Prof. Dr. Anıl Çeçen

Prof. Dr. Anıl Çeçen

Asıl Oyun Şimdi Başlıyor

İnsanlık tek bir dünya üzerinde yaşamaktadır. Üzerinde yaşam sürdürülen bu gezegenin geçmişi hem tartışmalı konumdaki birçok farklılığı, hem de zengin bilgilerle dolu olan bir birikimi günümüze taşımıştır.

Bu doğrultuda insanoğlu elde bulunan tarih bilgileri ile geçmişini, sahip olunan coğrafya bilgileri ile de gezegenin üzerindeki yerini belirleme şansına sahip bulunmaktadır.

Tarih ve coğrafya ile gezegenin genel durumu belirlenebilmekte ama içinde bulunulan uzay alanı ile de kozmoloji bilimi artık insanlığa yol ve yön gösterebilmektedir.

İnsanlık artık üzerinde yaşamını sürdürdüğü dünya gezegeninin uzay denen derin boşluk içinde yer aldığını ve dünya ile ilgili bütün bilgilerin bundan sonra uzaysal boyutunun diğer bilim dallarını da etkileyebileceği görülmektedir.

Bu aşamadan sonra, insanlar en büyük özellikleri olan düşünmeye başladıkları aşamada yeryüzünün tarihi ve coğrafyası ile yetinmeyerek, uzaysal boyutun kozmolojik bilgi birikimi ile de ilgilenmek durumunda kalacaktır.  

İnsanlar akıp giden zaman süreci içerisinde, bu dünyadan geçip giderken, bulundukları gezegenin tarih ve coğrafya birikimini öncelikle iyi bilecek ve daha sonra da kozmolojik bilgi birikimi ile zaman-uzay -dünya kesişme noktaları ve bağlantılarına göre hareket ederek değerlendirmelerini yapabilecektir.

İnsanlık bu bağlamda gerçekliği araştırırken, ya bilgi birikimi ile hareket ederek var olan durumu ya da geleceği bilimsel yöntemlerle belirleyecek, ya da bilimin yetersiz kaldığı aşamada, var olan bilgi birikiminden hareket ederek duygu ve sezgileriyle oluşturduğu inançları aracılığı ile sorunu çözümleyemeye çalışacaktır.

Evrenin oluşum süreci içerisinde dünya gezegeni de güneş sistemi içinde yerini aldıktan sonra uzun bir süreçten sonra, dünyada mikrobiyolojik oluşumlar ortaya çıkmış ve evrimsel bir süreç içerisinde canlılar dünyası oluştuktan sonra, insanoğlu sahip olduğu beyinsel özellikleri ile diğer canlılardan ayrılarak ve  kendi gelişim çizgisine yönelerek, bugünkü modern dünyanın ortaya çıkışını sağlamıştır.

Ne var ki, biyolojik oluşumların tamamlanmasından sonraki aşamada, insanların antropolojik yapılanmalara yönelmesiyle toplumsal yaşam düzeni ortaya çıkmıştır. İnsanların toplumsal yaşam düzenine geçişinden sonra nüfusun hızla artmasıyla birlikte, bu toplumların yönetimi sorunu gündeme gelmiştir.

Önceleri her toplum kendi kendini yönetebilmenin arayışı içinde olmuş, içine girilen sosyolojik süreçlerde her toplum kendini yönetebilmenin yolunu çeşitli deneyler geçirdikten sonra bulabilmiş, bazıları da bu konuda başarısız kalınca , başka toplumların hegemonyası altına sürüklenerek  dışarıdan yönetilmeye başlanmışlardır .

İlkçağlarda başlayan yeni dönemde , başarısız toplumlar her zaman için başarılı toplumların baskı ve hegemonyaları altında kalmışlardır . Zaman ilerledikçe , bu çıkmazı bazı toplumlar aşabilmiş, bazıları da iyice başarısızlığa sürüklenerek silinip gitmişlerdir.

İnsanlar arasındaki çekişme toplumsal rekabete dönüşmüş ,toplumsal düzenlerin devletleşmesiyle yeni bir aşamaya gelinince , artık çekişme ve rekabet yarışları devletler arasında  gündeme gelmeye başlamıştır.

Asya kıtasında başlayan  insanlığın yaşam macerasının geleceğe yönelik  bir uygarlık yapılanmasına dönüşmesi   ve  daha sonra da bu   uygarlığın Çin’deki  Sarı Irmak  ile Hindistan’daki İndüs ırmağı üzerinden dünyanın tam ortasında yer alan Mezopotamya denilen  orta su ülkesine doğru ilerlemesiyle birlikte  ,kutsal kitaplarda yer alan tarihsel birikim insanlığın geleceğini belirlemek üzere gündeme gelmiştir.

Tarihin Sümerlerde başladığını öne süren batılı tarihçiler , Mezopotamya öncesi Asya uygarlıklarını görmezden gelmişler ama daha sonraki aşamada , tek tanrılı dinler kutsal kitaplar aracılığı ile insanlığın gündemine girince , Asya uygarlıklarından gelen bilgi birikimini yansıtan Sümer tabletleri kaynak olarak kullanılmıştır.

Uygarlığın beşiği olarak kabül edilen  Mezopotamya  döneminde , insanlığın ilk yerleşim  denemelerinin  ortaya çıktığı ve bunların daha sonraki aşamalarda  Avrupa kıtasında gündeme gelen uygarlıklar için yön gösterici olduğu görülmüştür.

Bugün dünyanın en büyük gücü olarak ABD’nin  , Irak’a gelerek işgal etmesi , bazı çevrelerin bakış açıları  doğrultusunda , bir anlamda uygarlığın doğduğu topraklara çağdaş uygarlığın son aşamasında geri döndüğü biçiminde yorumlanabilmektedir.

Üç büyük dinin çıktığı kutsal topraklara batı uygarlığı her türlü askeri ve teknik  birikimi ile çıkarma yaparken ,insanlığın toplu geleceği tartışma ortamına girmektedir.

Uygarlık içinden çıktığı bölgeye geri dönerken , dünyanın sonunun gelmesi ile birlikte yeni bir dünya düzeninin kuruluşu da , siyasal gündemin ortasına  ana tartışma konusu olarak girmektedir.

Geleceğini arayan insanlık , uygarlığın başlangıcına dönüş noktasında ,kendisini yok edebilecek üçüncü cihan savaşı ya da nükleer silahların kullanılması gibi , çok ciddi tehlikeler ile karşı karşıya bulunmaktadır.

Yeniden var olma ya da yok olma çelişkisi ile karşı karşıya kalan insanlık ,tarih boyunca daha iyinin peşinde koşmuş , daha gelişmiş bir toplum düzenine kavuşabilmek için   her türlü mücadeleyi vererek , olağanüstü çabalar ile büyük özverilerde bulunmuştur.

İnsanlık tarihi böylesine çabaların çeşitli örnekleri ile dolu olmasına rağmen, yaşanan olaylar doğrultusunda bir çok olumsuz durumlar ,karışıklıklar ya da  sorunlar birbirini izlemiş ve her zaman için idealize edilen sürekli barış ve mutluluk ortamı bir türlü gerçekleştirilememiştir.

Doğal yaşam döneminde birbirinin kurdu olarak sürekli kavga ve çekişme içinde yaşayan insanlık , toplum düzenine geçtikten sonra ,gene istediği gibi düzenli bir barış ortamına ya da güvenlik yapılanmasına sahip olamamıştır.

Bir yanda olumlu gelişmeler devam ederken , diğer yandan da sürekli olarak olumsuz gelişmeler öne çıkarak insanlığın siyasal gündemini meşgul etmiştir.

Kıskançlık , çekemezlik  ve bencillik gibi insanların olumsuz karakter özellikleri , toplumsal barış ve düzenin oluşturulması önünde ,her zaman için en büyük engeller olarak ortaya çıkmışlardır.

Olumsuz özellikler insanları  birbirinin kurdu haline dönüştürdüğü zaman tam anlamıyla düzensizlik ortamları yaşanmış  , böylesine kaos dönemlerini savaşlar ve çatışmalar izlemiştir.

Her türlü çatışma ya da çekişmeye rağmen hayat gene devam etmiş ve yıllar geçtikçe insanların nüfusu artmıştır .

İnsanların sayısı binlerden yüzbinlere , milyonlara doğru ilerlerken ,genişleyen toplumsal yapıları yönetme konusunda büyük sorunlar çıkmış ve milyonlarca insanı daha kolay ve düzenli bir biçimde yönetebilmenin arayışı aşamasında tek tanrılı dinler insanlık tarihi içindeki yerini almıştır.

İnsanların inanma ihtiyacını karşılama noktasında ortaya çıkan dinler toplumsal yaşama egemen olunca  , kamusal alanın yönetiminde din merkezli bir dönem başlamıştır.

Önce peygamberler aracılığı ile ortaya çıkan tek tanrılı dinler daha sonraki aşamada papalar ya da halifeler aracılığı ile sürdürülerek , milyonlara varan insan toplumlarının düzenli bir biçimde yönetimi sağlanabilmiştir.

Merkezi coğrafyadan ortaya çıkan tek tanrılı dinlerin dünya ülkelerine  doğru yayılmasından sonra , insanlık dinler üzerinden yönetilmeye başlanmıştır. Kitlelerin tek tanrılı dinlere bağlanması sağlanınca , üç tek tanrılı din arasındaki çekişmeler ve bazen da çatışmalar dünya tarihini belirleyen olayların gelişmesine giden yolu açmıştır.

Asya merkezli dünyayı sonraki aşamada Avrupa merkezli dünya yapılanmasının izlemesiyle ,doğu batı dengelerinde tek tanrılı dinleri öne çıkarmıştır.

Yahudiler Roma İmparatorluğunun Orta Doğu’ya gelmesi üzerine bütün dünyaya dağılmışlar ,merkezi coğrafyada ortaya çıkan ikinci tek tanrılı din olarak Hrıstıyanlık ,bütün batı bölgesini işgal ederken , merkezde ortaya çıkan üçüncü tek tanrılı din olarak Müslümanlık da ,Orta Doğu ve  Asya bölgesinde hızla yaygınlık kazanarak , doğu batı dengelerinin yeniden kurulmasına katkı sağlamıştır . Din faktörü böylece insanlığın yönlendirilmesinde en önemli unsur olarak öne çıkmıştır.

Uygarlık Mezopotamya üzerinden Eski  Mısır’a , Yunan’a  ve  Roma İmparatorluğuna  doğru  gelişirken , ortaya Avrupa merkezli bir dünya çıkmış ve bu düzende beş yüz yıl küresel düzen yönlendirilmiştir.

Dinleri devre dışı bırakan bilimsel devrimlerin Avrupa kıtasında  gerçekleşmesi üzerine insanlık bu kıta üzerinden okyanuslara açılmış ve yeryüzünde bulunan beş büyük kıta ele geçirilerek dünyanın her bölgesi , batı Avrupalı  sömürge imparatorluklarının eline geçmiştir.

İngiltere,Fransa,İspanya gibi üç büyük , Hollanda,Belçika ve Portekiz gibi üç küçük batı Avrupa ülkesi, dünya kıtalarını bölüşerek altı büyük sömürge imparatorluğu aracılığı ile dünyanın yönetilmesini sağlamışlardır.

Rönesans ve Reform hareketleri ile aydınlanma çağına giren Avrupa uygarlığı zaman içinde güçlenerek bütün kıtalara egemen olmuş ama aynı zamanda dünya kıtalarının başına bir emperyal hegemonya düzeninin kurulmasına neden olmuştur.

Bilimsel devrimlerin getirdiği  modernizm akımı , birkaç yüz yıllık gelişme sonucunda modern bir dünyanın ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur.

Bilim ve hukuk alanındaki pozitif gelişmeler modern bir dünya düzenini çağdaş uygarlık anlamında insanlığa kazandırırken , sömürgecilik daha da ilerlemiş ve batı ülkelerinin kıtalar üzerindeki sömürge düzenleri üzerinden fazlasıyla zenginleşmelerinin yolları açılmıştır.

Modernleşme süreci  insanlığın  dünyasında eşitlik getirmemiş ,aksine sömürgecilik ve emperyalizm üzerinden eşitsizlikçi bir dünya düzeninin ortaya çıkmasına yol açılmıştır.

Millattan sonra başlayan  uygarlık sürecinde ,insanlık iki bin yıl sonra haksız ve eşitliksiz bir olumsuz duruma sürüklenince  iki büyük dünya savaşı kendiliğinden gündeme gelmiştir.

Yüzyıllar geçtikce , belirli ülkelerde yaşamını sürdüren insan toplulukları ortak kültür,vatan,din ve  ekonomiye sahip olmaya başlamış ve bu yüzden de ulus devletlere giden bir yeni oluşum dönemi gündeme gelmiştir.

Avrupa merkezli dünyada   önce Yahudiler ile Hrıstıyanların savaşları , daha sonraki aşamada Müslümanlar ile Hrıstıyanların çatışmaları ve bir süre sonra da mezhep savaşları olarak, Katolikler ile Protestanların birbirlerini yok etmek üzere bir mücadeleye girmeleri üzerine  ,yerleşik devlet düzenleri ile insanlığın dünya barışına hiçbir zaman erişemeyeceği gibi bir korku giderek yaygınlık kazanmıştır.

Roma İmparatorluğunun  Orta Doğu’daki  Yahudi devletini Milat sıralarında yıkması üzerine, gündeme gelen devlet dışı  kapalı örgütlenmeler,  bugünün gizli dünya devleti oluşumuna  doğru giden yolu açmıştır.

Süleyman Mabedinin yıkılmasından sonra  ortaya çıkan bir gizli yapılanma olan  Tapınak Şövalye’lerini , Sion Kardeşleri izlemiş , daha sonraları da Opus Dei ve İlluminati gibi gizli örgütler üzerinden bir küresel dünya düzeni arayışı , var olan devletler ve imparatorlukların ötesinde geliştirilmeye çalışılmıştır.

Bir yandan sömürgecilik devam edip giderken ,diğer yandan da var olan sömürgeler üzerinden evrensel bir ekonomik düzen oluşturularak , bütün insanlık  yönetilmek istenmiştir.

Avrupa kıtasında  oluşan devletlerin yanı sıra diğer kıtalarda da  var olan sömürgeler  de merkez ülkelere bağlı bir düzen içerisinde yönlendirilmeye çalışılmıştır.

Dünya nüfusunun kıtalar üzerinden milyonları geçerek milyarlara ulaşması üzerine , küresel bir düzen oluşturulması   giderek zorlaşmıştır .

Bir yandan mevcut devletler düzeni ile sorunlar çözülmek istenmiş ama  devletler arası çekişmeler yeni bir düzen oluşturulmasını engelledikçe , bu sefer , kapitalist düzenin zenginlerinin  kurdukları  gizli örgütler , yavaş yavaş dünya devleti görünümünde  insiyatif kullanmaya başlamışlardır.

Yer altı ya da yer üstü  yapılanmalar ile yönlendirilmeye çalışılan dünya halkları ,bekledikleri barış ve mutluluk düzenine hiçbir zaman sürekli olarak sahip olamamışlar , barış dönemlerini  her zaman savaşlar izlemiştir.  

Savaş ve  sıcak çatışmalar dünya gündeminden eksik  olmayınca , istikrarlı bir evrensel düzen ile  beklenen  sürekli barış ortamına kavuşulamamıştır.

İnsanlar arasında doğal yaşamdan bu yana gelen çekişme ve rekabet , önce toplumsal yapılara daha sonraları da devlet düzenlerine yansıdığı zaman ,sonunda kazançlı çıkabilmek için her türlü oyun ,senaryo ve komplo  devreye sokularak zafere ulaşılmak istenmiştir . İnsanlık tarihi böylesine  oyun ve  senaryoların yer aldığı bir  geçmişin  olayları  ile doludur.

Dinler arası çekişmeler  yüzünden dünya barışı gerçekleştirilemeyince , bu kez dinlerin ötesine gidilerek , belirli bölgelerdeki halkların uzun süre birlikte yaşamaktan dolayı kazandıkları yeni yapılanmalar olarak ulus gerçeğinden hareket edilerek bir sonuç elde edilmeye çalışılmıştır.

Din kavgasını geride bırakmak üzere laik devlet gerçeği gündeme getirilmiş ,uluslaşma yolu ile insanlar arasındaki din ve mezhep kavgalarının üzerine çıkılmak istenmiştir.

Fransız devrimi bu konuda tam bir dönemeç olmuş ,bir Hrıstıyan toplumunda  Yahudi örgütlenmesi olarak Jakobenler  bir sosyal devrim gerçekleştirerek ,din kavgasına son vermek üzere laik devleti hedefleyen yeni bir rejim  anlamında  cumhuriyet ilan etmişlerdir.

Devletin dinin dışına çıkarılması  ve   laik bir siyasal yapılanmaya geçiş ile dinsel toplumlar, ulusal topluluklara doğru dönüştürülmüştür .

Giderek kalabalıklaşan ülkeler dinler üzerinden yönetilmez bir aşamaya geldiğinde bu kez uluslar gerçeği üzerinden yönlendirilmeye çalışılmıştır.

Dine dayanan kutsal imparatorluklar  devre dışı   bırakılırken ulusal toplum gerçeğine dayanan ulus devletler öne çıkmıştır.

İmparatorluklardan ulus devletlere geçilirken , devlet dışı gizli örgütlenmeler daha da güçlenmiş ve uluslar arası kapitalist sistemin  zenginleri bu kez üstünlüklerini  ulus devletler aracılığı ile dünya halklarına kabül ettirmeye çalışmışlardır.

Görünürde ulus devlet düzenleri gelişerek devam ederken , kapitalist sistemin para babaları da kendi aralarında kurdukları  gizli örgütleri üzerinden ,siyasal gelişmeler üzerinde etkinliklerini artırarak sürdürmüşlerdir.

Devletlerin yanı sıra bu gibi devletimsi yapılanmaların topluma kapalı bir doğrultuda sürdürülmesi  ,zaman zaman devletler ile bu gibi örgütleri karşı karşıya getirmiş ve bunun sonucunda da ciddi çatışma olayları yaşanmıştır.

Zenginlerin çıkarları ile halkların çıkarlarının  karşı karşıya geldiği aşamalarda , devletler üzerine baskılar artırılarak zengin azınlıkların çıkarları doğrultusunda meseleler çözüme kavuşturulmak istenmiştir.    

Her insanın diğer insanlar ile rekabet halinde olduğu yaşam düzeninde  her zaman için güçlü görünmek zorunda olması gibi , bir benzeri çekişme  ortaya çıkarak zamanla hem devletler arası  hem de gizli örgütler arası rekabet düzeninde yeni gelişmelere neden olmuştur.  

Her insanın daha güçlü olarak  yaşamını anlamlandırmak eğilimi , devletler için de geçerlilik kazanmış ve her devlet yapısı zaman içerisinde daha da güçlenerek ,diğer devletler ile olan rekabet sürecinde  öne geçmiştir.

Uluslar arası devletler düzeninde öncelikle her devlet ortaya çıktıktan sonra varlığını güçlendirmeye çalışmış , diğer devletler ile var olan rekabet düzeninde her devlet daha iyi ve güçlü bir konuma  gelebilmek üzere yarışa kalkışmıştır.

Bu normal çekişme sürecinin ötesinde bir de  anormal  boyutlarda rekabet  öne çıkınca ,devletler birbirlerine karşı çeşitli komplolara girişmişler ya da uygulamaya koydukları farklı senaryolar doğrultusunda birbirlerinin önünü keserek ,çelme atarak ,arkadan vurarak  ve de  her türlü hukuk dışı yolları zorlayarak  sonuç almaya çalışmışlardır.

Bu yüzden normal  devletlerin ötesine giden derin devlet yapılanmaları da ortaya çıkmış , devletlerin istihbarat servisleri normal haber toplamanın ötesinde operasyonel bir biçimde yapılanarak,  her türlü hukuk dışı eylemin  uygulamaya konulmasında , görünmeyen derin devlet misyonunu oynamaya başlamıştır.

Özellikle , küresel dünya hegemonyası peşinde koşan batının önde gelen emperyalist devletlerinin ,kendi aralarında sömürge savaşlarını yürütürken ,hukuk dışı yollara saparak kendi üstünlüklerini diğer ülkelere zorla kabül ettirme çabası içinde, akla gelebilecek her türlü hukuk dışı  senaryoları kendi çıkarları doğrultusunda gerçekleştirebilmek için uğraştıkları , zaman içinde yayınlanan anı kitapları  ya da araştırmalar aracılığı  ile kesinlik kazanmıştır.

Amaca giden her yolu mübah gören bir Makyavelist zihniyetin, hem devletlerde hem de devlet dışı örgütlerde ana prensip haline gelmesi yüzünden, dünya ve insanlık bir türlü kalıcı bir barış düzenine ulaşamamıştır.

Batılı sömürge imparatorlukları arasındaki  kıtalar üzerinde egemen olabilme doğrultusundaki çekişmeler dünyayı  birinci cihan savaşına  götürmüş ,kıtaları fetheden batılılar dünyanın merkezi coğrafyasına doğru bir hegemonya girişimi başlattıkları aşamada , üç doğu imparatorluğunu ortadan kaldıracak bir  dünya savaşını insanlığın gündemine zorla dayatmışlardır.

Savaş sonrasında doğu imparatorlukları  ortadan kalkarken , batının sömürge imparatorlukları da dağılma aşamasına gelmiştir .

Yirminci yüzyıla girerken var olan yirmi devlet , bu yüzyıldan çıkarken  iki yüz devlet haline gelmiş ve böylece ulusalcılık akımları sayesinde imparatorlukların yerini ulus devletler almıştır.

Uluslararası düzende ulus devletler arasındaki çekişmeler de çeşitli sorunlara yol açmış , her ulus devlet önce varlığını koruma doğrultusunda  kendisini güçlendirmeye çalışmıştır.

Güçlenen ulus devletler, daha sonraki aşamalarda kendi bölgesindeki diğer devletler üzerinde etki ve baskısını artırmaya çalışmıştır .

Her ulus devlet diğerleri ile rekabete girerken , büyük ulus devletler küçük ve orta boy devletler üzerinde rekabete girerek ,bunları kendilerine bağlayabilmenin yollarını aramışlardır.

Büyük ulus devletler komşuları üzerinde hegemonya kurarak yeni bir tür sömürge imparatorluğunu kendi çevrelerinde oluşturabilmenin yollarını ararken , bazıları da çeşitli senaryolar doğrultusunda dünyanın diğer kıtaları üzerindeki devletler ile yakın ilişkiler oluşturarak  ,geleceğe yönelik imparatorluk arayışlarının örneklerini ortaya koymuşlardır.

Ulus devletlerin çekişmeleri zamanla küçük ve  zayıf olanların  tasfiyesine giden yolu açmış , orta boy ulus devletler ise , ayakta kalabilmek için daha  da güçlenerek büyüyebilmenin arayışı içinde olmuşlardır.

Orta boy ulus devletler sahip oldukları jeopolitik konumlarını  küresel gelişmeler karşısında iyi ve doğru değerlendirebildikleri aşamada     büyüyebilmişler, aksi durumda giderek zayıflayarak yeniden sömürgeleşme bataklığına düşmüşlerdir.

Orta çağ sonrasında bütün dünyaya egemen olan batı sömürgeciliğinin  temsilcisi olan büyük devletler , aradan geçen zaman dilimi içinde bağımsızlık kazanan eski sömürgelerini ellerinde tutabilmek için ellerinden gelen her yolu denemişler , eskiden olduğu gibi yakın ilişkileri ve bağlantıları yeni dönemlerde de sürdürebilmenin yollarını aramışlardır.

Devlet kapitalizminin ötesinde batılı ülkelerin şirketleri fazlasıyla büyüyerek ,dünya sahnesine çıkmışlar ve kendi devletlerinin desteği ile şirket emperyalizmi olarak piyasa kapitalizmini yer kürenin bütün halklarına ve ülkelerine  yeni emperyal düzen olarak dayatmışlardır.

Bu doğrultuda , dünya ülkelerinin hem maddelerine ve enerji kaynaklarına uluslar arası tekeller el koyarken, çeşitli senaryolar ve komplolar  sahneye konulabilmiştir.

Uluslar arası bir  bakır tekeli olan  İTT  şirketi , Şili’nin bakır madenlerine el koymak isteyince , sosyalist yönetimi  iktidardan indirmek üzere darbe senaryosu düzenlenebiliyor , genel kurmay başkanı  darbe senaryosuna direnince , onu bir trafik kazasıyla bertaraf edebilmenin yolu bulunup ,istihbarat servislerinin aracılığı ile sosyalist yönetimi işbaşından uzaklaştıracak darbenin önü  açılabiliyordu.

Yirminci yüzyılda  Asya ve Afrika ülkelerinin bütün yer altı kaynaklarına el konulurken ,her ülke için ayrı bir senaryo hazırlanıyor , dünyanın bütün ülkeleri ile ilgili bütün bilgiler toplanarak düşünce kuruluşlarında her ülke için en uygun senaryolar üretilerek , bu gibi planları uygulayacak işbirlikçi politikacılar, ya mevcutlar içinden işbirlikçi kadrolar olarak seçiliyor, ya  da  bu doğrultuda yetenekli gençler bulunarak batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda yetiştirildikten sonra  devreye sokularak yeni sömürge düzenleri  bu tür taşeronlar aracılığı ile kurulabiliyordu.

Özellikle dünya enerji sorunu , enerji kaynakları bol olan ülkeler üzerinden çözülmek istendiği için , doğalgaz ve petrol sahibi ülkelerde çok uluslu enerji şirketlerinin çıkarlarını gerçekleştirecek senaryolar hazırlanarak  uygulama alanlarına aktarılabiliyordu.

Orta Doğu bölgesi bu konuda en önde gelen çekişme ve sıcak çatışma alanı olarak enerji kavgasının  ana merkezi konumuna geliyordu .

Enerji tekeli olan şirketler , kaynaklara el koyabilmek için her yolu denerken , darbeler ve savaşlar birbirini izliyordu.

Yirminci yüzyılın başlarında merkezi alana İngiltere ve Fransa imparatorlukları kendi çıkarları doğrultusunda biçim veriyorlardı .

İkinci dünya savaşı sonrasında , savaşın galibi olan Amerika Birleşik Devletleri bölgeye gelerek Nato üzerinden yerleşiyor ve daha sonra da iki bin yıllık rüya olan İsrail’i kurdurarak , kutsal topraklar ilan edilen merkezi alana farklı bir biçim vermeye yöneliyordu.

Bu nedenle , Büyük Orta Doğu projesi ABD’nin bölgeye geldiği  yıl ,Büyük İsrail projesi de bu devletin kurulduğu sene başlatılıyordu.

Sovyetler Birliği varken geçerli olan soğuk savaş döneminde ABD-İsrail ikilisi  geleceğe dönük planlarını gizli gizli  Türkiye ve bölge devletleri üzerinden yürütürken , küreselleşme aşamasına gelinmesinden sonra  daha açık yollara giderek ,merkezi alanı Atlantik emperyalizmi ile Siyonizm ortaklığının  hegemonyası altına sokabilmenin   girişimlerini, birbiri ardı sıra bölge halklarını zorlayıcı bir biçimde gündeme getiriyorlardı.

Lübnan’ın Bekaa vadisini terör merkezi yapan bu  ortaklık sonucunda ,İsrail’in beka sorununun çözümü için bütün bölge ülkelerinin başına terör belası sardırılıyordu.

Terör ile bölge düzeni çökertilerek gelecekte ABD-İsrail ikilisinin planları doğrultusunda bir yeni yapılanma oluşturulmak isteniyordu .

Terörü kullanmasını iyi bilen ABD-İsrail ikilisi  merkezi alanın ötesine giderek tüm Müslüman ülkeler ile Asya ve Afrika devletlerinin işgal ettiği topraklarda her türlü terörü ve savaşı geçerli bir hale getiriyorlardı . Terör emperyalizmin en büyük silahı olurken , yeniden sömürgeleştirmek istenilen ülkelerin halkları da yok pahasına  ölüme mahkum ediliyorlardı.

Emperyal güçler, tam bir dünya hegemonyası için, dünya halklarını korkutma ve sindirme doğrultusunda  terörü en büyük silah olarak  acımasızca kullanıyorlardı .Terör onlar için oyuncak olduğundan , Orta  Doğu bölgesi ve İslam dünyasına kolayca saldırabilmek üzere kendilerini mağdur duruma düşürecek II Eylül saldırılarını da ,gene kendi kendilerine yaparak dünya kamuoyunu aldatabilmenin yollarını arıyorlardı.

Önceleri çok korkan , geçmişten gelen pasifliğini bir türlü  kaldırıp atamayan dünya halkları önceleri bu oyunlara kanmışlar , televizyon programları ile Hollwood üzerinden  insanlık Siyonizmin emelleri doğrultusunda kandırılmaya ve de uyutulmaya çalışılmıştır.

Birbiri ardı sıra yaşanan olaylar ,artık gerçekleri gün  ışığına  çıkarınca mızrak çuvala sığmamaya başlamış  ve gerçekler  belirginleşince  dünya kamuoyu uyanarak , batı emperyalizmi ve Siyonizm ortaklığının suçunu görebilmiştir.

Dünya enerji kaynaklarının toplandığı yer olan merkezi coğrafyada bir düzen kurmuş olan eski emperyalistler olarak İngiltere ve Fransa ikilisine karşı ,yeni emperyalistler olarak ABD ve İsrail  ikilisi yeni siyasal senaryolar ile devreye girmişlerdir.

Terörün yetmediği yerde savaş ,sıcak çatışmaların yetersiz kaldığı aşamalarda ekonomik kriz ve siyasal baskı yöntemleri ile emperyalizm sürekli olarak sonuç almaya çalışmış ve bu yüzden de milyonlarca masum insan katledilmiştir .

Zengin iş adamlarının masalarının önünde dünya küresi ile  oynadıkları gibi ,emperyalizm ve Siyonizm ikilisi de bütün dünya devletleri ve halkları ile oynamayı adet haline getirmişlerdir.

Gizli dünya devletinin kurucusu olan büyük patronlar her zaman için kendi devletlerine emirler vererek ,her türlü saldırganlığı beş kıta üzerinde sergilerken ,uluslar arası ilişkiler artık bir oyun haline gelmiştir.

Batılı ülkeler bu aşamadan sonra daha da ileri giderek ,oyun teorileri oluşturmuşlar ve uluslar arası alanda hangi oyunları oynarlarsa daha fazla kazançlı çıkabileceklerinin hesaplarını yapmışlardır.

Her emperyal güç dünyanın gelmiş olduğu yeni aşamada genel durum tespiti yaparak , en üst düzeyde çıkarlarını korumak ve daha fazla kazanabilmek  üzere her türlü senaryo üzerinden çeşitli oyunları hedefledikleri ülkelerin, ya da halkların başına çorap ağı gibi örerek sonuç almak istemişlerdir .Onların bu oyunculuğu yüzünden dünya halklarının başı beladan hiçbir zaman kurtulamamıştır.

Yirminci yüzyılın başlarında batılı emperyalistlerin Orta Doğu’ya gelerek merkezi alanda  çekişme içine girmesine,uluslar arası ilişkiler dalında  Büyük Oyun adı verilmiştir.

Eski emperyalistler olarak İngiltere ve Fransa bölgeye gelirken , diğer emperyal güçler olan Almanya ve Rusya ,bu duruma karşı çıkmaya başlamışlar ve böylece , dünyanın merkezinde  kendi hegemonyasını kurmak isteyen emperyal güçler arasında  bir Büyük Oyun  oynanmaya başlamıştır.

İkinci dünya savaşının galibi olarak ABD’nin merkeze gelmesi ve  iki bin yıl sonra üçüncü kez İsrail devletini kurdurmasıyla ,yüz yıl önce başlamış olan Büyük Oyun yeniden sahnelenmeye başlamıştır .Uluslararası ilişkiler devletler arasında geliştirildiği için , her devletin sahip olduğu  jeopolitik konumu ve özel durumları  ,ilişkilerin gelişmesinde belirleyici olmaktadır.

Her devlet bu nedenle  kendi ülkesinin merkezi gücü olarak  ülkenin ulusal çıkarları doğrultusunda politikalar geliştirerek, bunları uygulamak ve diploması yolu ile de bu yaklaşımlarını uluslar arası alanda tanıtarak ,kendi etkinlik alanını genişletmek  doğrultusunda  yaygınlaştırmak zorundadır.

Bu nedenle kendini bilen her devlet kendi plan ve programlarını belirli senaryolar doğrultusunda gerçekleştirmeye çalışır .

Kendi merkezi gücünü koruyamayan  ya da  iç bünyesinde paralel devlet yapılanmalarının oluşumunu önleyemeyen devletler ise, emperyalistlerin taşeronu ya da sömürgesi olmaktan kurtulamazlar.

Oyun kuran her büyük devlet , kendi oluşturduğu senaryoda küçük ve orta boy devletleri diğer büyük güçlere karşı kullanabilmenin hesaplarını yaparak adımlarını atmaktadır.

Bu yüzden de , küçük ve orta boy devletler büyük güçlerin ve emperyal devletlerin çekişme ve çatışma alanı konumundadır .

Çatışmaların  çok şiddetli  bir aşamaya geldiği noktada  ise  ,dünyanın her yeri emperyalist  devletler için savaş alanı olarak öne çıkmaktadır.

Birinci dünya savaşı ile beraber dünya politikaları Avrasya bölgesine gelerek kilitlenince , İstanbul’un doğusunda başlayan çekişmeler ve rekabet düzeni tam anlamıyla bitmeyen bir oyun olarak öne çıkmıştır.

Bu alanda oyunlar başlamış ama bitmemiş , soğuk savaş döneminde devam ettiği gibi küreselleşme aşamasında da oyunlar başka biçimlerde devam ettirilerek ,sahnelenen oyunlar, giderek  bir Büyük Oyun’a dönüşmüştür.

Avrupa kıtasının ortalarından başlayan  çekişme macerası  doğuya doğru açılım olarak anlaşılmış , Asya’nın her bölgesi batı ülkelerinin doğuya açılışının başlıca konusu haline gelmiştir.

Osmanlı,Rus ve Avusturya –Macaristan İmparatorluklarının çöküşü ile ortaya çıkan otorite boşluğu alanlarında batılı devletler kendi hegemonyalarını kurabilmenin arayışı içinde olmuşlar ve bu yüzden de iki cihan savaşı aracılığı ile büyük bir çatışma dönemi yaşamışlardır.

Birinci  dünya savaşı imparatorlukları ortadan kaldırınca eski emperyalistler olarak İngiltere ve Fransa bölgeye yerleşmişler , ikinci dünya savaşı sonrasında ise ABD ve İsrail ikilisinin merkezi alana gelmesiyle beraber de  ciddi biri çekişme yaşandığı için , bitmeyen oyun her aşamada tırmandırılarak bir Büyük Oyuna dönüştürülmüştür.

Orta Doğu ülkelerinden bölgeye giren emperyal güçler , Kafkasya ve Hazar’a doğru ilerlemeye başlayınca , Orta Asya ve çevresi  Büyük Oyun’un ana hedefi haline gelmiştir.

Bu aşamada , Rusya’da gerçekleştirilen Sovyet devrimi , Büyük Oyun’u bir süre için durdurarak  yarım yüzyıllık bir statüko oluşturunca ,bölgede sakinlik sağlanabilmiştir.

Demirperde uygulaması , batılı güçlerin doğu bölgelerine ulaşmasını önleyebilmek üzere ideolojik imparatorluğa yaptırılan bir uygulama olmuştur.

Yeni emperyalistler olan ABD ve Yahudi lobileri İngiltere,Fransa ve Almanya’nın önlerini kesmek üzere Sovyet devrimine dolaylı yollardan destek sağlayarak , Büyük Oyun’un soğuk savaş döneminde de sürdürülmesini sağlamışlardır.

Osmanlı topraklarını ele geçiren İngiltere ve Fransa ikilisi , Kafkaslar bölgesinden Rusya’ya tam girme  aşamasına geldiği noktada  , New York Yahudi lobisinin verdiği  yüzbinlerce dolar  ile  Kızıl Ordu kurdurularak  , Alman destekli Osmanlı ordusunun Azerbaycan’dan çıkartılması sağlanabilmiştir.

Sarıkamış’ta 90 bin asker bu kavga yüzünden şehit olmuştur.

Amerika’nın dolaylı desteği ile ,eski emperyalistlerin Rusya’yı ele geçirmesi önlenerek , yeni emperyalistlerin gelecekte , merkezi alanı ele geçirmesini hazırlayacak bir geçiş dönemi  soğuk savaş süreci olarak devreye sokulmuştur.

Sovyetler Birliği’ni zamanı gelince bir tek kurşun atmadan , insan hakları emperyalizmi ile  dağıtan Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm ikilisi ,Demirperde kalkınca  Orta Doğu üzerinden Orta Asya’ya doğru  geçişin girişimlerini gündeme getirmiştir.

Ne var ki , çeyrek asırlık zorlamalara rağmen  tek merkezli dünyayı ABD bir süper güç olarak kuramayınca , Rusya,Çin,Hindistan ve Brezilya  gibi dört büyük devlet yeni emperyal merkezler olarak bir araya gelerek ,ABD öncülüğündeki batılı ülkeler  hegemonyasına karşı savaş açmışlardır.

Yeni gelinen noktada artık batılı güçlere karşı doğulu güçler de bir denge unsuru olarak ortaya çıkmışlardır.

Dünya nüfusunun yarısının yaşadığı Çin ve Hindistan gibi ülkelerin büyüklüğü karşısında batı ekonomisi doğuya doğru kalmaya başlamış ,dünya topraklarının altıda birini sınırları içinde kontrol eden Rusya Federasyonu yeni süper güç olarak  ,tüm batılı güçlere meydan okuyarak hegemonya alanını genişletmeye başlamıştır.

Daha önceleri batının büyük devletleri arasında sürdürülen  hegemonya çekişmeleri bitmeyen bir büyük oyun olarak devam ederken , şimdi ortaya çıkan doğunun ve güneyin dört büyük emperyalist gücü ,bitmeyen büyük oyunun daha da büyümesine giden yolu açmışlardır.

İran,Endonezya,Nijerya,Meksika ,Güney Afrika gibi ikinci derece büyük ülkeler de ,yarışma alanına yeni merkezler olarak girince , ortalık iyice karışmış ve  bitmeyen oyun iyice büyüyerek dev bir kapışma sürecine doğru dünyayı sürüklemiştir.

Yeni dönemde her büyük devlet kendi bölgesinin tam patronu olmak istemekte , arada kalan bölgelerde ise diğer  güçlere karşı ön planda yer alarak, buralar da da etkinlik alanlarını genişletmeye çalışmaktadırlar.

Yeni emperyal güçler eskileri ile takışıp dururken , doğu güçlerinin de devreye girmesiyle birlikte tam anlamıyla bir büyük oyun dünya sahnesinde oynanır hale gelmiştir.

Şimdiye kadar oynanan büyük oyunları geride bırakacak düzeyde bir yeni büyük oyun,  küresel imparatorluk peşinde koşan ABD-İsrail ikilisi tarafından  sahneye konulmaktadır.

Rusya’nın Kırım’ı işgal ederek Tatarları tasfiyeye yönelmesi ile ,  bunu izleyen günlerde Işid isimli Neocon destekli  aşırı  terör örgütünün Musul’dan Türkleri tasfiye etmesiyle içine girilen yeni dönemde , merkezi coğrafyanın hem kuzey bölgesi hem de güney sahasında  sıcak savaş tehlikeleri tırmandırılmaya başlanmıştır.

Rusya’nın elinden eski hegemonya sahasını almak , Çin’in  Avrasya bölgesine girişini önlemek , Türklerin  yeni bir imparatorluğa yönelmelerine izin vermemek , Arap dünyasını eskisine oranla daha fazla parçalı bir yapıya getirmek ,Hindistan’ı  bulunduğu yarım adaya hapsetmek ,diğer büyük devletlerin dünya ülkeleri üzerinde  etkinliklerini artırma girişimlerinin önünü kesmek  ,bütün dünyayı ABD-İsrail ortaklığında yeni bir küresel imparatorluğa dönüştürmek üzere , Atlantik okyanusunun doğu ve batı kıyılarında yeni senaryolar hazırlanmakta ve şimdiye kadar oynanan büyük oyun bu doğrultuda  en büyük oyuna dönüştürülerek,bütün dünya  küresel sermayenin diktatörlük düzeni  altına alınmaya çalışılmaktadır .

Avrasya satranç tahtasında her büyük güç kendi oyununu oynayarak merkezi coğrafya hegemonyası peşinde koşarken  ,şimdiye kadar oynanan büyük oyun tam anlamıyla bir büyük satranç çekişmesine dönüştürülmektedir.

Asıl büyük oyunun   Avrasya satranç tahtası üzerinde bir büyük satranç maçına dönüştüğü bu aşamada ,satrancın  ortaya çıktığı Hindistan ile ,ruletin Rus ruletine dönüştüğü Rusya  ve ilk uygarlığın sarı ırmak kenarlarında doğduğu Çin gibi üç büyük Asya gücünün , son sözü söyleyebileceği yeni bir dünyaya doğru gezegenin yol aldığı görülmektedir.

Sekiz milyarlık bir dünyanın  yönetim sorumluluğunu üstlenmek istemeyen batılı emperyalistler  , Avrasya alanında bir üçüncü dünya savaşını  büyük oyunun yeni senaryosu olarak devreye sokmaya çalışmaktadırlar.

Dünya halkları ve bütün insanlık böylesine bir büyük oyunun getirdiği tehditler ile karşı karşıyadır . İnsanlığın birleşmesiyle bu tür bir felaket önlenebilecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar