Uzmanlar, kabulünün üzerinden geçen 10 yılda Paris Anlaşması'nın, iklim kriziyle mücadelede küresel bir dönüşüme öncülük ettiğini, emisyonlardaki artışı azalttığını ancak ilerlemenin hızlanması gerektiğini belirtiyor.
Fransa'nın başkenti Paris'te 12 Aralık 2015'te düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı'nda (COP21) 195 taraf ülke tarafından kabul edilen Paris Anlaşması, ilk kez bağlayıcı bir anlaşma hükmünde tüm ülkeleri iklim kriziyle mücadele ve uyum noktasında bir araya getirdi.
4 Kasım 2016'da yürürlüğe giren anlaşmanın hedefi küresel ortalama sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelere göre 2 derecenin altında tutmak, mümkünse 1,5 derece ile sınırlamak şeklinde belirlendi.
Anlaşmanın kabulünün 10. yıl dönümünde AA muhabirine değerlendirmelerde bulunan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Çalışma Grubu Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Şiir Kılkış, Paris Anlaşması'nı iklim değişikliğiyle mücadelede bir dönüm noktası olarak nitelendirdi.
Anlaşmanın, iklim kriziyle mücadelede birçok hususu dengeli şekilde barındırdığını belirten Kılkış, 10 yıllık süreçte dünya çapında net sıfır salım hedeflerini de içeren süreçlerin tanımlanarak uygulanmaya başlandığını kaydetti.
Kılkış, Paris Anlaşması'nın en önemli katkılarından birinin, uzun vadeli küresel ısınma düzeyinin, sanayi öncesi seviyeye göre 2 derecelik bir artışın oldukça altında ve 1,5 dereceyle sınırlı tutulmasına yönelik koyduğu hedefler olduğunu ifade etti.
Paris Anlaşması kapsamında küresel ısınma düzeyinin sınırlandırılmasına yönelik azaltım çabalarıyla birlikte uyum önlemleri ve çapraz kesişen konuların ön plana çıktığını aktaran Kılkış, "Her 5 yılda bir ulusal düzeyde belirlenen katkıların ele alındığı Ulusal Katkı Beyanlarının ortaya konması sağlandı. Mevcut durumda, Paris Anlaşması sayesinde 2035 yılında karbondioksit salımlarının 2019'a kıyasla yüzde 12 oranında azaltılmış olması bekleniyor. Paris Anlaşması'nın olmadığı bir dünyada ise salımların en az yüzde 20 oranında artış göstermesi beklenebilirdi." dedi.
- "Yapılanlar yetersiz kalıyor"
Küresel ortalama sıcaklık artışının mevcut durumda tüm dünya için tehlikeli olan 2,8 derece eğilimine doğru ilerlediğine dikkati çeken Kılkış, bu noktada, yapılanların yetersiz kaldığını dile getirdi.
Kılkış, iklim değişikliğinin 2 derecenin oldukça altı ve tercihen 1,5 dereceyle sınırlandırılması için gerekli olan sera gazı emisyonlarındaki azaltımın çok daha fazla olması gerektiğinin altını çizdi.
Paris Anlaşması'nın uygulama aşamasında çözümlerin yaygınlaştırılması ve çözümlere eşit erişim imkanlarının artırılması gerektiğini vurgulayan Kılkış, şöyle devam etti:
"Anlaşmada sera gazı salımlarının azaltılmasına yönelik çabaların iklim değişikliğinden kaynaklı risk ve etkilerin önemli ölçüde azaltılmasındaki rolü vurgulanıyor. Sürdürülebilir kalkınma odağındaki imkan ve fırsatlara adil erişimin sağlanması ve yoksulluğun ortadan kaldırılması ele alınıyor. Ekosistemlerin bütünlüğünün dikkate alınacağı ve karar alma süreçlerini destekleyecek şekilde iklim sisteminin düzenli olarak gözlemlenmesi ve araştırılması dahil olmak üzere iklim odağındaki bilimsel bilgilerin güçlendirileceği taahhüt altına alınıyor. Gıda üretimini tehdit etmeyecek şekilde iklim dirençli ve düşük sera gazı salımlarına yönelik çözümlerin artırılacağı belirtiliyor. İklim finansmanının harekete geçirilmesinin yanında teknoloji geliştirme ve transferi, yeniliğin hızlandırılması, teşvik edilmesi ve etkinleştirilmesi gerekliliği de kritiktir."
Türkiye'nin sunduğu Uzun Dönemli İklim Stratejisi'nin, iklim değişikliğiyle mücadele ve 2053'e yönelik net sıfır salım hedefinin uygulamaya geçmesi aşamasında önemli gelişmeler içerdiğine işaret eden Kılkış, 2030 yılı için azaltım ve uyum odağında strateji ve eylem planları da içeren Uzun Dönemli İklim Stratejisinin enerji, sanayi, binalar, ulaştırma, atık ve tarım alanları dahil olmak üzere çeşitli sektörlerdeki azaltım fırsatlarını kapsadığını anlattı.
- "Başarı, anlaşma kapsamında oluşturulan süreçlerde yatıyor"
Paris Anlaşması'nın iklim değişikliğine yönelik küresel çabayı artırma hedefi koyduğunu söyleyen Oslo Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu ve Uluslararası Hukuk Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Christina Voigt da anlaşmanın, iklim değişikliği tehdidini özel olarak ele alan ve neredeyse evrensel katılıma sahip tek uluslararası belge olduğuna işaret etti.
Paris Anlaşması'nın önemli çıktılara sahip olduğundan bahseden Voigt, şunları söyledi:
"2015'te, yüzyılın sonunda sıcaklık eğrisinin 4 derecenin üzerinde olacağı hesaplanıyordu ancak şu anda 2,6 derece olarak hesaplanıyor. Bu hala çok fazla ancak eğriyi büküyoruz ve doğru yönde ilerliyor. Ayrıca 1,5 hedefi artık dünya çapında biliniyor ve kolektif bir yön veriyor. Başarı, anlaşma kapsamında oluşturulan süreçlerde yatıyor. Ulusal Katkı Beyanlarının niteliği, yinelemeli yapıları, herkes için aynı olması ve 'geliştirilmiş şeffaflık çerçevesi' aracılığıyla oluşturulması açıklık ve şeffaflık barındırıyor. Eksiklikler ise daha hızlı hareket etmemiz gerektiğini gösteriyor. Ulusal Katkı Beyanları etrafındaki süreçleri daha ciddiye almalı ve hükümetleri, her devletin sahip olabileceği en büyük hırsı yansıtan Ulusal Katkı Beyanları ortaya koymaya zorlamalıyız. Hala gidilecek uzun bir yol var."
Trump yönetiminin aldığı kararla ABD'nin 25 Ocak 2026'da anlaşmadan çekileceğini hatırlatan Voigt, bu kararın iklim değişikliği konusunda çalışan herkesin "suratına atılan bir tokat niteliği taşıdığı" yorumunda bulundu.
Voigt, ABD'ye rağmen diğer tarafların anlaşmada kaldığını ve COP30'un, ABD olmadan da çok taraflılığın ilerleyebildiğinin bir göstergesi olduğunu dile getirdi.
Ülkelerin, Paris Anlaşması hedeflerini gerçekleştirmek için atabileceği adımları değerlendiren Voigt, sözlerini şöyle tamamladı:
"Ülkeler, sera gazı emisyonlarının itici güçlerini ele almalı ve emisyonları çok daha maliyetli hale getirmek veya tamamen yasaklamak için düzenlemeler, yasalar ve kanunlar koymalıdır. Sera gazları kirliliktir ve yasal sistemlerde bu şekilde ele alınmalıdır. Ayrıca, bu yasaların etkili bir şekilde uygulanması ve yasalara uyulması gerekir. En çok hangi sektörde faaliyet gösterildiğine bağlı olarak, yasa ve yönetmeliklerin ayarlanması gerekir. Bu, ormansızlaşma ve fosil yakıt üretimi, tüketimi, ulaştırma, tarım gibi sektörler için geçerli olabilir. Bu, devletlere göre farklılık gösterirken her devletin, neden olduğu emisyonları ele almak için elinden gelenin en iyisini yapması gerekir."