
Çidem Ayözger Ergüvenç
Distopya 2
İnsan yaşamını çeşitli evrelere ayırırım; on beş ile otuz yaş arası ilk gençlik, otuz ile kırk arası orta gençlik, kırk -elli ileri gençlik. Elli, altmış ilk orta yaş, altmış altmış beş orta orta yaş, altmış beş-yetmiş beş ileri orta yaş. Yetmiş beş-seksen üç ilk yaşlılık, ki ben o devremdeyim; sonrasını boş verin.
İlk gençlik yıllarımın ilk günleri altmışlı yıllara rastlar. Dünya iki büyük savaştan dersini almış olduğu için savaş baltalarını gömmüş, yaralarını sarmakla meşgûl. Egzistanziyalizm, ardından çiçek çocuklar, dünyayı birbirine katanThe Beatles topluluğu, daha neler neler.
Türkiye demokrasiyi restore etmek için yapılmış olan 27 Mayıs devrimine tanık olmuş. Tarihinin en demokratik anayasası hazırlanmış. Senatomuz var. Üniversiteler gerçek bilim yuvaları ve gençler sınavasız olarak istedikleri eğitimi seçebiliyor. Memur maaşları refah düzeyi ile paralel. Enflasyon henüz canavrlaşmamış. Sağlık sektörü tıkır tıkır işliyor. Hastalar tedavilerine sıra gelmediği için ölüp gitmiyor. Televizyon olmadığı için insanlar akşamları gönüllerince sosyalleşebiliyor. İlkokul kitaplarında yer alan resimlerde akşam vakti çocuklar halı üstünde oynarken anne kitap, baba gazete okuyor. Türkiye’nin en büyük sendikası henüz sararmamış.
Sonra... Anayasanın bize birkaç beden büyük olduğuna karar verilip kuşa çevrilmeğe başlıyor. Okul kitaplarında çocuklar oynayıp babalar gazete okurken anneler salonun ortasında ütü yapıyor. Enflasyon ufak ufak büyüyor. Sağcı-solcu tartışmaları, savaşları ve cinayetler başlıyor. Fruko kamyonlarında dolaştıkları için kendilerine frukolar dediğimiz polisler belirgin biçimde solculara saldırırken sağcıları kolluyor. Hepimizin bağrında büyük yara açan, bugün bile acısını yaşadığımız devlet eliyle işlenmiş Deniz Gezmiş’ler cinayeti gerçekleşiyor.
İtiş kakıl arasında 12 Martı Muhturası, ardından 12 Eylül felaketi. Kenan Evren bütün haddini bilmezliği ve söylemeğe dilimin varmadığı en kötü nitelikleriyle ülkeyi Hadis-i Şeriflerle yönetmeğe çalışıyor. Sürahi ve bardakları dediğimiz ihtilal paşaları dünyalıklarını toplamaya başlıyor. Faşist Evren “Asmayalım da besleyelim mi” diye son derece hümanist!yaklaşımıyla çocukların yaşını büyütüp asabiliyor.
Derken yollar yürümekle aşamasınmaz sürecinden Anayasa bir kez delinmeyle bir şey olmaz sürecine geliyoruz. Turgut Özal dönemi birçok bakımdan ülkeye büyük zarar veriyor. Sarışın Tombul hanım başbakan olup hem zarar veriyor hem de abuk sabuk konuşuyor.
Gün oluyor, devran dönüyor enflasyon iyiden iyiye canavarlaşıyor. Orta kesim diye bir şey kalmıyor ya, kaldığını varsaydıklarımız da evlerine ayda yarım kilo et alabilecek kadar fakirleşiyor. Çocuklar aç yatıp, aç kalkıp gökte aydede varken okula gidip, zifir karanlıkta evlerine dönüyor. Kadınlar okul kitaplarında bile salonda ütü yapamıyor çünkü kocaları, babaları ya da eski eşleri tarafından tavuk gibi kesiliyor. Gün geçmiyor ki haberlerde bir kadın cinayeti duymayalım.
Kalan kadınların yarısı dinsel inançları yüzünden örtünürken diğer yarısı belki de daha fazlası aile, mahalle baskısı veya politik ya da maddi çıkarlar için tesettüre giriyor. Aydın, pırıl pırıl, kendisini ülkeye hizmete adamış kadınlar sürekli aşağılanıyor.
Sanatın içine tükürülüyor. Sanat eserleri ucube olarak tanımlanıyor. Artık devlet erkânı klasik müzik konserlerine gitmiyor. Bazı gurur kaynağımız olanlar dışında gençler bilgisayar ve cep telefonu müptelâsı oluyor. Bir araya geldiklerinde gülüp söyleyeceklerine ellerindeki telefonlara kilitleniyor. Artık sokakta oynayan çocukları göremiyoruz. Dünyanın en keyifli çocuk oyunlarını bilmiyorlar bile.
Şehirlere göç imrendirildiği için köyler boşalıyor. Tarım ülkesi olmaya çoktan veda ediyoruz. Ülkemizde yetiştiği için gurur duyduğumuz en temel gıda ürünleri bile ithal ediliyor. Hastalar randevu almak için otomatik santralları arayınca duydukları en iyimser yanıt “Şu anda otuzuncu sıradasınız”, derken sinir bozucu bir müzik ve on beş dakika sonra, “Şu anda yirmi dokuzuncu sıradasınız”; tabii lânet olsun deyip telefonu kapatıyorsunuz.Şehirlelrin en uzak köşelerine hiç bir pratikliği olmayan Şehir Hastanelerı kuruluyor. Buralara ulaşmak hem de tedavi görebilmek ayrı bir sorun. Devlet işine geldiği gibi ilaç paralarını karşılıyor. İnsanlar sağıltımları için bazen servetler harcamak durumunda kalıyor. Hastaneler çok, Türk doktorlar yok. Zaten onlara ihtiyacımız olmadığı gururla belirtiliyor.
Yapay yangınlar çıkarılıp yanan yerlere beton yığınları inşa ediliyor. Doğa her fırsattı katlediliyor. Güzelim ormanlar, cennet köşeler altın-maltın aramak uğruna katlediliyor. Seyahat özgürlüğü kalmadı, sakın yanlış anlamayın; üstün yönetim biçimimizden değil, insanların parası olmadığından.
Neden bilmem insanlar pek sevgisiz oldu. Hoşgörü kavramı nereye gitti, arayıp duruyorum ama haberlere kulak kabartınca bunun beyhude bir arayış olduğunu hemen anlıyorum.
İşte bir ütopyadan distopyaya geçiş tablosu daha...
Ama bütün bu koşullar arasında çok gurur duyduğum bir durum var; sanıyorum yakında Guinness Rekorlar Kitabında yerini alacaktı. Dünyanın en entellektüel hapishanesi benim ülkemde. Nazar değecek diye korkuyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.