Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

“DEĞİŞİK BİR PSİKOLOJİ, BİR FELSEFE, İDİOTLOJİ”

Birkaç gün evvel Urfa’da Cumhurbaşkanı Erdoğan, İbrâhim Tatlıses ile düet yapmış. Bunun Oğulpınar’da olmamasını olumlu bir gelişme olarak kabul etsem de merak edip seyretmedim. Çünkü utandım.

Devlet geleneğimize uymayan görüntülere itiraz etmek, devletime olan sevgi ve saygımdandır. Benim için Cumhurbaşkanı, partili de olsa devletin temsilcisidir. Onu, otobüsün tepesinden çay fırlatırken görmek istemiyorum. Onu, magazin figürleriyle asker ziyâretinde görmek istemiyorum. Onu, kadın dövmekle dansöz oynatmakla meşhûr bir türkücüyle türkü söylerken görmek istemiyorum.

Bilmem hatırlar mısınız, Oğulpınar Sınır Karakolu’na artist ve şarkıcılarla yapılan Hollywoodvârî ziyâreti, şiddetle kınamıştım. Bu rezâleti savunmak adına, “100 sene evvel de Çanakkale cephesi de böyle ziyâret edildi.” diyen Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü târihçi İbrâhim Kalın’a da itiraz etmiş; Çanakkale ziyâretinin, çalgı çengi takımıyla değil, şâir ve yazarlarla yapılan gâyet ince bir ziyâret olduğunu hatırlatmıştım. Oğulpınar rezâletinin tekrar edilmemesinde, Türk ordusuna böyle nâhoş bir geleneğin yerleşmemesinde bir nebze olsun katkım varsa ne mutlu bana!

Gelelim şu düet meselesine…

Bizim mahalle bu manzarayı nasıl övecek diye beklerken Ezgi Mola’nın Altın Kelebek Ödül töreninde yaptığı konuşma, imdâda yetişti. Mahsa ismini “Maşa” diye telaffuz edecek kadar konuya Fransız olan Ezgi Mola, İran’daki gelişmeler için “darısı başımıza” dileğinde bulununca sanatsever muhâfazakâr yazarların hedefi oldu. Viyana’da kalinka dinleyen sanatsavar köşe yazarı bile, sanat dersi verdi.

Yeni Şafak yazarı İsmâil Kılıçarslan, altına imzâ atacağım “alıklaştırma” teorisiyle vurdu, Ezgi Mola’yı. Şâir dostu Celâl Fedâî’nin “alıklaştırma” teorisi aklına gelmiş, Altın Kelebek törenini izlerken. Toplum, kendi vasatının çok daha gerisinde kalan eğlence endüstrisi aktörleri eliyle alıklaştırılıyormuş. Köpek hayâtını insan hayâtından daha kıymetli bulup “ölen çocuk da orada dolaşmasaydı mâdem” yazacak kadar alıklaşmayı îzah edebileceğimiz yer, tam olarak burasıymış.

“Îzahtan vâreste bir başka yer de şurası” diyerek devam ediyor Kılıçarslan:

“Eğlence ve ona bağlı olarak medya ile kültür endüstrileri düzelmeyecek, Türkiye’de. Düzelmedikleri gibi her geçen gün düzey kaybı yaşayacaklar. Bu da bizi, ‘bulunmuş en kötü mâkul yönetim’ olan demokrasiden bile koparıp keskin bir idiokrasiye yöneltecek. Evet, İdiokrasi. Mike Jugde imzâlı filmini izleyerek yâhut hiç olmazsa MFÖ’nün Ali Desidero’sundaki ‘değişik bir psikoloji, bir felsefe, idiotloji’ dizesini hatırlayarak ne demek istediğimi çözebilirsiniz bence.”

Kılıçarslan’ın fikrine yüzde yüz katılıyorum. 1930’lu yıllardan itibâren ABD’li başkanların eğlence sektörünü, özellikle de sinemayı kullanarak ekonomik bunalımı, savaş suçlarını, yolsuzlukları nasıl örtbas ettiğini; Hollywood starlarını kullanarak önce Amerikan halkını, sonra dünyâyı nasıl yönettiklerini muhtelif yazılarımda ifâde ettim.

Sadede geleyim.

Eğlence endüstrisi aktörleri eliyle toplumun alıklaştırıldığını düşünen Kılıçarslan, yazısına, Altın Kelebek törenini seyrettiği için Erdoğan ve Tatlıses düetini kaçırdığını belirterek başlamış. (Sanki internette yok.)

Kılıçarslan’ın köşedaşı iletişim uzmanı Prof. Dr. Ali Saydam’ın şu cümlesi ise alıklaşmanın mı yoksa yandaşlığın mı nirvanası bilemedim:

“Kılıçdaroğlu, Türkiye’ye gelme zahmetine katlanmadan ‘Fıstıklı’dan top atışı’ ile çevrim içi mesajlarını ileten danışmanlarla 4,5 saat süren salon toplantısı düzenlerken Cumhurbaşkanı, Urfa’da 120 binden fazla insanı meydanlara doldurmuş, İbrâhim Tatlıses ile el ele tutuşup türkü çığırıyordu.”

Ne diyeyim?

“Değişik bir psikoloji, bir felsefe, idiotloji”



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.