Mustafa Hakan ÜNSER Yazdı: SDG ve YPG Zokası

Suriye denildiğinde yalnızca bugünkü Suriye Arap Cumhuriyeti sınırlarını düşünmemek gerekir.

Suriye denildiğinde yalnızca bugünkü Suriye Arap Cumhuriyeti sınırlarını düşünmemek gerekir. Antik Suriye, tarihsel olarak; bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün’ün büyük kısmı, Filistin (İsrail ve Gazze dahil), Güneydoğu Türkiye’nin bazı kısımları (Hatay, Gaziantep ve Urfa çevresi) ve Kuzey Irak’ın bazı bölgelerini kapsar. Bu aynı zamanda Osmanlı döneminde Arap milliyetçilerinin “Büyük Suriye” fikrini de ifade eder.

Trumpizmin Ortadoğu’daki Suriye özel temsilcisi olan Tom Barrack, Lübnan kökenli bir Hristiyan’dır ve etnik olarak Arap’tır. Şimdi bu özel görevlendirmeye bu bilgiler ışığında bakınca, büyükelçinin “Suriye Özel Temsilcisi” sıfatıyla gösterdiği faaliyetler farklı bir anlam kazanıyor.
Bahse konu olan ABD Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, X platformunda Mario Nawfal’e bir röportaj verdi. Barrack’ın yaptığı açıklamaları okurken sık sık “flashback” (geçmişe ait bir sahneye dönmek) yaşadım.
Bölge valisi gibi davranan Barrack’ın tam adı “Thomas Joseph Barrack Jr.” imiş. İlk “flashback” bu isimle ilgili olarak Devlet Bahçeli’nin “Tonyler, Jonyler” konuşması oldu. Bu beyefendi yoksa orada bahsedilen Tony’nin vücut bulmuş hali miydi?
Bakın, röportajında neler demiş bu özel temsilci: “Türkiye, Suriye’nin bir müttefiki. PKK’ye sahipler, ki bu Türkiye içinde yabancı bir terör örgütü olarak tanımlanmıştır. ABD de PKK’yi yabancı bir terör örgütü ilan etmiştir. Ancak artık PKK ile ilişkili olmayan başka bir örgüt var: DSG ve YPG. Bunlar IŞİD karşıtı kampanyada bizim müttefiklerimiz oldu.”
Bunu okuyunca yaşadığım diğer “flashback”i size şöyle hatırlatayım: 15 Ocak 2025’te Cumhurbaşkanı: “…Çünkü hâlihazırda Suriye’deki en ciddi sıkıntı, ülke topraklarının neredeyse üçte birini hâlen işgal altında tutan YPG terör örgütüdür. Suriye’nin doğal kaynaklarını da gasbeden YPG terör örgütü, şayet kendini feshedip silah bırakmazsa, yaklaşan acı akıbetten kurtulamayacaktır.” demişti. Şimdi acaba bu sessizlik nedendir?
Tom Barrack devamla: “Mazlum Abdi ve bu grubu temsil eden DSG ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temsilcileri Hakan Fidan ve İbrahim Kalın bu durumu ayarlarken sorumlu davranıyorlar, değil mi? Aramızda diyalog var. Ama burada da daha fazla diyaloğa ihtiyacımız var.” demiş.
Yaşadığım bir diğer “flashback”te ise bu sefer önümde Vikipedi sayfası belirdi: “Bu terörist 90’lı yıllarda PKK’ya katıldı. Kendi açıklamalarına göre 2012 yılına kadar PKK’ya mensup olan Abdi, örgüt içerisinde Şahin Cilo kod adıyla yöneticilik dahil birçok pozisyonda görev aldı. Türk yetkililere göre, PKK tarafından gerçekleştirilen birçok saldırı emrinin Mazlum Abdi tarafından verildiği belirtilmektedir. Ayrıca bu terörist, Türkiye İçişleri Bakanlığı tarafından kırmızı bültenle aranmaktadır.”
Barrack devam ediyor: “El Şara’ya inanıyorum. Hedeflerinin bizim hedeflerimizle uyumlu olduğuna eminim: Suriye’yi istikrara ve refaha kavuşturmak. Ancak farklı etnik ve mezhepsel talepler bu süreci zorlaştırıyor.” İki hafta önce de şöyle diyordu: “Merkezi bir devlet yerine herkesin kültürünü koruyabildiği bir yapı düşünülmeli.”
Bir diğer “flashback”te kendimi Meclis’teki Öcalan komisyonunda buldum. Eski Meclis Başkanı, şimdiki Aksakal (!) Binali Yıldırım, şöyle diyordu: “Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi üniter devleti tehdit değil, hizmetlerin daha etkin yürütülmesi için fırsattır. Adem-i merkeziyet olarak da tanımlanan bu yapı sadece idari bir yapılanmadır.” Bu açıklamasıyla Bahçeli, DEM ve Barrack’tan rol çaldı. Oysa bu yapıyı yıllardır savunan bebek katili Apo'ydu.
Bölge liderlerine “geçmişin pişmanlıklarını bırakıp diyaloğa odaklanma” çağrısı yapan Barrack, şöyle devam ediyor: “Ekonomik refah ve işbirliği temelinde bir gelecek inşa etmeliyiz. Lübnan bir zamanlar medeniyetin parlayan yıldızıydı. Bunu yeniden başarabilir.”
Trumpizm’in Ortadoğu politikası, ABD’nin ekonomik kazancını gözeterek, müttefikleri İsrail ve Suudi Arabistan’ın çıkarları üzerine şekilleniyor. ABD, İsrail’e toprak ve güvenlik, Suudilere ise Dicle ve Fırat’ın sularını vadediyor.
Bütün bu olan bitenler bir tarafa, sadece özel temsilcinin bu röportajı bile kamuoyunu ayağa kaldırmaya yetecekken, derin ve anlamlı bir sessizlik içinde Barrack’ın faaliyetlerini izliyoruz. Barrack, balığa zokayı yutturmak için yapılan yavaş ve ritmik hareketler gibi her gün bir şeyler yapıyor. SDG ve PYD konusundaki ifadeleri Cumhur ittifakının hiçbir üyesinden tepki almadı.
Zaten bizimkiler zokayı yutmaya dünden razılar. Zira Cumhur İttifakı, başta Öcalan açılımı olmak üzere bütün politikalarını Amerika’yla uyumlu olarak iktidarlarını sürdürme üzerine kurdu.
Esasen hepimiz biliyoruz ki Amerika’nın SDG-YPG, Gazze ve Kudüs, Zengezur hakkındaki hesapları; ne İslamcıları, ne Türkçüleri, ne de Atatürkçüleri konfor alanından çıkarıyor.
Geçen günlerde New York Post gazetesi, Trump’ın Gazze planı (GREAT Planı)’nı ve aşamalarını yazdı. Plan kısaca şöyle: Gazzeli Filistinliler gönderilerek Gazze boşaltılacak ve ABD denetiminde Ortadoğu’nun Rivierası haline getirilecek. Maalesef bunu da yapacak gibiler, benim artık Gazze için umudum kalmadı.
İşte tam bu durumda Öcalan komisyonuna katılmak ya da katılmamak, turnusol kağıdı gibi bir işlev görüyor. Öcalan komisyonuna katılan partilerin herhangi bir Amerikan projesine direneceklerini sanmıyorum.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri