Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

ABİMİN ERİĞİ

Sizin hiç abiniz öldü mü? Benim öldü. Kör oldum sanmadım; elimi ayağımı budadılar. 
Biz, göç çocuklarıydık. Çok zordu. Köylü de şehirli de dışlardı. Okullar kapanır kapanmaz köye giderdik. Annem, baharda bir kez gitmiş gelmiş olurdu. Bahçedeki ağaçlara su bağlar, bostanı ekerdi. Eğer gidemezse Allah rızası için bile kimse, o suyu bağlamazdı. Kurur giderdi fidanlar. Annem, bütün kışlık yiyecekleri, elleriyle yapar; yapamadığını komşulardan satın alırdı. Amcamız, tam karşımızda oturduğu hâlde bir ikram görmezdik. Neden böyle yaptığını anlayamazdım. Büyüyünce anladım. Şehre göçenin geride bıraktığı bir iki tarla, bahçe, harman ne varsa göz dikiliyordu hemen. Ne demek hem şehirde malın olsun hem köyde? Artık köydekinden vazgeçeceksin. Şehirde tutunabileni, böyle cezalandırıyorlardı. 
Annemin, tarlaları ve bahçeyi inatla ekmesini sonradan anladım. Bir oğluna kalacak ocağı tüttürüyordu. Hele bahçedeki ağ erik ağaçlarına verdiği değer, akıl alır gibi değildi. Ağ erik, bir çeşit mürdüm eriği. Abimin dershane parası çıkışmayınca içi yanarak hepsini kestirip sattı. Oğlu okusun da ağaç, nasılsa yetişirdi. Tarlamızın kıyısında, üç ağaç kayısı vardı. Abimin, ablamın ve benim ağacım. Bizde kayısıya da erik derler. Abimin eriği, köyde ilk olgunlaşan ağaçtı. En tepedeki erikleri, her gün gidip taşlayarak yere indirirdik. Tadından yenmezdi.
Aradan yıllar geçti. Önce tahsil hayatımız, sonra iş hayatımız ilerledi. Tamiri imkânsız kırgınlıklar üstüne eklenince köye gitmez olduk. Tarlaya bahçeye, el değmez oldu. Bir gün, amcamızın, abimin eriğini budadığını duydum. Budama dediysem haset budaması. Tepesini kesmiş. Dondum kaldım. Erik ağacımıza bile tahammülü yoktu. Bu ne kindi böyle? Sebebi belliydi. Abim, satılan erik ağaçlarının parasıyla dershaneye gitmiş; hem çok iyi bir fakülteyi hem de Kara Harb Okulu’nu kazanmıştı. Köyden ilk defa bir subay çıkacaktı. Köyün gururu olmuştu fakat nedense bir türlü akrabalarımızın gururu olamamıştı. Abim, çok kırıldı. İşi düşenleri geri çevirmez ama Suşehri'nden geçse de köye uğramazdı. Erik ağacını bir kez daha görmeyi, bir taş atıp yere indirdiği erikleri doya doya yemek istediğini, çok iyi biliyordum. Olmadı işte. Gönül yorgunsa ayaklar gitmiyor. 
Dokuz sene evvel mart ortasında bir arkadaşımın annesi vefat etti. Cenaze namazından sonra mezarlığa gittim. Annesinin üzerine toprak atan arkadaşıma bakıp metanetini takdir ederken iki hafta sonra aynı mezarlığa abimi defnetmeye gideceğimi nerden bileyim?
Abim, nisanın birinci günü, komik olmayan bir şaka yaptı. İzmir’de trafik kazasında vefat etti. Mezarlıkta bir kenara oturup abimin üzerine toprak atanları seyrederken omuzuma bir el dokundu. Baktım, annesi ölen arkadaşım. “Kerime, annem hemen arkada" dedi. Aman Allah'ım! Meğer, iki hafta önce abimin mezarının olduğu yerde durup arkadaşımın annesinin defnedilmesine bakmışım. O an öyle bir feryat etmek istedim ki. Olmadı, olamadı. İçimde fırtına koptu, deprem oldu. Ben öylece bakakaldım. Herkes gidince başına gidip bir şeyler söyledim. Aramızda sır. 
Eşyalarını almaya İzmir'e gittiğimizde hiçbir şey vermediler. Savcılık el koymuş. Teyzemin doktor damadı, tesadüfen acilde nöbetteymiş. Jandarma, cebinden çıkanları bir poşete koyup vermiş. O da bana verdi. İçinden bir çakmak, bir sigara paketi, bir mendil ve o gün ki alışveriş fişleri çıktı. Pakette iki sigara vardı. Döndüğümde eşim ve yeğenimle Karşıyaka'ya gittik. Vazifemizi yaptıktan sonra bir kenara oturup sigaranın birini yakıp birer nefes çektik. Kızmıştır, karşısında içiyorum diye. Kadının sigara içmesinden pek hoşlanmazdı. Ben de bizi bırakıp girmesine kızdım. Beğenmedim, Nisan 1 şakasını. Hiç beklemezdim bunu abimden. Aşk olsun! Hâlâ çok kırgınım.
Abim, çok dürüst, ülkücü bir subaydı. Yurdum insanını çok gözetirdi. Abim kadar paraya değer vermeyen ikinci bir adam görmedim. Parası olmayan askerin cebine para koyar, otobüs biletini alırdı. "Komutanım, bizim oğlan bir hata etmiş" diye yardım isteyen Anadolu insanına, "Onlar gariban, yukarılarda tanıdıkları yok" diyerek yardım ederdi. Kendisine ve nazının geçtiklerine belki hatası olmuştur ama ülküsüne ve ülkesine karşı hiç hata yapmadı. Güneydoğu dağlarını PKK’ya dar ederken Kürtlerin halkının gönlünü hoş tuttu. “Komutanım, bize böyle davranan asker görmedik!” diye elini öpmeye kalkan yaşlı Kürtler vardı.
Dündar Taşer'i çok severdi. Onun gibi, trafik kazasında gitti. Onun gibi, Hacı Bayram'dan Karşıyaka'ya uğurlandı. İnşallah öbür tarafta da komşu olsunlar. Onların bedenleri, bu zamandaydı ama ruhları, Orta Asya’dan Adriyatik’e kadar ecdâd diyarlarında dolaşırdı. Sınırlar, dar gelirdi. Meriç’i sınır tanımaz; Fırat’ın, Dicle’nin, Aras’ın, niye bizden doğup bize dökülmediğine yanarlardı. Karadeniz’den Marmara’ya akan sulardan, Tuna boylarından gelen selâmı alırlardı. 
Peygamberimizin şefaatine, Allah'ın rahmetine mazhar olsunlar.
Abim yaşarken her nisan geldiğinde, “Şimdi abimin eriği çiçek açmıştır.”; her haziran geldiğinde, “Şimdi abimin eriği yetişmiştir." diye iç geçirirdim. Cenazeden bir hafta sonra içimdeki acı o kadar büyüdü ki köye gidip abimin erik ağacını yakmayı düşündüm. Benimle köyüm arasındaki tek bağı silmek, yok etmek istedim. İnsanın içi yanınca neler getiriyor aklına? 
Elbette böyle bir şey yapmadım. Belki bir haziranda gider, ilk yetişen eriklerden yemek isterim. İlk taşı abim atar, sonrakini ben.

 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum