.
Bu yapının hem sivil hem de devlet kanalları tarafından önü açılıyor.
İl ve ilçelerde parti teşkilatları ve gençlik dernekleri ile milyonlar vatan için ölmeye hazır hale getiriliyor.
Çünkü (güya) Rusların Kars’tan girmesi an meselesidir.
Komünizm en büyük düşmandır.
Sovyetler Birliği bu işle fazla iştigal etmezken müttefiklerimiz kontrolsüz gelişmeler olmasın diye komünist dernek, parti vs de kendileri kendi adamlarına kurduruyorlar.
Onlar için ne kadar eğlenceli değil mi?
Bulmuşlar saf ve cahil Afrikalı bir kabile eğleniyorlar.
Bu arada da üstümüzden zenginleşiyorlar.
Unutmadan dostlarımız dini ihtiyaçlarımızı da karşılamak üzere her türlü fedakârlıktan kaçınmıyorlar.
Mesela Fetullah Gülen gibi bir kâinat imamını (?!) keşfedip hayallerimizi, ihtiyaçlarımızı karşılamak, gerek Türkiye’de gerekse dünyada itibarımızı yükseltmek için mesai harcıyorlar.
Hatta öyle ki adama komünizmle mücadele derneğini kurduruyorlar.
Başka bir misal ise Milli Türk Talebe Birliği’dir.
Ne kadar güzel bir isim değil mi?
Bana hep çok hoş gelmiştir.
Ancak zaman içindeki icraatlarını incelediğinizde dostlarımızla derin dayanışma içinde olduğunu görüyoruz.
Milli ve mukaddesat muhafazakarlığı görünümünde olan gerçekte ise Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından perişan halde bulunan millete kazandırılan bütün değerleri tahrip etmeye çalışan bir çizgi izliyor.
Genel olarak birlik ve müştemilatında İngiliz projelerinin Osmanlı – Türk soslu olarak pazarlandığını görüyoruz.
Bu arkadaşların savunduğu şeylere baktığınızda savunduklarının bu milletin zaten zayıflayan kazanımlarını yok edilirken, dostlarımızın dünyaya daha da hakim olmasına, kendilerinin daha da zenginleşmelerini sağlayacağını görmemek için insanın aklını abisine, değerli büyüğüne, efendi hazretlerine, sayın bakana, kıymetli vekiline vs kiraya vermesi gerekiyor.
Samimiyetle söyleyeyim ki geçmişte saygı duyduğum kimselerin bu halde olduğunu anlamak onlara karşı hissettiğim tüm saygının yerle yeksan olmasına sebep oldu.
Onları gördüğümde içimden geçen kelime “zavallı” oluyor, hele bir de hala dostlarımızın toplumu konsolide etmek için ürettiği kalıpları geveliyorlarsa tiksinme duygusu yaşamaktan kendimi alamıyorum.
Bu bilgi çağında bu kadar cahil kalabilmek, ahmaklıkta ısrar etmek inanılır gibi gelmiyor bana.
İnsan her an öğrendiği yeni şeylerle kendini geliştirir.
Bildiğini tekrarlamak gelişim sağlamaz.
Bulunduğu çukurda boğulmaya neden olur.
Bildiğinin dışında bir şeyler öğrenmek için karşıdakini de bir dinlemek lazım, sonra gerçekliğini sorgulamak lazım, sonra haklılık payı varsa daha derin incelemek lazım, önceki bildikleri ile mukayese etmek lazım, eğer kendisi yanlış içindeyse erdemli davranıp bağnazlık yapmadan hakikati kabul etmek lazım.
Bunu yapmak için adam olmak lazım, adam olmayan yani yeterli olgunluğa, irfana sahip olmayan kimse bunu beceremez.
Bu tür kimselere nefes ve zaman harcamak gereksiz değil de nedir?
Devam edelim.
O dönemde özel harp eğitimi almış 60 ihtilalinin kudretli albayının dışında siyasete başka yüzler de katılıyor.
Bana göre dünyanın bugün bu hale gelmesinin mimarı olan Kissenger’ın asistanı Karaoğlan sahneye çıkıyor.
Fullbright burslu bir çoban geliyor ve bir mücahit.
Ana kutuplar böylelikle tesis ediliyor.
Hepsinin hitap ettiği toplum kesimleri farklı.
Her görüşe uygun bir lider var.
Diyorum ya gerçekten çok profesyonel bir toplum mühendisliği yürütülüyor.
Sanki bir şeyler kendiliğinden oluyormuş gibi akıyor ve toplum bir şeylere hazırlanıyor.
Neye dersiniz?
70'li yıllarda toplum iyice kutuplara ayrılıyor ve birbirine sokuluyor.
Sağcı ve solcu gençler aptalca ülkeyi diğerinden kurtarmak için birbirini öldürüyor.
Ancak bugün resmin parçalarını birleştirdiğimizde görüyoruz ki esasen 70’li yıllardaki anarşi dönemi müttefiklerimizin bizim birlik ve beraberliğimizi artırmak için (?!?) geliştirmiş olduğu büyük projenin bir ayağı imiş.
Derken bir gün, çok soğuk olmayan bir Eylül sabahı 2. İhtilal geliyor.
Dostlarımız sevinç içinde.
“Bizim çocuklar başardı” diyerek sevinçle birbirlerini kutluyor.
Öyle ya dostu olan bizleri anarşiden el birliği ile kurtarmışlardı.
Bizim içimizde yer alan, orgeneralliğe kadar yükselmiş fakat onların olan çocuklar, yönetime el koyarak bizi anarşistlerin elinden kurtarmışlardı.
Ancak tuhaf bir şey vardı.
Bu anarşistler, bu ülkenin çocukları idi ve ülkeyi biri Amerikan emperyalizminden kurtarmaya çalışırken diğeri de pis moskofun elinden kurtarmaya çalışıyordu.
Aynı mahallenin karşıt görüşlü çocukları biri sabah diğeri öğleden sonra aynı silahla vurulmuştu ve bunların kavgası sıkıyönetim ile gecede bitti.
Çünkü (bana göre) çatışmayı tetikleyenler de kendileri olduğu için o safhayı kapattılar.
Dostlarımız geliştirdikleri bu proje ile ülkeyi kurtarmak için ölümü göze alabilecek gençleri bir paket içinde birleştirmişlerdi.
Bu paketlerin tamamını içeri aldılar ve orada ne onur, ne haysiyet, ne gurur bıraktılar.
“Bir sağdan bir soldan astılar”.
Büyük ve çok önemli bir operasyondu.
Başardılar.
Solcular karşılarındakinin ve yönetimin Amerikancı olduğunu düşündüğünden yaşananları pek yadırgamadı ama ülkücü kesim devlet diye bildiği yapının neden böyle bir zulüm yaptığını yıllarca anlayamadı.
Birçoğu hala da anlamış değil.
Bir türlü ödeşilemeyen “biz bedel ödedik” lafı o zulümlerden sonra çıktı.
Devlet (?!) ne istediyse yapmışlardı ama sopayı yiyenler de onlar olmuşlardı.
Bir kısmı gladyocu idi ama gladyonun ne olduğunu dahi bilmiyordu.
Onlar ülkenin bekası için ölümü göze almıştı ve ağabeyleri ne derse yapıyordu.
Bu ağabeylerin samimiyetinden, vatana bağlılığından kimse şüphe duymuyordu.
Arada töreye, vicdana, akla, ahlaka uymayan işler yapıldığında ise hizaya getirmek için kullanılacak motto hazırdı “lider, teşkilat, doktrin sorgulanmaz”.
Bu salaklık derecesinde saf Anadolu çocuklarını ikna etmeye yetiyordu.
Ne de olsa Osmanlı’nın kulu olan ve birçoğu Sünni (hatta Eşari/Selefi) tedrisatta yetişmiş yani ulu’l emre itaat geleneğinden gelen ailelerin çocukları idiler.
Hasbelkader üniversiteye gelmiş ama kültürel olarak gelişmemiş, hür bir birey olmanın şuuruna erememiş bir güruh desek çok da hata etmiş olmayız.
Kendilerine biçilen donla kahraman olmak üzere vatanı kurtarma mücadelesine giren ancak aslında kanlı bir tiyatronun figüranları olmaktan öte gidemeyen saf Türkmen çocukları.
Karşısındakiler kim onlarda aynı mahallenin diğer çocukları.
Bir tarafta Sünni fazla diğer tarafta Alevi fazla, fark o.
Bu arada MTTB’nin yetiştirdiği İslamcılar nerede?
Onlar ise kenarda kavgayı seyrederken badem bıyıkları ile maklubeleri gömerek bir taraftan semiriyorlar, bir taraftan da abileri tarafından müjdelenen altın neslin göreve geleceği günün hayalleri ile sarhoş oluyorlar.
Kendilerini 72,5 fırkadan biri (hangisi olduğu fark etmez) olarak gördüğünden cennetle müjdelenen bir cemaatin üyesi olmanın gururu ve kibri ile bileniyorlar.
Bu kesimde de özel olarak tanzim edilmiş güya İslami eserler dışında okumak yok, sorgulamak yok, sadece itaat var.
(Mesela büyük üstat olarak saygı duyulan fesli Kadir’in ve Necip Fazıl’ın hayat hikayelerini ve menfaatleri için ne hallere düştüklerini bilseler saygı duymaya devam ederler miydi?)
Burada adrese teslim cennet, huri vs var bir de kurdukları ticari ağ üzerinden ekonomik dayanışma.
Toplum içinde ahlak abidesi olarak görünen bu kesim 28 Şubat dönemlerinde Hz Ömer’in adaletinden Hz Ali’nin ilminden bahsediyor Kur’an ayetleri üzerinden güzel ahlak örnekleri veriyorlardı.
Şahsen ben onları o dönemde samimi Müslüman olarak görürdüm ancak son dönemlerde Amin Maalouf'un dediğine katılıyorum; “Bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyacı kalmamış gibi davranıyorlar”.
Bizim tedrisatımızda Müslüman yalan söylemez, Müslüman vicdansızlık, adaletsizlik etmez, Müslüman ahlaksızlık yapmaz, Müslüman kibir içinde bulunmaz.
Müslüman el emindir, Müslüman ilim kapısıdır, Müslüman tevazu sahibidir vs. bunlardan bazılarının gösterdiği tevazu dahi şov…
Az buçuk beden dilinden anlıyorsanız sahte bir tevazu ardında ne büyük bir kibrin olduğunu görüyorsunuz.
1970’lerde kamplara ayrılan yani paketlenen o kuşaktan akredite olanlar bugüne kadar siyasette her tarafta ve yerde yer aldı ve kuzu gibi verilen her görevi yerine getirdi.
Bazıları koftiden muhalefet oldu.
Kenarda racon kesti ama tekrar içeri gireceğim diye tabiri caizse it gibi korktu.
Çok azı özünü kaybetmedi, inancının gereği vazifesini her koşulda ifa etmeye çalıştı.
Bugün siyasi arenaya baktığımızda -özellikle pandemiden sonra- büyük kısmının öldüğünü görüyoruz ancak bir kısım görevliler bitmek tükenmek bilmeyen görev aşkı ile sahadalar.
Bana göre bu bahsettiğim 68 kuşağı olarak anılan kesimin siyasilerden oluşan bölümü bu ülke için habis bir kist.
Bir türlü gitmediler.
Bunlar 78’i tüketti, 88’i tüketti gözünü torunların dönemine dikti.
Ayakta duramıyor, prostatına söz geçiremiyor ama ortalığı da kimseye bırakmıyor.
Dünya genelinde bu 68 kuşağı temizlenmedikçe dünyaya huzur gelmeyecek bu çok açık.
Gerçi sonraki kuşaklar da verilen görevleri 68 liler kadar iyi beceremedi.
68’liler görev ifa ederken tabii bir akış olduğunu düşündürtüyor sonrakiler ise dostlarımız kendilerini tercih ettiler diye bir havalara giriyorlar, şımarıkça ve küstahça hareket ediyorlar dostlarımız da her ne kadar zamanı geldi oyuncu değiştirelim diyorlarsa da yerine geçirecek oyuncu bulamıyorlar.
Dönüp dolaşıp eskiyi sandıktan çıkarıp yeniden millete yutturuyorlar.
Allah var milletimiz de güzel yutuyor.
Hak yememek lazım.
Devam ediyoruz.
Milenyumla birlikte son düzlüğe giriyoruz.
Anarşi ve 12 Eylül sürecinde kenarda tutulan yıpratılmayan ekip, yani siyasal İslamcılar sahaya iniyor.
Bunlar bizim yan mahalle.
Allah’sız kitapsız, vicdansız Atatürkçülerin zulmünü 28 Şubatta birlikte yaşadık.
Oraya gireceğim ama daha öncesinde dost ve müttefiğimiz olan ekipleri bir kez daha tebrik etmek istiyorum.
Ülkede hiç boşluk bırakmıyorlar.
Her yerde onlar var.
4 parti başkanı, tarikat şeyhleri hatta dernekler tamamen kontrol altında.
Sanmayın ki bir yerlerde bir şeyler kendiliğinden oluyor.
Bunların arasında Atatürkçü olarak isimlendirilen kesim de var.
Özellikle de o zamanlardaki TSK’nın üst düzey subayları.
Kimse bana Kenan Evren’in ya da Çevik Bir’in Atatürkçü olduğunu söyleyemez.
Çünkü adamların yürüttüğü çalışmaların Atatürk’ün değerleri, ilkeleri, anlayışı ile hiçbir uyumlu tarafı yok.
O ve benzeri kimseler Atatürk zırhı ile kendilerine verilen görevleri icra ettiler.
Bu milletin öz çocuklarına akla hayale gelmeyecek eziyeti yaptılar..
Onlar sayesinde dostlarımız (?) kendisini padişah kapısında kul olmaktan hür bir birey olmaya terfi ettirmiş insana bu milleti küfrettirmeyi başardılar.
Ayrıca dostlarımız tarafından İngiltere’de samimi şekilde ikna edilmiş olan fesli üstatlar (?!) ile ülkeyi yönetme iradesine, seçilme hakkına, hür olma hakkına, eğitim alma hakkına, kadınların mal olmaktan çıkarılmasına, köle pazarının kapatılmasına, istediği gibi inanma ve ibadet etme hakkına, insanca sağlık ve eğitim hizmeti almayı mümkün kılan cumhuriyete düşman ettiler.
Bizim aklını fesliye teslim etmiş, akılsız insanımız, bu özel olarak ele geçirilmiş kimseleri sorgulamadığı için hala onun videolarını paylaşıp dostlarımızın ekmeğine yağ çalma derdinde.
Dinine, Allah’a, peygamberine hizmet ettiğini zannederken dostlarımızı ihya ettiğini farkında değil.
Şuursuz bir şekilde akıp gidiyor.
Dikkat ederseniz (güya) Atatürkçü, dinci, milliyetçi, liberal vs orkestranın tüm enstrümanları tarafından siyasal İslamcı ekibin iktidara gelebilmesi için taşlar yola döşenmiş oldu.
Nasıl ki psikolojik olarak hazır olan toplum 12 Eylül darbesi yapıldığı ilk anda bir oh çekti aynı şekilde yönetim krizleri ile bunalan ülke bunda da adalet, kalkınma, merhamet, yolsuzlukların bitmesi, hakça paylaşım, refah artışı vs gibi olumlu şeyler olacağını zannettiği için bir oh çekti.
Almanya, Fransa, Kore Japonya gibi müreffeh bir ülke olabilirdik artık.
Bu hedeflere engel olan tüm ayak bağları ortadan kalkmıştı.
Her ne kadar ilk anda algı iyi olsa da zaman içinde dostların talimatları uygulanmaya başladığında işin gerçek yüzü ortaya çıktı.
Zannedilenler hayata geçmedi.
Şöyle aklınızı başınıza alır bir düşünürseniz bütün İslam ülkelerinin kontrol altında olduğunu görürsünüz.
Müslümanların öncelikle bunu görüp anlamaları gerekmektedir.
Kendi içlerinden gelen birileri tarafından yönetildiğini zannederler ancak gerçekte talimatlar dostlarımızın toplum mühendisliği merkezleri tarafından hazırlanan senaryolar dahilinde yönetilirler.
Bu yöneticilerin vazifelerinden biri –iktidarda kalmalarına karşılık- ülkelerinde topladıkları paraları adaya ya da kıtaya götürmeleridir.
Orada bankada tutar veya mülk vs alırlar.
Kendi ülkesinin zenginliğini diğer ülkenin ekonomisine katar.
Kendi ülkesi gün geçtikçe yoksullaşırken dostlarımızın ülkesinde evsiz bile aldığı yardımlarla, bir takım haklarla tabiri caizse krallar gibi yaşar.
Sömürge sisteminin değişikliği nereden geliyor biliyor musunuz?
Mustafa Kemal Paşanın bunlara yaşatmış olduğu mağlubiyetten.
Kurtuluş savaşında yaşattığımız mağlubiyet nedeniyle İngilizlerin yenilmez olmadığını bir Türkmen bebesinin güneş batmayan imparatorluğa kök söktürdüğünü gören tüm sömürgeler kazan kaldırdı ve ayrılık talep etti.
Güneş batmazken batmaya başladı.
Onlar da az değil.
Hemen taktik değişikliğine gittiler ve yukarıda bahsettiğim sistemi geliştirdiler.
Bu sistem daha işlevsel.
Neden?
Çünkü eski sistemde sömüregeye asker göndereceksiniz, vali göndereceksiniz.
Onların maaşı var, emniyeti var, gitmesi, gelmesi yetiştirmesi var.
Var oğlu var.
Yeni sistemde ise o ülkeden seçtiğin birilerini alıyorsun chatham house, rand corporation, brooking enstitüsü vs gibi merkezlerde veya üniversitelerde yetiştiriyorsun sonra ülkesine gönderiyorsun.
Devlet yöneticisi müttefiklik şuuru içinde ülke yönetimini yerine getiriyor.
Biz elektrik-elektronikçiler ve bilgisayarcılar mesleğimiz gereği veriyi toplar ve büyük resme ulaşmaya çalışırız.
O sayede bugün kullandığımız araçları, yazılımları kullanabiliyoruz.
Siyasi arenada bu meslekten gelen beceriyi kullanarak büyük resmi size sunmaya çalışıyorum.
Detaylarda eksik ya da yanlışlar olabilir ama büyük resme baktığınızda bana hak vereceğinizi düşünüyorum.
Devam edelim.
Mücahit lidere geliyor sıra ama mücahit lider milli çıkıyor.
Dostlarımızın taleplerini karşılayamıyor, bilakis söylemleri ve uygulamaları ile can sıkıyor ve al aşağı ediliyor.
Hemen diğer ekipler ara dönemde geçici olarak göreve getiriliyor bu arada Türk halkı psikolojik olarak senaryonun yeni merhalelerine biraz daha iyi hazırlanıyor.
Bir kurtarıcı lazım.
Daha önce tanışılmış beğenilmiş yeni bir aktörle anlaşma sağlanıyor ve “BOP Eş Başkanı” olarak ataması yapılarak siyasi arenada 1. Lige yükseltiliyor.
– ara detayları geçiyorum, bunları herkes biliyor- Eş başkan siyasal İslam’ın temsilcisi sadece Türkiye’de değil İslam coğrafyasında parlatılıyor.
Bilindiği üzere halifelik İngiliz projesidir.
Çünkü 1857’de Hindistan’da ayaklanma çıkmış İngiliz’ler II.Abdülhamid’den yardım istemiş ve halifenin gönderdiği ferman ile kıçlarını kurtarmış hatta Müslümanlar geri çekildiği için binlerce Hindu’nun da İngilizler tarafından öldürülmesine neden olmuştur.
Hindistan – Pakistan arasındaki çekişmenin kaynağı o zamanlara dayanmaktadır.
Gerçekte fiiliyatta Müslüman ülkelerin halifesi kraliçe (kral) ise de Müslümanlardan bir halife onların işlerini çok kolaylaştırabilirdi.
Geçmişte bunun faydasını görmüşlerdi.
Günümüzde ise bu halifelik işi özellikle Araplar tarafından çok hoş karşılanmadı anlaşılan ki halifelik projesi tozlanmaya bırakıldı.
BOP eş başkanı o konuda genel olarak “ne istediler de vermedik” düşüncesinde olduğundan vazgeçenin kendisi olmadığını düşünebiliriz.
Muhtemelen Araplar bu işe şiddetli direnç gösterdiler.
Çünkü –bizim dindar çevreler pek bilmez ama- Araplar bizi pek sevmez, bizi Müslüman’dan dahi kabul etmez.
Kendisi mevladır (efendi) Türkler ise mevali (özgür köle).
Asil Arap dururken bir mevalinin halife olması kabul edilebilir bir durum değildir.
Bir zamanlar Türkler siyasi nedenlerle halifeliği almışlar ve yine siyasi olarak kullanmaya çalışmışlardır.
Doğal olarak bu Arap ülkelerinde pek etkili olmamış, sadece kuzey ülkelerinde anlam ifade etmiştir.
Bosna'dan, Türkistan’a kadar halife ve talimatları saygı ile karşılanıp yerine getirilirken Araplar avam ifade ile tınlamamışlardır.
Araplara göre Osmanlı onları sömürmüştür.
Yavuz Bülent Bakiler bir anısında Kabe’de sohbette bir Mısırlının “Osmanlı bizi sömürdü” iddiasına “Osmanlı sizi nasıl sömürdü, petrolünüzü mü aldı, tarihi eserlerinizi mi aldı, karınızı- kızınızı mı aldı? Nasıl sömürdü?” diye çıkıştığını anlatır.
Bunu İngilizlerin o bölgede yapmış olduğu propagandaya bağlar ancak I. dünya savaşında V. Mehmet Reşat, halife sıfatıyla cihad-ı ekber (büyük cihat) ilan etmiş ve malum olduğu üzere Araplar İngilizlerle bir olup Mehmetçiğimizi o topraklarda katletmişlerdir.
Bu yazdıklarım kendisini dindar olarak tanımlayan arkadaşların pek hoşuna gitmeyecektir ancak maalesef hakikat bu.
Bizler artık romantik duygularla dünyayı algılamayı bırakmalı ve gerçeklerle yüzleşmeliyiz.
Bu yazıyı okuyan herkese sesleniyorum.
Düzen değişiyor ve sahip olduğunuz yaşam kesinlikle daha iyi olmayacak.
Her an Suriye veya Lübnan’daki gibi bir iç savaşa sürüklenebiliriz.
BOP’un nihai hedefi bizi Sevr’de gerçekleştiremedikleri parçalara bölmektir.
Condoleezza Rice bunu 2003’te ağzından kaçırdı.
"Türkiye dahil 22 devletin sınırları değişecek".
BOP eş başkanının bu işi tamamlaması için görevde tutulduğunu anlamak için üstün zekaya sahip olmaya gerek yok sanırım.
Ayrıca okuyucunun şunu da idrak etmesi lazım şu an sahip olduğunuz hemen her şeyi kaybedeceksiniz en başta da huzuru.
Tipik Türkmen kafası ile ateş kapıya gelene kadar seyrediyorsunuz ama ateş kapıya geldiğinde bizim yörenin ağzıyla “ula ula ula… “ demeniz bir anlam ifade etmeyecek iş işten geçmiş çok geç kalınmış olunacak.
Ne olacak?
Mesela emekli maaşınız artık olmayacak.
Türkiye’nin 8 parçaya ayrılması dostlarımız tarafından uygun görülmüş.
Kenan Evren taa 80’lerde kendi ağzıyla ifade etmişti.
Tabi öyle bölününce ekonomi, sosyal güvenlik sistemi, vergi sistemi, vs herşey bir birine girecek, birçok bölgede para olmadığı için sosyal güvenlik sistemi çökecek ve ne sağlık hizmeti ne de emeklilik sistemi artık düzgün çalışmayacak.
Emekliler bir gün atm’ye gittiğinde emekli maaşının yatmadığını görecek.
Soruşturduğunda bağlı olduğu ülke sgk’sı “sen TC’nin emeklisisin git maaşını oradan al” cevabı ile karşılaşacak.
Sizce bunlar hayal mi?
Yugoslavya’da birebir yaşandı.
Srebrenitsa’yı hatırlıyoruz değil mi?
Önce katliam sonra hakların ihlali.
Öyle şeyler umarım yaşanmaz ama ola ki yaşarsanız herhalde zihninizde beliren motto da şu olur “hayaldi gerçek oldu”
Kusura bakmayın karamsar bir tablo çiziyorum belki ama bu tabloda gördüklerim bunları düşündürtüyor.
Dostlarımız yukarıda bahsettiğim 4 ekiple, bize o ekiplerin -güya- temsil ettiği değerleri tükettirdiler.
Uluslararası anlaşmalar ve bir takım strateji değişiklikleri ile senaryonun başka bir safhasına geçiyoruz.
Mesela “Terörsüz Türkiye” gibi hoş bir başlıkla insan ölümlerinin biteceği ve huzur geleceği gibi bir izlenim uyandırılıyor.
Gerçekte öyle mi olacak acaba?
Bir kesim insanımız okuyup, yazan, aklını kullanan insanlarımızın ikazlarından ziyade -defaatle bahsettiğim- güvendiği kimselerin sözlerini tekrarlamaktan öte bir varlık gösteremiyor.
Kendileri ve çocukları için oluşabilecek felaketi idrak etmekten çok uzak bir şekilde sanırsın ki varoluş mücadelesi veriyor.
Gerçekte ise kendi sonuna odun taşıyor.
Kasabın bıçağını yalamak metaforunu da çok yerinde buluyorum.
2022 yılından bu yana youtube kanalımdan yaptığım bütün yayınlarda sizlere siyasilerin hiçbirinden sizlere fayda gelemeyeceğini, bu partili sistemin ülkemize yarar değil zarar getirdiğini, siyaset sahnesinde olanların maalesef milletin değerlerini taşımadığını, kendi menfaatlerince faaliyet gösterdiklerini, aralarındaki kavganın göstermelik olduğunu, kürsüde kavga edip sonra meclis lokantasında sudan ucuz yemeklerde güzel güzel sohbet ettiklerini, seçim kazanan belediye başkanlarının karşısına parti yönetimini geldiğini işe alınacaklar, makam verilecekler, ihale verilecekler, parti il-ilçe teşkilatlarının ihtiyaçları vs den vatandaşa hizmete sıra gelmediğini anlattım.
Bir çok dostum hakikati gördü, benim göremediklerimi de onlar bana gösterdi.
Bizler milletimizin ve devletimizin yanında tüm partilerin karşısında duruşumuzu gösterdik.
Seçimden bu tarafa yaşananlar bu parti meselesinin çok daha fazla kimse tarafından anlaşılmasına vesile oldu.
İş işten geçmeden sadece kendi çıkarlarını düşünen, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğini tehlikeye atan siyasetçilere DUR deme zamanı gelmiştir.
İklim yasası, maden yasası, ikiz yasalar, BM milletlerin ülke yönetimine müdahale etmesine izin veren anlaşmalar ve bunların üstüne tüy diken anayasa değişikliği.
Artık çocukça partizanlık bırakılmalı aklı başında bir vatandaş olarak tüm siyasetçilere şahsi çıkarlarını ülke çıkarlarının önünde tutmamaları gerektiği doğrudan ifade edilmelidir.
Bu görüş bildirimleri eskisi kadar zor değil sosyal medya, e-mail- e-devlet, cimer vs gibi kanallardan yapılabilir.
Siyasetçi mesajı anketten almamalı doğrudan almalı.
Ben bu projenin hayata geçirilmesini ve buna bağlı olarak anayasanın değiştirilmesini değerlerim, inançlarım, şehitlere olan saygımdan ötürü doğru bulmuyorum” diyemeyecek kadar korkak mıyız?
Sosyal medyada hele bir gelsinler, hele bir çıksınlar diye meydan okuyanlar bu basit, kolay ve anayasal hak olan görüş bildiriminden korkuyor ama meydanda had bildireceğini söylüyor.
Sizce bir çelişki yok mu?
Bu işi sertleşmeden medenice, hukuk içinde halletmek gerekir.
Öyle bir çatışma ortamı yaratılmaz dostlarımız cephede bizi yenemeyeceklerini bilirler çok akıllı adamlar.
Biz de akıllıca davranıp mücadeleyi –genelde beceremediğimiz alanda- masada kazanmalıyız.
“Yahu ne olacak? Eyalet sistemine geçelim. Belki daha iyi olur.” diye düşünenler de olabilir.
Her değişim bir risktir.
Bu tür değişimlerin büyük çoğunluğu istatistiksel olarak maddi manevi kayıplarla sonuçlanır.
En basitinden öyle elini kolunu sallaya sallaya İstanbul’a Antalya’ gitmeyi unutacaksınız.
Deniz kenarında tatili, emekli maaşını, iyi bir üniversite eğitimini, İstanbul’un getirdiği gayrı safi milli hasılayı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun gıda ürünlerini, petrolünü, Karadeniz’deki kapı pencere açmamızı sağlayan doğalgazı da unutacaksınız.
Askerine, polisine, devlete güvenmeyi de unutacaksınız.
Küçük devletler, zayıf yönetimler.
İstenen bu.
Dünya üzerinde gerçekleştirilmek istenen temel hedef bu.
Bazıları -ki bunlar esasen dostlarımızın şuurlu ya da şuursuz saha elemanları- bu tespitleri basitleştirmek, hafife almak ve dikkatlerden uzaklaştırmak için komplo teorisi derlerdi.
Şu an öyle bir zaman ki yaşananlar komplo teorisi olmadığını ortaya koydu.
Irak bölündü, Suriye bölündü, Libya bölündü, İran az kaldı bölmek için uğraşıyorlar ve sıra bize geliyor.
İklim yasası meclisten geçiyor, vekiller adımıza “kabul” veriyor, yeliz denen selam verilmeyecek birine “çamuriyet” gibi bir ifade kullandırılıyor.
PKK’lı kadın ağzından kaçırıyor; “anayasal değişim lazım” diyor.
Eşit Yurttaşlık diye kulağa hoş gelen ama arkasında federe devlet bölünmesini barındıran sinsi bir söylem dünya çapında ve özellikle Türkiye’de gündeme taşınıyor.
Eşit yurttaşlık insanların iyi niyetini kullanmak için üretilmiş, esasen çoğunluğu aptal durumuna düşüren bir ifade.
Bir çok Kürt dostum var, bazı dostlarımın Kürt olup olmadığını dahi bilmem çünkü önemli olan insanlığıdır, ırkı değil, onları çok severim onlar da beni çok sever.
Esasen bu ülkede Kürtlerin bir sorunu yok.
Her türlü ihtiyaçlarını (eğitim, sağlık, ticari faaliyet, kamu da iş bulma, yükselme vs) hiçbir engellemeye uğramadan karşılıyorlar.
Kimse onlara öte git demiyor, akraba olmuşuz kardeşlik hukuku içinde yaşıyoruz.
“Efendim 80’de Diyarbakır ceza evinde yaşananlar ne olacak, 90’larda faili meçhul cinayetler ne olacak?”
Önceki bölümlerde anlattık güzel kardeşim o yapılanlar dostlarımızın içimizdeki elemanları ile yapmış oldukları birbirimize düşürme operasyonu idi.
Artık olanları daha net okuyabiliyoruz.
Dostlarımız tarafından eğitilen subaylar verdikleri emirlerle bir taraftan vatan kurtarmak için gözü kara gençlerin cezaevlerinde onurları ile oynuyor, eziyor bir daha baş kaldıramayacak şekilde sindiriyor (ülkücü cezaevi komutanının ülkücü gençlere işkence uyguladığı biliniyor), bir taraftan da Diyarbakır cezaevi başta olmak üzere Kürt kardeşlerimize ayrı bir zulümle zulmediyor Türkiye Cumhuriyeti devletine düşman hale getirmeye çalışıyordu.
Başardılar mı?
Bir ölçüde evet.
Daha sonra yine emirle hayata geçirilen PKK’nın bahanesi bu yapılan zulümlerdi.
Kendini devlet sanan alçaklardan biri şöyle demişti “Efendim PKK’yı biz kurdurduk ama bu sayede Türk ordusu dünyanın en becerikli ordusu haline geldi”.
Ölür müsün, öldürür müsün?
70 bin insan ölmüş kundakta bebeler atasız kalmış bu alçaklar alçaklıklarını örtmek için pişkin pişkin kuş kadar beyinlerinde ürettikleri bahanelerle ihanetlerine bahane üretiyorlar.
İşte bu milletin sorunu devlet kademesinde görev alan aslında bu millete hizmet etmeyen bu satılmış ruhlardır.
Bunlar dahi bugün deşifre olmuştur.
Şimdi ise yine bize aptal muamelesi yapıyorlar.
3-5 tüfeği kazanda tutuşturmuşlar, yakın çekim uzak çekim şov yapıyorlar.
KCK, YPG orada duruyor PKK silah bırakıyormuş.
Dostlarımızın ülkemizden geçirerek götürdüğü binlerce TIR malzeme nerede?
O malzeme kim için getirtildi?
Siyasiler neden ülkemizden geçirilerek bunlara teslim edilmesine müsaade etti?
PKK 70 bin insanımızın ölümüne sebep oldu, 15 binden fazla şehit verdik, 10 binden fazla şehit çocuğu var, 30 binden fazla gazimiz var.
Yaklaşık 2 trilyon dolar zarar verdi.
Altyapıya, sanayiye, tarıma, hayvancılığa, turizme zarar verdiler.
1984'ten bu yana 41 yıl boyunca Türkiye ekonomisinin her yıl en az %2 oranında büyümesini engellediler.
Kişi başına düşen milli gelirin azalmasına yol açtılar.
Utanmadan üstüne entegrasyon ayağıyla özerklik istiyorlar
Sorunun gerçekte DOSTlarımızın ülkemizin doğu bölgesinin zenginliklerine daha güçlü şekilde çökebilmek olduğunu görmemiz gerekiyor bu arada arz-ı mevud’un da hiç aradan çıkmadığını ifade etmek gerekir.
Fırat ve Dicle’nin doğduğu yerlerden itibaren tüm coğrafyayı istiyorlar.
Suriye sınırında önceden mayınlı olan arazinin altındaki petrol, altın, bakır, fosfat, krom, doğu akdeniz gazı, nadir toprak elementleri (ki bunların bazılarını bilen biliyor) ve Malatya’daki 120 trilyon dolarlık toryum rezervi dostlarımızın iştahını kabartıyor.
Esasen meselenin bu çerçevede olduğunu bilmeniz çok önemli.
Güncel verilere ulaşamıyoruz ancak Türkiye’de 386 bin maden ruhsatı var 2023 verilerine göre 649 yabancı şirket var.
Amerika, Kanada, İngiltere başta olmak üzere özellikle altın madeni işletmeciliğini yürütüyorlar.
Üretimden devlete kalan %3-%5 kadar.
Tabi beyan esaslı.
Belki 10 ton çıkarıyor 1 ton çıkardım diyor.
Bir bilgiye göre maden sahalarını denetlemek ile ilgili sorun var.
Diyeceksiniz ki “e zaten ülkeyi sömürüyorlar neden bunca meşakkate girsinler ki”.
Sorun yine Mustafa Kemal.
Mustafa Kemal bir numune, Oğuz’dan bunlardan çok var.
Her zaman çıkar ve her an böyle birileri çıkıp dostlarımızın bütün düzenlerini alt edebilirler.
Kendi aramızda konuşuyoruz.
Evet aptalımız, kıt akıllımız da çok ama o an geldiğinde eğer vaatlerin yalan olduğu, birilerinin Oğuzun iyi niyetini istismar ettiği ortaya çıkarsa o hakkın yerini bulması için Oğuz babasını dahi tanımaz.
Korkularının temelinde bunun yattığını düşünüyorum.
Adamlar geçmişte aldıkları boy ölçüsünden dolayı içleri bir türlü rahat etmiyor.
Şu dönemde menfaatler örtüştüğü için Cumhur İttifakı ve dış güç destekli PKK’nın aynı safta yer aldığını görüyoruz.
Demokratik bir ülkede sırf iktidarı kaybetmemek için çok tehlikeli ilişkiler tesis etmek doğru değildir.
Bu ülkeye çok büyük zararlar verdiği gibi bu ilişkilerde rol alan kimseler için de zarar verici olacaktır.
Osmanlı hanedanının yüzlerce yıl boyunca yaptığı hatalar hanedan üyelerine pahalıya patlamıştır.
Yapılanın yanına kar kalma devri bitmiştir.
Onca yıl iyisinizdir bir büyük yanlış yaparsınız tarihe kötü halinizle geçersiniz.
Sertlik ve zorbalık iktidarlar tarafından yüzlerce kez denenmiştir ancak ne kadar artarsa sonucu da o kadar vahim olmuştur.
Hangi birini anlatalım Hitler’imi, Çavuşesku’yu mu, Pol Pot’umu, Mussolini’mi, Saddam’mı, Kaddafi mi?
Örnekler daha artırılabilir.
Teşbih de hata olmaz testi kırılmadan yolun başında uyarmak lazım.
Herkesin bir hesabı var ama Allah’ın ise bir adaleti var.
Dünyadaki liderlerin Allah’a (veya bir Tanrı’ya) inanmadıklarını düşünüyorum.
Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de ayetle tescil ettiği gazabı indirmemesi de bunların cesaretini artırmaktadır.
Ancaaak eğer tepeden inme şak diye bir müdahalede bulunsa o zaman oyun biter.
Bu dünya imtihan dünyası olmaktan çıkar.
Bu liderler bunu bir türlü anlamıyorlar.
Nemrut'un sineğini kimse akından çıkarmasın
Emin olun Türkiye partisiz, meclis hükümeti şeklinde, liyakatli vatan evlatları ile oluşturulan bir hükümetle 10 yıl içinde dünya lideri olması işten bile değildir.
Dedim ya Mustafa Kemal ve tarih onlara şunu çok acı şekilde öğretti Oğuz’la ne savaşta ne üretimde baş edilmez.
Dünyanın merkezindeyiz, Avrupalı’nın 80 senede geliştirdiği teknolojiyi 10-15 senede gerçekleştirebiliyoruz, adam diksen toprağa adam ağacı bitiyor ama ne tarım kaldı, ne hayvancılık ne de çiftçi…
Dün bir firmayı ziyaret ettim.
Son derece mütevazı imkanlarla dakikada 6000 mermi atabilen makineli tüfek üretmişler.
Savunma sanayiinde yaşanan tüm zorluklara rağmen.
Patentlerle tasarımı tescillemişler.
Bu sadece bugünkü örnek ondan fazla örnek verebilirim.
Oğuzun çocukları ile baş edilemez.
Bunu onlar bizden daha iyi biliyor o yüzden Oğuz’un idaresini Oğuz’a bırakmamak için çok geniş kadro ile çok iyi çalışıyorlar.
Oğuz ise tüm iyi niyetiyle yüzüne güleni dost, her abdest alıp namaz kılanı, Arapça iki ayet okuyanı da kitabi Müslüman zannediyor ama artık internetle birlikte en aptalı dahi bildikleri ile gördükleri arasındaki farkı sorgulamaya başlardı.
Parti düzeninin ne olduğunu anladı ve 50’nin üstündeki oran 30’un altına indi.
Liyakatli, partili olmayan, teknokrat bir ekibin millet önüne çıkması halinde bu oran çok daha aşağılara ineceği kesindir.
Gençlerimiz uyanmıştır, 40 yaş ve üstü ise uyanma yolundadır.
Bunu umut verici olarak değerlendirmek gerekir.
Aklı başında, körü körüne biat etmemiş herkes ülkenin milletin ne yapılması gerektiğini gayet iyi biliyor.
Artık Hanya’yı Konya’yı anladı.
Beyni yıkanmış, aklı alınmış, aynı şeyleri tekrara bağlamış bir kesim dışında siyasetçilerin yalanlarına artık kimse kanmıyor.
Kanmaktan vazgeçmeyenleri ise sosyal Cumhuriyet döneminin en önemli Türkçü düşünürlerinden psikolog, fikir adamı, yazar rahmetli Prof.Dr. Erol GÜNGÖR, ilk baskısı 1993’te yapılan Türk Kültürü ve Milliyetçilik isimli eserinde şöyle ifade ediyor.
Bugüne kadar Siyasal İslamcılık, Hakim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur...
Bunların amacı; "İslam ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkede milliyetçi politikayı etkisiz duruma getirmektir"
Bu azınlıklar ayrılıkçı bir politika takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açıklamaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe İslâm davasının şampiyonu olarak görünürler...
Prof. Dr. Erol GÜNGÖR
(Türk Kültürü ve Milliyetçilik)
Yani ne diyor hoca.
Siyasal İslamcılık hakim milliyete karşı hoşnutsuzluğu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi imiş.
Yani Türkiye’de Türkmenlerden hoşnut olmayan etnik azınlık burada toplanırmış.
Bakın çok önemli bir noktaya geldik.
Bu bildiğimiz siyasal İslamcılar arasında anası Yahudi olan var –ki Yahudilik anadan yürür-, kendisi Kürt kılığına girmiş Ermeni var, Pakraduni var, hatta ülke Sevr’e göre bölünsün de biz de arada biz de devletimizi kuralım diyen Pontus’çular var.
Üstelik bunların hiçbir vakit namazını kaçırmıyor.
Adamlardaki kine bakın, esasen ne Türkmen hatta ne de Müslüman.
Araya sızmış, abdest alıyor, namaz kılıyor bunun yazı var kışı var bu zahmete katlanıyor.
Neden?
Çünkü onlara ekmek veren, yer yurt veren, makam veren Türkmen’den intikam alacak.
Atatürk’ün yaptığı en büyük hata bu bence.
Bir Türkmen kafasıyla yurttaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür diye herkesi eşit kılmış.
Kötü niyetli olanlar da yer değiştirmiş, isim değiştirmiş, gizlemiş kendini başlamış ülkenin altını kazmaya.
Bunların hepsi birbirini iyi biliyor, çabuk buluyor.
Yazsana nüfus cüzdanına bu Pakraduni, bu Hristiyan Ermeni, kim kimdir bilelim. Kimse kendini gizleyemesin.
Birtakım kötü niyetli işlere girişemesin.
Bunlar böyle de bu arada bizim Türkmenlere ne oluyor?
Sizde üç kuruşluk akıl yok mu?
Hepsini mi verdiniz bunların emrine.
Hiç mi okumazsınız, dinlemezsiniz?
Adam tetikçi olmuş sabah akşam İmamoğlu paylaşıyor.
İmamoğlu kadar kafana taş düşsün.
İmamoğlu aşağı İmamoğlu yukarı….
Memleket yangın yeri…
Cayır cayır ormanlar yanıyor bir tane yangın söndürme uçağı yok, yüzlerce kişinin ölümüne sebep olmuş PKK’lı caniler hapisten çıkarılıyor, zavallı emekli 13 bine 1 ay geçinmeye çalışıyor, genç kızlar borç ödemek için etini satmaya duruyor, bu zavallı hayatın gerçekliğinden kopuk İmamoğlu diyor, İTRAİL diyor (güya hakaret etmiş oluyor, … yiyorsa gitsene Gazze’ye, basit basit çocuksu şovlar), Özgür diyor, CEHAPE diyor.
Yahu kardeşim sen dünyaya borudan mı bakıyorsun?
Bu solculardan başka hiçbir şey görmüyor musun?
Bence dünyanın en temel sorunu akılsız insanların çoğunluğu teşkil ediyor olması.
İnsanların aklını almak için din, ideoloji, film, stk, internet vs türlü enstrümanlar kullanıyorlar.
Amaç; kendileri cenneti yaşasın diğer milletler de cennete gitmek için ölmeyi beklesin.
Bizler ülkemizi böldürmeyeceğiz, cumhuriyetin bize kazandırdığı haklardan vazgeçmeyeceğiz, emperyalistlerin oyunlarına artık gelmeyeceğiz, kardeşliğimizi bozdurmayacağız, ezana-bayrağa halel getirtmeyeceğiz, bu ülkeye gönülden bağlı hiçbir insanımıza zarar getirtmeyeceğiz.
Dost bildiklerimiz bizden daha zengin olabilir, uzun süre bizi aldatmış olabilir, niyetleri salih olmayabilir, daha iyi teşkilatlanmış olabilir, fark etmez.
Henüz taşlar kutuya konmadı.
Biz daha akıllıyız, biz daha güçlüyüz ve biz vatanımızı savunuyoruz dün olduğu gibi bugün de haklıyız.
Değerli dostlarım, fiili olarak siyasi arenada bulunduğum süre içinde edindiğim verilerle ortaya çıkan geniş resmi size aktarmaya çalıştım.
Benzer bilgileri birçok gazeteci, düşünür ve bazı siyasetçilerden de alabilirsiniz.
Diğerleri ile aramızdaki fark şu, ben içinizden biriyim ve bizzat bunları sahada, yerinde gördüm.
Siyasi tarihe ilişkin olayları şahitlerinden bizzat dinledim.
Hatta çapraz sorularda bir olayı birkaç kişiye teyit ettirme imkanı buldum.
Bir vatansever olarak ülkeme, milletime karşı vazifemi elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum.
Şu an yapabileceğim ancak bu kadar.
Çoğunuzun bildiği üzere geçen seçimlerde CB adayı oldum.
Eşim dahil kimseden şahsen imza istemedim.
İmza veren dostlarım, üstün bir cesaretle gittiler, benim ricam üzerine değil kendi iradeleri ile imza verdiler.
Kendilerine minnettarım.
Siyasi bir hedefim olmadığını, bir ikbal peşinde olmadığımı bir kez daha ifade etmek isterim.
Çok şükür ne paraya, ne makamdan gelecek şerefe, ne de insanların makamdan ötürü göstereceği saygıya ihtiyacım var.
Bunlar benim için herhangi bir anlam ifade etmiyor.
Benim için Maslow’un piramitinin tepesi bu ülkeyi muasır medeniyetler seviyesinin üstünde görmek, evlatlarımıza yaşanabilir, zengin, müreffeh bir ülke bırakmaktır.
Dünyanın merkezinde, herkesin gözünün üzerinde olduğu bu muhteşem topraklarda sefil olmak bana göre büyük aptallıktır ve bunun sebebi bizden görünen ama dostlarımızın direktifleri ile hareket eden siyasetçilerdir.
Mücadelem temel olarak bunlarladır ve seçtiğim yöntem ise; mensubu olmaktan şeref duyduğum milletimi aydınlatmak, olayları anlaşılır şekilde sunmaya çalışmak, farkındalığı artırmak şeklindedir.
Esasen belgeli 10 mesleğim, kariyerim, yayınlarım, şirketimde sahip olduğum patentli teknolojimle dünyanın her gelişmiş ülkesinde rahatlıkla daha güvenli ve müreffeh bir hayat kurabilirim.
Ancak bir Oğuz olarak ben de atalar kültüne bağlıyım ve atalarıma duyduğum sorumluluktan ötürü benim için daha konforlu olacak seçeneği seçmiyorum.
Bunları şunun altını çizmek için anlatıyorum; birçok okurumuz özelde görüştüğümüzde yayınlarımızı takip ettiğini ifade ediyor ama bir beğeni atmaktan, küçük bir destek yorumu yapmaktan imtina ediyor.
Hâlbuki bırakın beğeni atmayı sizin haklarınız için, sizin adınıza mücadele eden, her türlü tehlikeyi göze almış kimselere destek olmak gerekmez mi?
Olabildiğince arkasında durmak, sizin için emek ve zaman harcayarak ürettiği fikirleri ya da youtube kanalında yayınladığı sohbetlerdeki bilge kişilerin fikirlerini çevrede konuşarak yaygınlaşmasını, toplumsal bir kanaat oluşmasına katkı sağlamaya çalışmak gerekmez mi?
Bu mücadeleyi veren kimselerin samimi olup olmadığını anlamak çok mu zor?
Zaten toru topu kaç kişi var?
Bu dahi size zor geliyorsa söyleyin de en azından bizler de Don Kişot’luktan vazgeçelim ve şu dörtlük günlük dünyanın keyfini sürelim.
Sizce de ironik değil mi tuzu kuru olanı almış bir gaile, hayatı dahil her şeyini kaybedebilecek olan diğerlerinin ise umurunda değil….
Prof. Doç. Dr. Halil Murat ÜNVER
Profesör: Elektrik - Elektronik Mühendisliği
Doçent: Bilgisayar Mühendisliği

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.