Türkiye'nin Bölgesel Güvenliği -2-

Prof. Dr. Anıl Çeçen

Türkiye Cumhuriyeti  merkezi coğrafyanın tam ortalarında merkezi  ülke konumu ile ortaya çıktıktan sonra , Türk devletinin yaşadığı gelişmeler de iç ve dış bölgelerden gelen çeşitli sorunların öne çıktığı  ve ülke düzeni açısından tehditler yarattığı  görülmüştür . Türkiye’nin bölgesel güvenliği bütün boyutları ile ele alındığında  iç ve dış bölgelerden kaynaklanan  tehditlerin , çeşitli  sorunları  yaratarak  devletin birliğini ve bütünlüğünü  sarstığı göze çarpmaktadır . Bölgelerin özellikleri ve özel durumları devletlerin  devamlılığı açısından her zaman için  önem taşımış ve bu doğrultuda meydana gelen gelişmeler,  tarihsel süreç içerisindeki  ortaya çıkan gelişmelerin  ya da olayların  hazırlayıcısı olmuştur . Orta Asya kökenli bir ulus olan Türkler , günümüzde  ön Asya bölgesinde  Anadolu adı verilen bir  yarımadanın üzerinde yaşamlarını sürdürme durumunda  kaldıkları için her iki bölgenin getirmiş olduğu özelliklerin etkilerini  farklı yönleri ile yaşamak durumunda kalmışlardır . Coğrafya kitaplarında Asya Minör adı verilen  Anadolu yarımadasını Türkiye’ye dönüştüren  Türkler , bölgede var oldukları sürece  dünyanın zorluklarına karşı  direnmesini  bilmişler ve zamanla ortaya çıkan güçlüklere hemen teslim olmayarak  mücadele etmesini  başarmışlardır. Bugünün Türkiye’si bölgesel tehditlere karşı   bir ülkesel  savunma içerisine girerken , kendisinden önce tarih sahnesine çıkmış olan devletlerin deneyimlerinden yararlanmasını  bilmiştir. Türkiye gibi farklı bölgelerin devletleri, içinde bulundukları ortamın özelliklerini dikkate alarak  hareket etmesini bildikleri için  kendilerinden sonra ortaya çıkan devletlere  yol göstererek  güvenlik sorunlarının çözüme kavuşturulmasında  etkin olmuşlardır .

                Bölgelerin ve ülkelerin güvenliğini dünyanın güvenliğinden ayrı düşünmek ya da uzak tutmak mümkün değildir . Teknolojinin çok hızlı olarak geliştirdiği yenilikler dünyanın küçülmesine ve bölgeler arası ilişkilerin bu doğrultuda önemli ölçüde değişiklikler göstermesine yol açmıştır . Soğuk savaş dönemi  sonrasında  devreye giren küreselleşme sürecinde   her ülke dışa açılarak dünyanın bütün ülkeleri ve diğer bölgeleri ile yakın ilişkilere girerken , yeni durumun gündeme getirmiş olduğu farklı durumlar  her  ülke için eskisinden çok  ayrı  sorunlar ortaya çıkarmış ve bu nedenle de ülkelerin  yeryüzü haritası üzerindeki konumları  hızla değişiklik göstermiştir . İki kutuplu dünyadan tek kutuplu yeni bir düzene geçmek için batı emperyalizmi dünya ülkelerini baskı altına alırken, bu gibi girişimler sonuçsuz kalmış  ve  iki kutuplu dünyadan tek kutuplu bir düzene geçiş  dünya uluslarının direnişi yüzünden  gerçekleşemeyince , insanlık çok kutuplu yeni bir dünya düzeni ile karşı karşıya kalmıştır . Ülkeler açısından ortaya çıkan yeni duruma uyum sağlamak kolay olmamış , soğuk savaş sonrasında dünya ülkeleri özgürce bütün kıtalara açılarak diğer ülkeler ile yakın ilişkiler tesis etmek için çaba sarf ederken ,  son dönemin çok kutuplu yapılanmasında yer alan yeni emperyal devletlerin baskı ve saldırıları ile karşı karşıya gelmek gibi bir durum öne çıkmıştır . Devletler kendilerini içeriden ve dışarıdan çevreleyen bölgelerin yarattığı sorunlar ile boğuşurken , yeni dönemde bir de çok kutuplu dünyanın yeni kutup başı ülkelerin hegemonya arayışlarının etkileri altında kalmışlardır . Bölgelerden kaynaklanan güvenlik sorunu devam ederken,bir de bu duruma yeni ortaya çıkan süper güç olmaya aday büyüklükteki  emperyal  güçlerin yarattığı  müdahale sorunları da eklenmiş bulunmaktadır 

Dünya haritasının düzensiz olması , harita üzerindeki devletlerin  genişliklerinin  ve büyüklüklerinin  birbirlerinden  çok farklı  boyutlarda olması gibi  sorunlar devletler arasındaki ilişkilerin düzenli olmasını önlerken ,küresel sürecin başlamasıyla birlikte  bazı devletlerin harita üzerindeki konumlarının değişmesi gündeme gelmiştir . Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra  on beş tane bağımsız devlet ortaya çıkarken  ,Yugoslavya’nın harita üzerinden silinmesiyle birlikte de  yedi ayrı devlet dünya sahnesine çıkmıştır . Çek ve Slovak devletleri de bu aşamada birbirinden ayrılınca  soğuk savaş dönemi sonrasında dünya yeni devletler ile tanışmak durumunda kalmıştır .  Uzun süre birlikte yaşayan devletlerin birden birbirlerinden ayrılmak noktasına gelmesi ,bütün dünya devletleri üzerinde olumsuz etkiler yaratmıştır . Büyük devletlerin sınırları içinde yer alan bazı özerk bölgeler ile  federasyonların içinde yer alan  küçük federe devletler  de,  dağılan konfederasyonlar gibi  ayrı ve bağımsız devletler olarak dünya sahnesine çıkmak istemişler  ama  merkezi büyük devletlerin bu gibi durumlarda  ülke birliği ve bütünlüğünün korunması doğrultusunda kararlı davranmaları üzerine , büyük devletler içinden yeni dağılma ya da çözülme gelişmeleri gündeme gelememiştir . Büyük devletler arasındaki rekabet doğrultusunda bazı büyük devletlerin diğer büyük devletleri geride bırakarak rakip olmaktan çıkarma durumunda , diğer devletlerin içinde yer alan küçük devletçiklerin ya da özerk bölgelerin  kendilerine benzer küçüklükteki diğer küçük devletlere benzer bir biçimde bağımsızlık statüsünü kazanmaları gerektiği doğrultusunda  ,dışarıdan müdahale ya da uzaktan kumandalı manüplasyon  girişimlerine kalkıştıkları görülmüştür . Çok kutuplu dünyanın yeni büyük güçleri , kendilerinin dışındaki diğer  büyük devletleri devre dışı bırakma doğrultusunda  bölücü ve yıkıcı hareketler ile birlikte, terör ve bölge savaşı gibi sıcak çatışma olaylarını da emperyal çizgide tezgahlamaya çalışmışlardır .

İki büyük dünya savaşı sonrasında  Birleşmiş Milletler gibi büyük bir uluslar arası  örgütün kurulması  , üçüncü dünya savaşı gibi daha büyük bir felaketten insanlığı kurtarmak üzere  gündeme gelmiştir .  Evrensel hegemonya peşinde  koşan yeni büyük güçler , yeryüzünün bütün kıtaları üzerinde çekişmeye başlayınca bazı bölgelerde savaş ve terör çatışmaları başlamış  ve zamanla bunlar bölgesel savaşlara doğru gelişmeler göstermiştir .On bin yıllık insanlık tarihinin  gözler önüne serdiği gibi uluslar arası alanda asıl olanın savaş olduğu ve barışın istisnai olarak zaman zaman devreye girdiği ama kısa ömürlü olarak kaldığı görülmektedir .  Normal koşullarda ya da barış dönemlerinde  bölgelerde olumsuz gelişmeler öne çıkmadığı için  ülkelerin güvenlikleri savaş dönemlerine kıyasla  daha sağlam olabilmektedir . Savaş  dönemlerinde ise bütün ortamlarda var olan düzenler sarsıntı geçirdiğinden,  kaos ve karışıklık olguları öne çıkarak devletlerin  kamu düzenlerini açıkça tehdit etme noktasına gelmektedir . Her devlet bu nedenle kendisini koruma ve bu doğrultuda önlemler alarak gelecek açısından ülke  güvenliğini sağlamakla  kendisini görevli olarak görebilmektedir . Devletler  vatandaşlarının güvenliğini öncelikli olarak gerçekleştirmek durumunda olduğu için  kamu düzeni ve güvenliğinin   korunması  açıdan hiç kimsenin devletleri eleştirme hakkı yoktur . Tarihsel süreçlerin sonucu olarak dünya haritasında yer alan bütün devletler , var  olma ve  geleceğe yönelik olarak devamlılık sağlama noktasında , birbirlerine benzer bir biçimde  koruyucu  ve muhafazakar bir tutum ile  tehditlere karşı çıkan bir  tavır  geliştirebilmektedirler.

Toplumsal yapıda iç dinamiklerini geliştirerek güçlendiren devletlerin , kendisini çevreleyen bölgelerden gelen olumsuz gelişmelere karşı  önlem geliştirmeleri  daha  kolay olmaktadır .  Her toplum yaşayan bir organizma olarak kabül edildiği sürece , sosyal tabanlı gelişmelerin  devletleri yeni jeopolitik tehditler ile karşı karşıya getirmesi  ,iç dinamikler üzerinden  güçlü devlet yapılarında  önlenebilmektedir . Bu gibi durumlarda  devletlerin ulusal toplum yapısından kaynaklanan bir  tabana sahip olmasının getirdiği  sıkı ilişkiler ağının  öne geçerek etkin olduğu gözlemlenebilmektedir . İç cephesi güçlü olan ve merkezdeki devlet yapılanmasını her türlü saldırı ya da tehdide karşı güçlü bir biçimde yapabilen devletlerin her türlü konjonktürel  rüzgarlara karşı koyabildikleri ve direnerek  daha iyi ve olumlu bir siyasal ortama sahip olabildikleri , bir çok gelişmenin ortaya koymuş olduğu doğal bir sonuç olarak görülmüştür . Devlet modellerinin bu noktada ciddi bir önem taşıdığı ,toplum içinde uluslaşma süreçlerinin yaşanmadığı bölge devletlerinde ise ulusal bir yapılanma ve onun getirmiş olduğu  sıkı dayanışma olmadığından  , devlet yapılarını çevreleyen bölgelerden gelen olumsuz gelişmelerin ,  hedef alınan devletlerinin yapıları üzerinde  her türlü saldırının ötesinde  çok etkin  değişikliklere giden yolu açtığı görülmektedir . Siyasal yapılar açısından  büyük değişikliklere gidebilecek  gelişmelerin  bölgesel önlemlere gidilerek  karşılanabilmesi ya da daha sonraki aşamada farklı sonuçlar yaratılmasına gidebilecek  önemli adımlar atılırken devletlerin  yıpranmalarına  ve açığa düşmelerine  kamu düzeni açısından  izin  verilmemelidir .

                Türkiye Cumhuriyeti bir bütün olarak ele alındığında , kendisini çevreleyen  bölgelerin  hepsi ile karşı karşıya gelen  ve resmen  birbirinden  uzaklıkları nedeniyle farklı  jeopolitik konumlara sahip olma aşamasındaki   bölgelerin  tek tek ele alınmaları, ülke güvenliği açısından zorunluluklar göstermektedir . Türkiye’nin merkezinde yer aldığı geniş  bölgenin sürekli  olarak gözlem altında tutulmasıyla, bölgeler üzerinden gelişebilecek  yeni durumların önceden tespit edilerek ona göre hareket edilmesi  tedbirli bir tutum olabilecektir .Doğmakta olan ya da gelecekteki aşamalarda ortaya çıkabilecek farklı türlerdeki gelişmelerin  yaratabileceği  olumsuz yansımaların ya da tehditlerin  önüne geçmek  böylece  sağlanabilecektir . Türk devletinin merkezi gücü ile birlikte  ülke üzerinden milli sınır bölgelerine yansıyan  siyasal gücü de  geleceğin tehditlerinin belirlenmesinde etkili olacaktır.  Genel olarak Türkiye’nin çevresine bakıldığında dört bir yanından  çeşitli tehditler ile karşı karşıya olduğu görülmektedir . Soğuk savaşın sona ermesinden sonra  Türkiye’nin merkezinde yer aldığı  orta dünyaya  batılı siyaset bilimcileri felaketler coğrafyası adını vermekten çekinmemişlerdir . Fransızların yapmış olduğu bu isimlendirmeye  İngilizler de  karanlıklar coğrafyası adını takmışlardır . Bu bölge için ise Amerikalı bilim adamları  Avrasya Balkanları adını takarak  , tıpkı Balkanlar’da olduğu gibi  küçük topluluklar ve devletçikler arasında büyük çekişmelerin ortaya çıkabileceği ve bu doğrultuda bütün anlaşmazlıkların  terör ya da savaş girişimleri üzerinden bölge için sıcak çatışma ortamının doğmasına giden yolu açabileceği üzerinde durulmuştur .

Önce Osmanlı İmparatorluğunun daha sonraki aşamada ise  Sovyetler Birliğinin yayıldığı merkezi coğrafyanın geleceğinde ortaya çıkan çeşitli planlar ve projelerin, artık daha  açık ve etkin bir biçimde tartışma alanına geldiği görülmektedir . Bazı devletlerin zaman içerisinde tasfiyeye uğraması ya da farklı bir çizgide kurulması  gibi durumlar  bölge devletlerinin tepkisiyle karşılaşabilmektedir. Ayrıca ,bölge içinde yer alan çeşitli toplumsal ya da  askersel   oluşumların  beraberlerinde eski yapının yıkımı ile geleceğe dönük bir  yapıyı yeniden  onarma gibi bir büyük sorunun  tekrar  gündeme gelmesi   söz konusudur . Türkiye Cumhuriyeti’nin  , batıdan  eski Osmanlı ülkelerinden ya da  doğu Avrupa ülkelerinden  gelebilecek çeşitli sorunların bölgede gene eskisi gibi  kaos ve karışıklık rüzgarları  estirmesinden çekinmesi gerekmektedir . Küresel emperyalizmin ulus devletleri yeni dönemde parçalayarak küçük devletlere geçiş sinyalleri vermesi bütün devletler açısından yeni tehditler yaratırken, Osmanlı hinterlandının merkez ülkesi olan  Türkiye’nin ,kendisinden eskisi gibi kopup gidecek yeni devlet oluşumlarına seyirci kalması düşünülemeyecek bir sorundur . Küreselleşme olgusunun bölmeyi ,parçalamayı ya da  dağıtma anlamlı çıkışlarını görenler,  eski tip bir devlet yapılanmasının ötesinde  bu gibi olaylara karşı hazırlıklı olabilmenin arayışı içine girmişlerdir . Bu gibi durumlarda  beklenmedik olumsuz gelişmelere karşı  yapılabilecek işler ya da bu doğrultuda atılacak adımların planlı bir biçimde önceden belirlenmesi gerekmektedir .Türkiye’nin batı sınırlarında yer alan Balkan ülkelerinin  emperyal müdahaleler yüzünden  her zaman için eskisi gibi istikrarsızlık  ortamı yaratması  mümkün görünmektedir . Balkan ülkelerinin çok küçük olması ve kendi aralarında bölgesel hegemonya çekişmelerine yatkın olmaları yüzünden , Balkan yarımadası Türkiye için her dönemde  istikrarsızlık üretme merkezi konumunu korumuştur .

Türkiye Cumhuriyetine batı bölgesinden gelebilecek tehditler içerisinde  batı dünyasının büyük emperyal  devletlerinden kaynaklanabilecek sorunlar da  bulunmaktadır . Birinci dünya savaşı sonrasında İngiltere’nin , ikinci dünya savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletlerinin   batıdaki Atlantik kıyılarından kopup gelerek merkezi coğrafya da hegemonya yapılanması oluşturmaya çalışmaları da ,Türkiye için büyük tehditler oluşturmuştur . Bugün için Almanya’nın  Avrasya bölgesinde hegemonya oluşturmak üzere izlediği doğu politikasına yönelmesi ya da Fransa’nın  Akdeniz birliği oluşturma doğrultusunda Türkiye’nin  güney bölgelerini işgal etmeye çalışması  bir merkezi coğrafya devleti olan Türkiye için  hegemonya baskısı yaratan tehditler olarak öne çıkmıştır . Akdeniz’de kıyısı olan İtalya ve İspanya gibi ülkelerin de deniz ülkelerini genişletme eğilimleri de Türkiye için Akdeniz bölgesinde ikinci derece tehdit olarak  zaman zaman ortaya çıkmıştır . Merkezi deniz olan Akdeniz’in tarih boyunca  sıcak  çatışma  alanı olması ve   üç kıtanın  ortasında kritik bir konum taşıması yüzünden batılı devletler bu iç deniz üzerinde hegemonya arayışı çizgisinde bir  rekabete girişmişler ve bu durumun sonucunda da  sıcak çatışmalar  bazan  donanmalar savaşına dönüşmüştür .

                Güvenlik merkezli  tehdit analizleri yaparken  Türkiye’nin devlet yapısından hareket etmek gerekmektedir . Her ülke açısından öncelik devlet düzeninin korunması olduğuna göre , Türkiye açısından da öncelik , Atatürk’ün belirli ilkelere dayanarak kurmuş olduğu cumhuriyet rejiminin  korunmasındadır . Türk anayasalarında şimdiye kadar yer alan cumhuriyetin temel ilkeleri  anayasanın başlangıç bölümünde yer aldığı sürece , Türkiye Cumhuriyetinin kuruluştan gelen siyasal rejiminin devam ettiği söylenebilir . Bu doğrultuda  rejimin kendini savunma mekanizmaları  var oldukça , cumhuriyet devleti açısından bir toplumsal ya da hukuksal  güvenceden söz etmek mümkündür . Diğer devletler gibi Türkiye’de rejimine öncelik tanırken değişim rüzgarlarına karşı dik durabilmek zorundadır.Kendi güvenlik sorunlarını algılayamayan hiçbir devletin ayakta kalması mümkün değildir .Her devlet  kendini merkeze alan bir güvenlik politikası geliştirirken , uluslararası ilişkilere ve yeni ortaya çıkan gelişmelere dikkat etmek zorundadır . Bunları  gözlemleyerek inceleyen ve yeni durumlara göre  kendi devlet modeli üzerinden  harekete geçen siyasal yapıların emperyal rüzgarlar ya da  saldırgan dönüşümler üzerinden  zorla dönüşüme  sürüklenmeleri  kolaylıkla önlenebilir. Değişimin  düzen yıkımına   doğru zorlanmasında  ,kuruluş modelini koruyarak hareket eden  devletlerin  direnişleri  ülke ve bölge barışlarının korunması açısından  önem taşımaktadır .

Güvenlik  sorunları içerisinde  müttefik ve  düşman devletler ayırımı öncelikli olarak belirlenmesi  gereken bir durumdur . Bütün devletler  dost ve müttefik görünerek  uluslararası ilişkilerini geliştirmeye çalışırlar . Ne var ki , siyasal olaylar geliştikçe ve ortaya yeni durumlar çıktıkça devletlerin ulusal çıkarları birbirine ters düşmeye başlayabilir ve böylesine  hareketli  konjonktürler de eskiden müttefik durumunda olan devletlerin yolları ayrılabilir . Kendisini tanıyan ülke ve bölge gerçeklerini iyi bilen devletler,  bu gibi durumlarda gelişmeler doğrultusunda önlemlerini alarak  yeni duruma ayak uydurmaya çalışırlar . Devletler arası ilişkiler karşılıklı çıkarlara dayandığı  için , kendini çıkarları doğrultusunda koruyarak devletlerin  içinde bulundukları ittifak düzenlerini yeniden ortakları ile görüşmeleri ve buna göre  davranarak çözüm üretme yoluna gitmeleri gerekmektedir . İttifaklar gerçekçi olduğu sürece uzun zaman dilimlerinde devam edebilmektedir . Bu durumun tersi ortaya çıktığında , ittifakların bittiği ve ortak devletlerin birbirlerine sorup danışmadan  kendi başlarına  yeni siyasal arayışlara girdikleri görülebilmektedir . Büyük ve güçlü devletler , değişen koşullarda kendi çıkarları doğrultusunda farklı yollar izlemeye başladığında, bu durumu eski müttefiki olan orta boy  ve küçük devletlerden sakladığı ya da hiçbir değişiklik yokmuş  gibi hareket ederek ayrılan yolları ve farklı çıkarları gözlerden uzak tutmaya çalışarak eski politikalara devam ediyormuş gibi , iki yüzlü ya da çifte standartlı   yollara çekinmeden başvurabilmektedirler .

                Türkiye’nin batı dünyası ile ilişkilerine bakıldığında , batı emperyalizminin dünyanın orta bölgelerini kendi kontrolları altında  bir  çıkar düzenine bağlı tutmaya çalıştığı  görülmektedir . Ne var ki , batı blokunun çıkarları doğrultusunda Türkiye yönlendirildiği zaman, komşular ile karşı karşıya gelme riski giderek  artmakta , dünyanın doğu yarısının içinde yer alan merkezdeki ülkeler ile Türkiye batı blokunun çıkarları yüzünden ters düşerek , sıcak çatışma ve terör olayları gibi olumsuz gelişmeler  ortaya çıkabilmektedir . Son zamanlarda stratejik derinlik diyerek ortaya çıkan bazı  kesimlerin  , Türkiye’yi emperyalistlerin haksız çıkarları uğruna  kendi bölgesinde savaş  senaryolarına alet etmeye çalıştıkları görülmektedir . Özellikle soğuk savaş sonrası yeni dönemde küreselleşme adına yeni emperyalizmin çıkarlarına 

Türkiye'yi alet edenler , özellikle  enerji kaynakları üzerinden sürdürülen savaş senaryolarında Türkiye’yi haksız yere kendisinin taraf olmadığı bir savaşa doğru müttefiklik ilişkileri doğrultusunda sürüklemeye kalkışmaları  , ülke ve bölge güvenliği açısından son derece tehlikeli durumlar ortaya çıkarmaktadır . Orta Doğu’da başlayan sıcak çatışmaların Arap baharı görünümünde Akdeniz kıyılarında yayılması ,Orta Doğudaki terör hareketlerinin  Kafkasya ve Hazar  bölgelerine  taşınarak  bu bölgelere de batılı emperyalist güçlerin girmeye çalışması ,Türkiye’yi doğu bölgesinde yer alan komşuları ile karşı karşıya getirmektedir . Türkiye Arap baharı sonrasında bir Kafkas baharına doğru  sürüklenmemelidir . Böyle bir olumsuz  durum ortaya çıkarsa, Akdeniz’den sonra  Karadeniz kıyılarının da karışması ya da  sıcak olaylara sahne olması söz konusu olabilir .Türkiye dört bir yanı açık bir jeopolitik coğrafyaya sahip olduğu için bu kadar geniş alanda bir çok emperyal proje ile uğraşmak ve bunların önünü keserek  komşuları ile bölge barışını tesis etmek durumundadır . Güvenlik araştırmaları  ülkelerin ötesinde daha geniş alanlara yönelik olarak yapıldığı için bölgeselleşme kavramı kendiliğinden öne geçmektedir . Kendini bilen sorumlu devletlerin komşu ülkeler ile ilişkilerini barış içerisinde sürdürürken bölgesel barış diye bir kavram öne çıkmaktadır . Bu açıdan aynı bölgedeki ülkelerin birbirlerini düşünerek hareket etmeleri kaçınılmaz bir tutum haline gelmektedir . Bölge kavramı doğrultusunda  ülkeler arası ilişkiler yeniden düzenlenirken bölgeselleşme olgusunun güvenlik sorununun  çözümü için getirdiği katkıların da dikkate alınması gerekmektedir . Küresel dönemde batı emperyalizminin çeyrek yüzyılı aşan bir saldırganlığına  sahne olan  merkezi coğrafyanın geleceği açısından  ,bölgeselleşme ciddi bir alternatif olarak  öne çıkmaktadır . Küresel emperyalizme karşı devreye giren alternatif yapılanma olarak bölgeselleşme yeni dönem Türk politikasının gelişmesi açısından alternatif çözüm üretecek bir kavram olarak devreye girmektedir . Tek bir Orta Doğu bölgesinin Türkiye’nin başına neler açtığı görüldüğünde Akdeniz, Ege ,Balkanlar ,Karadeniz ,Kafkasya , Hazar  ve Orta Asya bölgelerinde ortaya çıkabilecek yeni gelişmelerin Türkiye için  ne gibi sorunlar çıkaracağı ve bu sorunların hangi yeni  tehditleri beraberinde getireceği belli değildir . Türkiye kendisini çevreleyen bu bölgelerin tam ortasında yer alan merkezi bir devlet olarak ,emperyalist ülkelere karşı bir alternatif   yapılanmayı  kendi bölgeselleşme planı olarak ortaya koyabilmelidir .

Emperyalistler dünyaya kendi çıkarlarına göre yeni bir yön vermeye kalkışırken , bölgesel sorunların çözümü için de kendi  küresel çözümlerini  dayatmaya kalkışmaktadırlar .Küresel çıkarlar ile bölgesel çıkarların çatıştığını fark edemeyen ya da gizlemeye çalışan  böylesine çıkarcı bir  yeni tür emperyalizme , Türkiye ve komşuları aynı bölgenin devletleri olarak alet edilemezler . Büyük güçlere ve emperyal devletlere karşı komşu ülkeler ile geliştirilecek bölgesel işbirliği yaklaşımları , dıştan gelecek saldırılara karşı  bölgesel birlikler kurulmasına giden yolları da açacaktır . Beraber yaşanacak ortak yer ya da işbirliği geliştirilecek  kara parçalarını  ortak  bölge kavramı çerçevesinde ele almak yoluyla  alternatif bir yaşam düzeni kurulabilecektir . Komşu ülkelerin bu doğrultuda böylesine yakın bir işbirliğine girmeleri sayesinde  oluşturulacak bölgesel dayanışma düzenleri ya da bölgesel paktlar,  bulundukları yörede çıban başı veren sıcak çatışma  alanlarının da ortadan kaldırılmasına giden yolu açacak ve bu doğrultuda  kalıcı barış düzenlerinin bölgesel güvenlik  yapılanmaları  aracılığı ile öne çıkarılmasına   yardımcı  olacaktır .

                Orta Doğu bölgesinde sıcak çatışmaların altında geniş enerji yataklarının bulunduğu anlaşıldığında , hem Akdeniz’in hem de Karadeniz’in  yeni enerji alanları olarak dünyanın gündemine girdikleri görülmektedir .İsrail Fransa ile işbirliği yaparak bir Akdeniz birliği oluşumu çizgisinde yeni bir Lavant yapılanmasını doğu Akdeniz bölgesinde öne çıkarırken , Karadeniz bölgesinde de kanal İstanbul projesi üzerinden yepyeni bir yapılanma başlatılmaktadır . Varşova paktının çözülmesi , Nato’nun Karadeniz’e gelmesi   ve  Karadeniz işbirliği örgütünün  kurulması , yeni  bölgeselleşme oluşumları olarak  Türkiye’nin kuzey bölgesinde de  farklı  düzeyde bir bölgeselleşmenin devreye girdiğini göstermektedir . Bu durumda , Türk devleti  güneyinde yer alan Orta Doğu  bölgeselleşmesi gibi Karadeniz üzerinden de bir  kuzey yapılanmasının  tam ortasına doğru sürüklenmiştir . Şimdi yapılacak olan bölgeselleşme modellerinin komşu ülkelerle işbirliği yaparak karara bağlanmasıdır .