Öfkelenince neden bağırırız?

Bestami Bozkurt

Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş.

Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş.

Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”

“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”

Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”

Bazen de ifade edemeyecek mecalimiz olmadığında şiddetin kapıları aralanır çünkü anlatılacak bir şey yoktur. Kişi en iyi bildiği şiddetin tüm komplikasyonlarında şimşek hzında dolaşmaya başlar.

Entelektüel kapasitemizin artması bu bağlamda şiddetin yükünü alacak ve ikna temelli bir rotasyon çizilecektir.

İlber hocaya ait olduğu söylenilen harika bir entelektüel hikayesi şöyle gelişir:

"Üniversitede, en çok sevdiğim hocanın odasındaydım. Bana, “Ne olmak istiyorsun?"dedi. “Entelektüel olmak istiyorum.” dedim. “Senden entelektüel olmaz” dedi. Şaşırmıştım, sonra, kırılgan bir ses tonuyla; “Dersinizi geçmeme rağmen, sürekli dersinizdeyim. Okulda en çok okuyan, araştıran ve tartışmalara giren, hep benim?" dedim. “Senden Entelektüel olmaz”dedi. Çok kızmıştım! "Doçent tezlerin konularını bile ben öneriyorum" dedim. Prof. gülümseyerek geriye yaslandı. "Senden çok iyi bir araştırmacı olur. Ama entelektüel olmaz. Nedenine gelince, sana entelektüel olamazsın dediğimde, bana bir Entelektüel gibi 'Niçin olmaz?' diye sormadın, aksine alındın ve hiddetlendin. Yazarlık bilgi işidir. Entelektüellik bilgi değil,davranış biçimidir. Bir insanın entelektüel olması için en az 3 kuşak ailesinin okuması gerekir. Okulun önüne bak. Hepsi son model araç dolu ve hocalara ait. Her sene model yenilerler. Gerçekten böyle bir yenilenmeye ihtiyaçları var mı?Niçin bu şekilde yaşıyorlar. Çünkü o ünvanlarla gördüğün hocalarının kariyerleri ne kadar yüksek olursa olsun, ruhları feodal bir köylü. Güçlerini topluma kabul ettirmek için böyle hava atmak zorundalar. Gerçek bir entelektüel asla bu güdüyle hareket etmez. Entel feodal köylülere, artık diploma ve ünvan da yetmez. Tıpkı paranın yetmediği gibi."

Okunanların davranışa dönüşmemesi sırtında gereksiz ve amaçsız taşınan yüke benzer. Davranışa dönüştürülebiliyorsa okuduklarımızın kendi kalıbımızı oluşturacağı hakikattir.

Malesef toplumda o kadar çok ruhu feodal köylü kalmış yüksek maaşlı insan var ki yüksek ses müzik açarak, son model araçla tin tin gezerek, lüks rezidanslarda yaşayarak toplumsal skalanın üstünde yaşadığını düşünen zavallılar var. Hava atarak kendilerini kanıtladıklarını zanneden bu psikopatolojik kişiler kendini anlatmayı bu şekilde başarabildiğini zannediyor.

Aslında tüm bu kişilik bozuklukların arka planında kalpleri birbirinden oldukça uzaklaşmış toplum kliklerinin birbirlerine bağıra çağıra anlatma çabalarının nümayişi yatıyor.

Doktor oldum işte, bak arabam son model filan, yüksek müzikle de şehrin caddelerinde turladı mı kalpleri birbirinden uzak toplum katmanlarının farklı gezegenlerden gelen yaratıkların iğreti beraberlikleri gibi birbirini anlamaktan uzak insanların megaloman davranışları sükunetini kaybetmiş toplumun bağırma refleksi olarak genelleyebiliriz.

Kalpler arasındaki bağ zayıfladıkça toplumsal feodalite o derece yükseliyor.

Bu bağlamın aile-millet arasındaki büyük deformasyonu büyüttüğü ve yıkılan ailelerin çoğalmasından, toplumsal blokajın uçuruma dönüşmesi ile bananeciliğin pik yapması tesadüf değildir.

BESTAMİ BOZKURT

linkedin.com/bestamibozkurt

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.