NEZÎHE MUHİDDİN VE ŞÛLE YÜKSEL’İN KIRILAN KOLLARI

Kerime Yıldız

Emine Erdoğan’ın, 25 Kasım Dünya Kadına Şiddetle Mücâdele Günü kapsamında yaptığı konuşmada geçen bâzı ifâdeler, Yeni Akit yazarı Ali Karahasanoğlu tarafından çok sert eleştirildi. Sert diyorum çünkü, “Diyânet İşleri Başkanı’nın karşısında, imam hatipli Cumhurbaşkanı’nın başörtülü eşine, bakın hangi konuşma yaptırıldı.” cümlesi, Emine Erdoğan’ın irâdesini yok sayan bir eleştiridir. 

Mezkûr yazarın canını sıkan cümleler şunlar:

“Erkekler, kadınları mülk edinemezler. Üstünlük iddia edemezler.”

“Söz konusu olan şiddetse kol kırıldığında yen içinde kalamaz!”

“Mahrem alan, şiddetin uygulanmasına zemin olduğu anda, insan hakları ihlâli başlamış demektir.”  

Karahasanoğlu, “Fizikî şiddet olan yerde, Müslüman şiddeti savunmaz. Buraya nokta!” diyor.

Doğru. Müslüman şiddeti savunmaz. Ama örter. Dâvâ uğruna, “Kol kırılsın, yen içinde” der.

Örnek mi? Rahmetli Şûle Yüksel’in, iki eşinden de mahrem alanda gördüğü fiziksel şiddet, dâvâ uğruna yok sayıldı, uzun yıllar konuşulmadı. Oysa üstü örtülen, halı altına süpürülen meseleler, orada birikip daha çok zarar verdi.

Erkeklerin, dâva uğruna kadına yönelik şiddetin üzerini örtmesini anlıyorum ama kadınların bu konudaki sessizliğini anlayamıyorum. Başta Emine Erdoğan olmak üzere Şûle Yüksel’in tâkipçileri olan hanımlar, özellikle de eli kalem tutanlar, bu konuya yıllarca girmediler. Bu arâzi o kadar mayınlı ki Şûle Yüksel’in hiç evlenmediğini zanneden erkeklere bile rastladım. Çünkü evlilikleri bilinirse doğal olarak niçin ayrıldığı da bilinecek. 

Şûle Yüksel hayattayken çekilen ve TRT Avaz’da yayınlanan belgeselde ilk evliliği hakkında tek cümle var: “32 yaşındayken tiyatrocu Abdullah Kars ile yaptığı mutlu evlilik ne yazık ki beş yıl sürer.” 

Yine fiziksel şiddet sebebiyle biten ikinci evliliğinden ise tek kelime bahis yok. 

Şûle Yüksel hakkında kitap yazan Demet Tezcan’ın, bilinmeyenleri yazdığını duydum ama okumadığım için yorum yapamıyorum.
.......

Bugün Cumhuriyet gazetesinden Ergin Yıldızoğlu, kadına şiddet konusuna girdi. AK Parti’nin, kadın hareketinin yüz yıllık kazanımlarını hızla yok ettiğini iddiâ eden Yıldızoğlu’nun yazısının son paragrafı şöyle:

“Artık burası, kadının özgürleşmesinden böylece egemenliklerini kaybetmekten korkan erkeklerin yönettiği, kadına karşı şiddetin çoğu kez devlet güvencesi altında normalleştirildiği bir toplumdur. Bu kafa yapısıyla, Nazi ideolojisinin, kadın, aile ve toplum anlayışı arasındaki benzerlikler ise gerçekten korkutucudur.”

Ergin Yıldızoğlu’na desem ki, “Hadi siyâsete girme mâcerası akıl hastânesinde biten Nezîhe Muhiddin’i konuşalım! Kafası çalışan kadınlar karşısında egemenliklerini kaybetmekten korkan CHP’lileri konuşalım! Nezîhe Muhiddin ve arkadaşları Meclis’e girmek isteyince başta Yunus Nâdi olmak üzere onlarla dalga geçen, aşağılayan yazarları konuşalım!”

Olmaz! Çünkü devrim, zarar görür. 

Erkeklerin devrim uğruna kadına şiddetin üzerini örtmesini anlıyorum ama kadınları anlayamıyorum. 

Nezîhe Muhiddin belgeseline kızarak 29 Ekim’de Odatv’de, “Nezihe Muhiddin bu belgeseli görse elinde terlik sizi kovalardı” başlıklı bir yazı kaleme alan Özlem Özdemir, kadınların 1923’de Meclis’e sokulmamasını şöyle savundu:

“1923 Haziran’ında evvela Kadınlar Halk Fırkası kuruluyor. Kurucuları arasında Nezihe Muhiddin, Nimet Remide, Latife Bekir, Şükûfe Nihal gibi isimler yer alıyor. Her ne kadar adı fırka ise de Kadınlar Halk Fırkası’nın ana amacı başlangıçta siyasî nitelik taşımıyor. Öncelikle toplumsallaşma ve eğitimin gerekli olduğu, siyasi hakların er ya da geç kazanılacağı düşünülüyor. Şükûfe Nihal açıklamalarında eninde sonunda kendi temsilcilerini Meclis’te göreceklerini düşündüğünü söylüyor. O dönem tüm ulusu kapsayacak tek bir fırka oluşturulması planlanıyor, o da Halk Fırkası. Bu sebeple Kadınlar Halk Fırkası Ankara’nın onayını alamıyor.”

Özdemir, bir araba târihî bilgi veriyor ama Meclis’e girmek isteyen Nezîhelerin nasıl aşağılandığından tek kelime bahsetmiyor. Bahsetmemesi bir yana, Nezîhe Muhiddin hayatta olsaymış belgeseli çeken yobazları terlikle kovalarmış.

Bence belgeseli çekenleri değil, çektiklerinin üzerini örtenleri kovalardı.

Osmanlıda kadın hakları için başkaldıran Nezîhe Muhiddin, Cumhuriyet’e kavuşunca; laiklere başkaldıran Şûle Yüksel ise Huzur Sokağı’na kavuşunca hayâl kırıklığı yaşadılar. Her ikisi de erkek egemenliğinin mağduru oldular. Akıllarını âzâd edecek kadar acı çektiler.  

Tâkipçileri ise acı dolu hayatlarının bilinmesini istemiyorlar. 

Kadınların canı çıksın! 

Yeter ki devrim ve dâvâ zarar görmesin! 

  

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.