BAŞKANIM DİYE BİR BAĞIRIN!?

Devlet yönetimi öyle kolay bir iş değildir.
Bilgi ister, donanım ister, deneyim ister.
Akıl ister, vizyon ister, dünya görüşü ister, çok şey ister anlayacağınız.
Öyle her aklına esen devlet yönetimine talip olmamalı.
Önce bir aynaya bakmalı, sonra etrafına bir göz gezdirmeli, hayatında iki kaz gütmüş mü, ailesini iyi idare etmiş mi, her şeyden önemlisi acaba layık mı böylesine önemli bir göreve?
Diploma yeterli değil, bir sürü özellik istiyor devlet adamlığı.
Dürüst olacaksın, namuslu olacaksın, insanları kucaklayacak bir sevgiye sahip olacaksın.
Herkesten farklı, idarecilik yapınla herkesten birkaç metre önde olacaksın.
Okulda da, gençliğinde de, meslek hayatında da farkın görülecek, kabul edilecek.
Öyle üç-beş arkadaşın, akrabanın dolduruşuyla atılmayacaksın siyasete, talip olmayacaksın devlet hayatına.
Olursan sadece kendine değil, devletine ve milletine de büyük zararın dokunur ki, böyle bir zararın telafisi de kolay olmuyor işte.
Ülkemizde bir baş olma, başkan olma sevdası, hastalığı var.
Baş ol da, istersen soğan başı ol derler eskilerimiz.
Bu baş olma hastalığı öylesine salgın hale geldi ki bu toplumda, yolda yürürken "başkanım" diye seslenin kalabalığa, çoğunun kafası size döner.
Zaten derneklerin çokluğundan da anlaşılıyor bu.
Her sokakta birkaç dernek, vakıf, cemaat, kulüp tabelası görmüyor muyuz?
Ayrıca aynı konuda yüzlerce derneğimiz var.
Örneğin kanarya sevenler derneği, sarı kanarya sevenler derneği, öten kanarya derneği, beyaz güvercin derneği, taklacı güvercin derneği, paçalı güvercin derneği, kahveciler derneği, çaycılar derneği, bozacılar derneği, turşucular derneği, tatlıcılar derneği, şöförler derneği, minibüsçüler derneği, cami yaptırma derneği…
Ayrıca bunların yüzlerce çeşidi de, aynı konuda rakip dernekleri de var.
Merak ettim Türkiye’de kaç dernek var diye, 100.000’in üzerinde derneğimiz varmış.
Gerçi bunların çoğu gizli kumar derneği ama, olsun adı dernek ya..
Cemaatler, cemiyetler, vakıflar, odalar, partiler filan onları da hesaba katarsanız, şubeleriyle birlikte milyona dayanır rakamlar.
Yüzbinlerce başkan yani…
Başkan bolluğundan geçilmiyor ülkemizde.
Tepeden tabana pek çok başkana sahibiz.
Bu kadar başkanın çok olduğu yerde, hizmetlerin de çok olması gerekmez mi?
Kazın ayağı öyle değil işte.
Çoğu kuruluşun ne yaptığı, ne iş gördüğü, üyelerine ne fayda sağladığı belirsiz.
Ama hepsine bakın, hepsinde ikilik, ayrışım, muhalefet, adam beğenmeme, çekişme, didişme, kavga, küfürden geçilmiyor.
Başkanlık mühim iş, boş kesekağıdı gibi şişirdiğinde patlayan başkanlık olmaz.
Olmaz ama, bizde pek bakan yok buna.
Biraz kabadayı, biraz külhan, attın mı mangalda kül bırakmazsan eğer ve gücünle çevreni korkutabiliyorsan, başkanlığa müsaitsin demektir.
Bizim Başkan profilimiz genelde bu.
Hay Allah, devlet adamlığından bahsederken nerelere geldik?
Başkanlık sistemini eleştirecektik, yanlışlığı üzerinde duracaktık, bu yanlışın ülkemizi nerelere getirdiğinden söz edecektik ki, laf döndü dolaştı başkana, başkanın kimliğine, nasıl olması gerektiğine geldi dayandı.
Şöyleydi, böyleydi, şuydu, buydu, keşke seçmeseydik, keşke tek başına yetkiyi verip başkan yapmasaydık dönemi çok geride kaldı.
Keşkeler artık yön veremez hayatımıza.
Yaptık işte, bir hata yaptık oldu.
Şimdi hatanın neresinden dönsek kardır bölümündeyiz.
Bu bölümü iyi değerlendirmeliyiz.
Zaman kaybetmemeli, ülke yönetiminde gerekli değişikliği hemen yapmalıyız.
Yapmazsak eğer, zararımızı çok daha büyütür, toparlanmamızı tehlikeye düşürebiliriz.
Devletimizi yöneten bizim başkan çok inatçı, yanlış üstüne yanlış yapıyor, sonuçlarını hesaplamadan bu yanlışlında ısrar ediyor, devletin ve milletin geleceğini tehlikeye atıyor.
Ona sorarsanız, öyle bir tehlike yok.
Biraz dişimizi sıkarsak, Türkiye uçacak ve hepimiz refaha ulaşacağız.
Ama fark etmiyor ki, milletin dişini sıkacak takati kalmadı, kendisine oy verenler bile, bu hayat pahalılığında inançlarını yemeye başladılar.
Ekonomik durumumuz çok kötü.
Paramız bitti, borçlarımız gırtlağımızı sıkıyor.
Üretim alarm verdi, piyasada yangın var.
Taşıma suyla değirmeni döndüremeyiz artık.
Hacılara, hocalara, Araplara güvenip, dışarıdan üç-beş dolar getirtip, can çekişen ekonomimizi ayağa kaldıramayız.
Faizi düşürüp dövizi yükselttikçe, milleti de devleti de daha da fakirleştiriyoruz.
Bu yanlıştan mutlaka, hemen dönmeliyiz.
İngiltere, Rusya, Norveç devamlı faiz arttırıp duruyorlar.
Onlar hiç mi anlamıyorlar ekonomiden?
Herkes giderken Mersin’e, biz niye inat ve ısrarla gideriz ki tersine?
Faizi düşürmek gibi kolay bir yol varken, biz niye iktidarı düşürmenin kavgasına çanak tutarız ki?
Faizi düşürmeyip doları 20 liraya fırlatan bir iktidarı zaten kimse ayakta tutamaz.
Bu durumda faizi değil, iktidarı düşürmeye çalışır kafalar.
Nitekim de öyle oluyor.
Faiz,dolar, merkez bankası, başkanlık kararları, asgari ücret zamlarını hemen biçmeye başlayan fiyat artışları, akaryakıta sürekli zam, marketlerde saatbaşı değişen etiketler filan derken, böyle bir kargaşa ortamında omicron varyantı, genel sağlığımızı kemirmeye devam ediyor.
Buna bir de doktorların ve sağlık görevlilerinin tepkilerini, protestolarını, geçici de olsa iş bırakma eylemlerini, ilaç sıkıntısını da eklerseniz, ekonominin de ötesinde çok ciddi sorunların kapımıza dayandığını görürsünüz.
Bu durumda Başkanlar, partiler, kurumlar, kuruluşlar filan değil, Türkiye’dir, Türkiye’nin kaderidir önemli olan.
Onun için fiyakayı, siyasi restleşmeyi, hesaplaşmayı filan biryana bırakıp, ülkeyi bu duruma getiren iktidar ve sorumlu muhalefetin elele vererek, ülkemizi düze çıkaracak ve milletimize rahat bir nefes aldıracak formülü ve çareyi birlikte bulmaları ve üretmeleri gerekir.
Böylesine gergin ve her kafadan bir sesin çıktığı, fiyatların ve piyasanın dizginlenemediği ortamlarda, gıdaya ulaşılamayacak durumların da meydana gelme ihtimalini, dikkatlerden kaçırmamalıyız.
Komşu ülkelerin insanları, değeri artan paralarıyla alışveriş yapmak için sınırlarımızı zorluyor, birbirlerini çiğniyorlar.
Batan tüccarın yok pahasına satılan mallarına üşüşüyorlar sanki.
Yunan’lılar, Bulgar’lar, Gürcü’ler mağazalarımızı yağmalıyorlar, ne bulurlarsa üç-beş kuruşa alıyorlar.
Trakya’nın üretimi Bulgaristan’a kayıyor, Istanbul’un siparişlerine cevap gelmiyor artık.
Temel gıda maddelerimiz bile yağmalanıyor.
Oysa gıda milli güvenlik meselesidir.
Gıda depolarımızın ağzına kadar dolu olması gerekirken, hububat stoklarımızın erimemesi gerekirken, biz kalkmış elimizdekileri önümüze gelene neredeyse bedavaya dağıtıyoruz.
Böyle şey olur mu?
Bu ülkenin gümrüğü filan yok mu?
Nasıl göz yumarlar onca malımızın, gıda maddelerimizin üç-beş paraya kaçırılmasına?
Biz elimizdeki yiyeceği komşulara sudan ucuza veriyoruz, kendi ihtiyacımızı ise yurtdışına döviz ödeyerek çok pahalıya ithal ediyoruz.
Şimdi dolarımız, euromuz, paramız da pek kalmadı.
Peki, ne yapacağız bu durumda?
Devlet idaresi kolay bir iş değil, devlet adamlığı ise hiç değil…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.