YAŞANMIŞ HAYAT, EN BÜYÜK ÖĞRETMENDİR

Dünyada en çok okumaya, okuduğunu anlamaya, anladığını düşünmeye ve düşündüğünü uygulamaya ihtiyacı olan bir toplumuz...

Elbette ki yeryüzünün, en geri kalmış ülkesi değiliz ama olması gerekenin çok gerisinde, vasat bir arazide, hala dikenlerle uğraşan, bir türlü gül yetiştiremeyen bir toplum durumundayız...

Toprağı münbit ama o toprağın ekimini zorlaştıran unsurların gölgesinde, verimsiz bir tarımın temsilcileri gibiyiz...

Düşüncenin sadece sathi kaldığı, aykırıya varan,  veya sınırları zorlayan her hedefin 10 yılda bir tekrarlanan darbelerle veya darbelerin sınırlarını aşırı dar tuttuğu kurallarla yasaklandığı, atmosferin belli kalıplara uygun şekillendiği, daha fazlasının veya asıl hedefe taşıyacak yıldızların gölge oyunlarıyla kapatılıp beşeri sermayeden esirgendiği ortamlar, ne yazık ki imkan olarak sunulursa, o ülkenin kabuğunu kırma fırsatı ne yazık ki olmaz...

Dahası, özgürlük alanını daraltan, kurulu düzenin belirlediği sınırlarla hareket alanı belirlenen hiç bir ortamdan, milletleri bilimin ışığıyla samanyolu galaksisine geziye çıkarmak ve oradan ülkesi için bilim üretmek, buluşlar yaptırmak, Türkiye ve dünyayı aydınlatacak, tıkanmışlıkları giderecek, sadece Albert Einstein’i pişman edecek şekilde,  insanlığı öldüren silahlı sistemi değil, insanı yaşatacak, bütün varlıklara hizmet ettirecek bir yolu keşfetmek mümkün değil...

İnsanın insana tapmadığı, bilakis her insanın daha iyiyi, daha güzeli, en güzeli başarabileceğine inanmasını sağlayacak, hocasını geçecek öğrencileri hep birlikte yetiştirmek, onlara da o güveni vermek, bunları da, en büyük bilim adamları ve en kudretli devlet adamlarının kurduğu alabildiğine özgür, hayal edebildiği kadar hür  ortamda başarmak gerek...

Dünyayı aydınlatan bütün öğretmenlerin, onların öğretilerinin ve insanlığa ışık tutan buluşların, ne kadar tehlikeli merhalelerden geçtiği, hepimizin malumu...

Dünya, sürekli bedel ödeyen bilim insanlarıyla, hayatına malolacak tehlikeli yollardan geçmeyi göze alabilmiş cesur yüreklerle bugün bu konforu keşfedebilmişse, coğrafyamızın da aynı yollardan geçebilmesi, bunu kabullenen devlet idarelerinin artık hoşgörüyü, içine sindirebilmesi, bilim göçünü engellemesi ve bilim insanlarının da, her türlü cesareti sergileyebilmesi gerekir...

“Oku” diye başlayan mukaddes bir kitabımız var, “İlim Çin’de de olsa onu  alınız” diyen bir peygamberin ümmetiyiz ama hala bir şeylerin önünü kesiyorsak ve sürekli yasaklara sığınıyorsak, üstelik de olmadık, yeni yeni yasaklar icat ediyorsak, bu yol, yol değildir demektir... Ve bu yoldan, ne medeniyet çıkar, ne başarı, ne sanayi devrimi, ne de uzay bilimi ...

Kendi belirlediğimiz sınırlarda sonucu belli oyunlar,  futboldaki hakem oyunlarından farklı olmaz, içerde göstermelik bir şampiyon çıkarabilirsiniz ama, o şampiyonunuz dahil, hiç bir takımınız, Edirne’den öteye geçtiğinde, aynı yoldan, bu sefer de ciddi bir yıkımla geri döner.

Saman alevi gibi, iniş çıkışlarla avunursunuz, günlük başarılarla uyutulursunuz, bir kaç galibiyetle övünürsünüz, bir zafer elde ettiğinizde de 10 yıl, 50 yıl, hala onu konuşmak zorunda kalırsınız. Neticede, yeşil sahaların figüranı olmaya devam edersiniz...

Dün başkası bugün Başakşehir hariç, bütün takımlarımız, tel tel dökülüp Avrupa’da gene yaya kaldığına şahit olmuşken Milli Takım’ınızın büyük zaferler yaşatan hocası Şenol Güneş’i, “öğretmen”liğini vurgulayarak alkışlarken, aslında onun ömrü boyunca Galileo’dan çok da az hırpalanmadığını, doğduğuna doğacağına pişman edildiğini de çok iyi görürsünüz...

Atatürk, “Öğretmenler, yeni nesil, sizin eseriniz olacak” demişti... Oysa onun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde, sürekli tankların gölgesinde, o ortamı onlara hazırlayabildik mi, moral motivasyonu, özgüveni ve hareket alanını, onlara verebildik mi, asla değil...

Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç, “Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için, gökyüzünün öğrencisi olmak gerek” derken de aslında, sürekli yanan ışığın aydınlığında öğretmenlerin devamlı kendini geliştiren, yenileyen ve bunu da öğrencilerine aşılaması gereken insanlar olarak sunuyor...

Elbette ki, hiç bir gencimizin, onları yarınlara hazırlayacak öğretmenimizin, buluş yapan Batılı ve Doğulu, hatta yıllarca insanlığı aydınlatan Türk bilim adamlarından eksiği yoktur...  

Bilim ve uzay çağının avantajıyla çok da ilerdedir ama yeni dünya düzeni onlara da hakettiği değeri vermeli, çok geniş bir alanda hareket fırsatı tanımalı, en iyi okullarda, en iyi hocaların elinde okutmalı, her türlü donanıma kavuşturmalı, en iyi maaşı vermeli ve onlara kulak kabartmalı, buluşlarına saygı duyup uygulama alanına koymalı... 

O zaman da çağımızın Farabi’lerini, İbn-i Sina’larını, Mimar Sinan’larını yetiştirmiş, günümüzün Aziz Sancar’larıyla tanıştırmış olursunuz......

Bugün devletimizin, özellikle silah sanayiinde atmaya çalıştığı adımları, bilimde, tarımda, kültürde, sanatta, sporda, her türlü sanayide, özellikle insan hakları konularında, acilen hayata geçirmeli...

 “Oku” diye başlayan dinin buyruğu da, önce Doğu’dan, sonra da Batı’dan yükselen insanlık güneşini ıskalamamak için , özellikle İslam dünyası ve de Müslüman Türkiye için en büyük itici güçtür.. .  

“24 Kasım, Öğretmenler Günü” vesile olsun. Bir an önce kolları sıvamalı... Görebiliyorsak, aslında yaşadıklarımız da bize çok şey öğretir. Geçmişi okumak, geleceği okumaktır. 

Yaşanmış hayat, en büyük öğretmendir... 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum