Çidem Ayözger Ergüvenç

Çidem Ayözger Ergüvenç

YAŞAMIN İÇİNDEN

Lise bitti, sıra üniversite sınavlarına geldi; karar verdim İlahiyat Fakültesine gireceğim çünkü Türkiye’nin ilk kadın Diyanet İşleri başkanlığında gözüm. Babam, hem de daha o yıllarda beni uyardı, “Kızım bırak Diyanet İşleri Başkanlığını bu ülkede kadınları müftü bile yapmazlar, sen bu hevesinden vazgeç”. Düşündüm ve kararımdan caydım. Demek ki bugünkü kadar olmasa da o yıllarda bile bağnazlık ve kadına negatif ayrımcılık varmış.

Ankara’da yeni yapılmış olan Vali Konağı Çankaya’nın tepesinde Ankara manzaralı çok güzel bir binaydı. Hele gece manzarasına doyum olmazdı. Çirkin şehirleşme, ​parksız, ağaçsız, avuç içi kadar bahçeleri olan bina yığınları henüz şehri ele geçirmemişti. Ankara uçaktan gece manzarası en güzel olan dünya kentlerinden biriydi. Ben de bu güzellikleri yaşamak arzusuyla Ankara Valisi olmaya karar verdim. Yine rahmetli babacığım, “Bu meşakkatli bir yoldur, vali olana kadarki süreçte ulaşacağın her makam seni zorlayacak, Anadolu’nun en ücra köşelerinde görev yapma yükümlülüğü getirecektir. İyi düşün. Ayrıca vali olabilsen de Ankara Valisi olacağının bir garantisi yok” dedi. Bunun üzerine ben de bir kaymakam bulup evlenmeye karar verdim. Alt tarafı o şark hizmetini yaparken ben Ankara’da otururdum, Vali olunca da yanına giderdim ama ya Ankara Valisi olamazsa? Yine vazgeçtim.

Erken dünyaya gelmişim, şimdilerde diploma falan önemli değil. Diplomasını bir türlü gösteremeyenler ne mevkilere ​geldiler de kimse sesini çıkaramıyor. Hoş Türkiye’de sanırım beyin göçü nedeniyle kalifiye eleman kalmadığından olsa gerek çaycılar danışman, korumalar genel müdür falan oluyor artık. Ayrıca herkese iş olanakları o kadar açık olduğu halde insanlar çalışmak istemediklerinden olsa gerek az sayıda insan pek çok sorumluluğu aynı anda yükleniyor, doğal olarak da çeşitli işlerden ayrı, ayrı ödenekler alıyor. Acıyorum onlara, çok yoruluyorlar ama neyse ki bir de maaş almak için oraya buraya koşturmuyorlar, bankalar ne güne duruyor? Vasıflarının ne olduğunu benim bilemediğim kalifiye insanlar aynı zamanda hem çeşitli yönetim kurulu üyelikleri, hem bazı kurumların genel müdürü, gerekirse banka sahibi olabiliyor. Gazete sahiplerine de acıyorum. Zavallılar birçok ticarî işlerinin arasına gazeteciliği de sıkıştırıyor. Neden? Beyin göçüne rağmen vatana millete hizmet aşkı. Vatandaş uyutulmalı, pardon uyutulmamalı! Görevler de birbirine karıştı artık.

Doğru dürüst insan kalmış olsa ve de insanlar çalışma konusunda bu kadar seçici olmasa bu ülkede herkes çalışma olanaklarından eşit derecede yararlanacak. Bir de iş bulamıyoruz diyen nankörler var. Okumuşsun sınava girmişsin en üst düzeyde başarılı olmuşsum ama belâgatin iyi değil, sözlü sınavını geçemediysen kim ne yapsın?

Gençleri anlamıyorum. Ne işleri var yabancı ülkelerde. Türkiye’de oku, pırıl, pırıl bir öğrenci ol, üst lisans falan, beceri üstüne beceri ekle sonra ne hikmetse buralarda yolun tıkalı kaygısıyla yurt dışına git, oralarda dünya çapında akademisyenler, bilim insanları ol sonra “ülkemde yararlı olmak istiyorumaman bana olanak verin” diye uğraş. İstenmezsin tabii. ​E, baba! Gitmeseydin sen de. Burada kalsaydın günün birinde değerinin karşılığını bulamazsan hiç değilse Migroslarda kasiyer olurdun. Evlenirdin; büyüklerimizin sözünü dinler üç de olmaz beş tane yavrun olurdu. Onları nasıl okutacağım diye düşünürken bakardın Allah yürü ya kulum demiş bir yere danışman atanır mis gibi yaşardın diyeceğim ama sana danışmanlık falan vermezler ki.

Gerçekten bizler geç gelmişiz dünyaya. Şimdilerde çalışma yaşlarında olsaydım acaba çeşitli kurumlardan birkaçından üst düzey maaşlar alabilir miydim? Ya da futbolcu olup bir dönem konu mankeni gibi Meclis sıralarına kurulup sonra da ömür boyu Milletvekili maaşıyla yaşamın tadını çıkarabilir miydim? Bizim kuşak epey salak! Hiç böyle şeyler düşünmemişiz ama ne yazık ki bilmeden düşünenlerin yollarına da parke taşlar döşemişiz.

Maden işçilerine hep üzülmüşümdür. Yerin yedi kat dibinde üç kuruş on paraya çalışırlar, göçük olur ölen ölür kanlan sağlar bizimdir. Oğullarını, babalarını, eşlerini kaybedenler ağıtlar yaka dursunlar, çark bildiğiniz gibi döner. Hak aramak? Umudu olmayan ne hakkı arayacak ki. Tevekkül Allah.

Tarım sektörüne gelince, pardon neydi o? Hani tarım konusunda kendine yeterli üç, beş ülkeden biri imiştik bir zamanlar? Hadi canım, boş verin bunları, ithal ürünler bize yeter de artar bile; ekmeğimizi dolara indeksli olarak alıyorsak çağdaşlaştığımız içindir.

Sümerbank kumaşları, pabuçları falan pek kaba sabaydı, şimdi hepsini ithal ediyoruz; markalar geliyor, yaşasın! Çocuklar değil torunlar bile borçlu doğuyor ama önemli değil, büyük ülke olmanın bedeli bu.

İnsanlar keyif yapmak için içki içiyor. Zıkkım içsinler. İçki almaya paran yetmiyorsa dünya zevkleri senin neyine! Uhrevi âleme sığın olsun bitsin. İçki almaya paran yoktur, kırk yılda bir bayram seyran, yılbaşı, doğum günü falan bir kadeh içeyim dersin. İç paran yetiyorsa; yetmezse yaptın sahte içkiyi, zehirlenip geberirsen suç bende mi? Zaten bir, iki sarhoştan çektik çekeceğimizi, hâlâ da onların izlerini bir türlü kazıyamıyoruz; o bir, iki sarhoş Türkiye’de neler ettiler neler! Dünya tarihi kitaplarında yerleri hazır, onlar eşi menendi bulunmaz şeyler yaptılar. İyi miydi, kötü müydü? Aklı olanın yanıtı hazır. Neyse bu konulara girmeyelim.

Kendimi bildim bileli alerjilerim vardır. Yıllar içinde tür değiştirir ama hep benimledir. Küçüklüğümde çeşitli yiyecekler dokunurdu. Vücudumda ürtiker dökerdim; en çok da sırtımda olurdu. Aile fertlerinin önünde sırtımı açıp kaşıtırdım. Kötü bir alışkanlık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.