İznik’te 1700 Yıl Sonra Yeniden Konsil: Ev Sahibi Artık Türk Devleti, Ama Perde Arkası Teopolitik Oyun!

"Din, İnsanlığın boynuna takılmış en uzun süreli idam ipidir." Christopher Hitchens

"Din, İnsanlığın boynuna takılmış en uzun süreli idam ipidir."

Christopher Hitchens

...

Dün Beştepe’de Amerikalı Papa XIV. Leo’nun el sıkışması, bugün Fener Patriği ile omuz omuza dua, yarın İznik Gölü’nün sakin sularında 15 bin papazın yankılanan ilahileri...

Tarih, bazen bir nehir gibi akar gider, bazen de dönüp kendi yatağını ezercesine geri gelir.

Bu ziyaret, o nadir anlardan biri:

1700 yıl önceki bir konsilin gölgesinde, bugün Türk toprağı yeniden dünya sahnesinin merkezi oluyor.

Hem gurur verici, hem düşündürücü...

Zira dinlerin bu “birlik” şovları, tarih boyunca çoğu zaman güç dengelerini yeniden kurmak için sahneye konmuş tiyatrolardan öte gitmemiştir.

Ziyaretin tanıtım ve prestij değeri yüksek; magazinsel, görsel efekti bol, hatta eğlenceli görünebilir.

Ama bu sadece bunlardan ibaret değil olamaz, değil mi?!

Baştan söyleyelim:

Bu, Türkiye’nin egemenlik mimarisine, Lozan’ın statü hükümlerine, Ortodoks-Katolik güç denklemine ve bölgesel teopolitik fay hatlarına doğrudan temas eden çok katmanlı bir oluşumdur.

325 İznik Konsili’nin sonuçları, Hristiyanlığın kaderini sonsuza dek değiştirdi:

Teslis Doktrini Demirlendi:

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un “üçlü birlik” olduğu, tartışmasız dogma ilan edildi.

Tanrı’nın “üç kişilik” bir aile olduğu formülü burada doğdu.

İsa’nın Çifte Doğası Kabul Edildi:

İsa’nın hem “tam Tanrı” hem “tam insan” olduğu, Arius’un “yaratılmış” iddiasına karşı kesin hükümle karara bağlandı.

Muhalifler Ezildi:

Arius ve 20’den fazla piskopos aforoz edildi, kitapları yakıldı, Arius sürgüne gönderildi (ve zehirlendiği rivayeti hâlâ tarihçileri meşgul eder).

Paskalya Takvimi Belirlendi:

Hristiyan bayramlarının tarihi burada standartlaştırıldı, kilise takviminin temeli atıldı.

Devlet Dini Doğdu:

Hristiyanlık, Roma İmparatorluğu’nun resmi ideolojisi haline geldi; imparatorun kılıcı, inancın kalkanı oldu.

Sapkınlık Damgası Vuruldu:

Farklı düşünce, ilk kez “heresy” (sapkınlık) diye damgalandı; sorgulama, sürgün ve idamla cezalandırıldı.

Kısacası, İznik Konsili Hristiyanlığı bir “laik inanç topluluğundan” totaliter bir devlet aygıtına dönüştürdü.

Konstantin’in sarayı, kanla mühürlenmiş bir manifesto yazdı.

Bugün, o sarayın kalıntıları altında Papa Leo dua ederken, Türk polisi gölgesini korurken, tarih bir kez daha ironisini fısıldıyor:

Artık ev sahibi, 1700 yıl önce fethedilen bu toprakların torunları.

Ve bu ziyaretin perde arkasında, Vatikan’ın “Hristiyan birliğini pekiştirme” niyetinin ötesinde, küresel güç dengelerini yeniden tartma çabası yatıyor.

Tıpkı o eski konsillerde olduğu gibi, din burada da diplomasinin bir aracı haline geliyor.

İznik’in tam 1700. yılında Papa’nın gelişi, bir “teopolitik merkezin kaydırılması” operasyonudur:

Hristiyanlığın kurucu jeopolitiğini yeniden İstanbul-İznik eksenine taşımak; Ortodoks ile Katolik arasındaki eski kırılmayı “ortak düşman” (İslam dünyası, radikalizm, jeopolitik boşluk) üzerinden kapatmak; Fener’e yeni bir üst-otorite giydirmek anlamına gelir.

Bir medeniyet, kendi kutsal mekânlarını yeniden tanımladığı an, kendi gücünü de yeniden tanımlar; bu, sadece kilise için değil, devletler için de geçerlidir.

Yani mesele artık “Hristiyan Birliği” değil, “Hristiyan Coğrafyasının Yeniden Toplanması”dır.

Katolik stratejistler buna “Third Christian Millenium Reset” derler.

Bu organizasyon, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın diplomatik dehasının bir başka meyvesi.

Vatikan yıllardır “güvenlik riski, lojistik karmaşa” diye ertelediği 1700. yıldönümünü, bir telefonla çözdü.

Papa’yı Anıtkabir’e saygı duruşuna götürdü; bu, Cumhuriyet’in kırmızı çizgisi, helal olsun.

15 bin papazı Bursa ovasına dizdi, “İslam-Hristiyan diyaloğu”nu kendi sahasında, kendi ritmiyle yönetti.

Karabağ’da Ermenistan’ı masaya oturttu, Libya’da Hafter’i köşeye sıkıştırdı, Somali’de bayrağımızı Afrika’nın kalbine dikti; şimdi de İznik’te Vatikan’ı dizginledi.

Bu, sahada, masada, her yerde kazanılmış bir zafer; abartısız, somut.

Görüşmelerde Filistin meselesi gibi bölgesel krizlerin ele alınması, Türkiye’yi “köprü” konumundan “karar verici” konumuna taşıyor; bu, dinî bir şovun ötesinde, stratejik bir hamle.

Ama aynı zamanda, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin statüsünü fiilen yükseltme hamlesi:

Vatikan ve yabancı kaynaklarda Papa’nın “resmi devlet + kilise makamları” davetiyle gelmesi, Lozan’ın “sadece Türkiye’deki Rumların dini kurumu” hükmünü delmeye yönelik bir girişim.

ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in İznik’e katılma isteği ise Fener’e devletlerarası statü atfetme teşebbüsü, açık mesaj:

“Türkiye ne derse desin, biz Fener’i ekümenik kabul ediyoruz.”

Bu, Lozan’a en büyük meydan okuma; Türkiye’nin egemenlik alanına “yumuşak ama keskin” bir müdahale.

Bu gelişme, geçmişte FETÖ eliyle yürütülen “Dinlerarası Diyalog ve Medeniyetler İttifakı”nın eski halinden öte; meşruiyet, güç ve otorite tasavvurunun yeniden inşa edildiği bir süreç; yani “Dinlerarası Diyalog Vol:2.0”, bizzat yükseltilmiş versiyonu.

Ortalıkta dolaşan “Church is bigger than Turkey” (Kilise Türkiye’den büyüktür) ibaresi de masum bir hezeyan değil; Batı’nın Türkiye üzerindeki tarihsel-teolojik iddiasının yeniden dolaşıma sokulması.

Görsellerdeki semiyotik saldırılar, bunu bilinçli bir provokasyona dönüştürmüş:

Diyalog değil, nüfuz inşası; FETÖ modelinin sofistike hali; “Medeniyetler İttifakı” altında Türkiye’nin İslam dünyasındaki rolünü seyreltme; Suud’un “ılımlı İslam” misyonuyla eşgüdümlü, İslam’ı daha bölünmüş ve müdahale edilebilir kılma çabası.

Ortodoks-Katolik ekseninde jeopolitik müdahale de cabası:

Ukrayna-Rusya Savaşı’nda Ukrayna Kilisesi’nin Rus’tan koparılması (CIA-Vatikan ortaklığı iddiaları hâlâ sıcak), şimdi İstanbul merkezli yeni Ortodoks hiyerarşisi inşası; Rusya, Ortodoks Doğu ve Türkiye için tehdit.

Suriye-Lübnan’da Antakya’yı zayıflatma, Ortadoğu Hristiyanlarını Vatikan güdümlü birliğe çekme; Katolik-Ortodoks üst protokolüyle Hristiyan jeopolitiğinde yeni merkez düğüm.

Ve hepsinin ötesinde, Katolik literatürdeki “Üçüncü Bin Yıl” doktrini: Anadolu’yu (İznik, Bursa, Antakya, İstanbul) yeniden “kutsal coğrafya” işaretleme; eski patrikhaneleri canlandırma, Ayasofya’ya haç tutan el gibi sembolik ilanlar; Trakya’nın “Ecumenopolis İstanbul” hayali.

Bu, BOP’un etnik-dini-coğrafi parçalanma stratejisiyle örtüşür:

Ulus devletleri zayıflatma, İsrail merkezli güvenlik doktrini.

İslam dünyasının vekâlet savaşları, mezhep kavgaları, otorite krizleri, Gazze çaresizliği gibi zayıflıkları, Batı için “tarihi fırsat penceresi”; mesaj:

“Müslüman dünya meşruiyet üretemiyor, ama biz üretiyoruz!”

Ama bir Atatürkçü gazeteci olarak, kalemimi dengede tutarım.

Erdoğan’ın zaferleri etkileyici, evet:

Suriye’yle serbest ticaret anlaşması (2004), NATO’da İsveç-Finlandiya muhtırası (2022), Afrika’ya 54 ziyaretle kıtayı en çok gezen lider olması, Irak’ta (2024) Türkmenleri masaya oturtması, Güney Kore’yle nükleer anlaşmalar…

Bunlar, Türkiye’yi “söz sahibi” kılan hamleler.

Yine de, bu zaferler bazen bedel ödetiyor:

S-400 kriziyle Batı’yla gerilim, ekonomik dalgalanmalar, içerdeki demokrasi gerilemesi.

Atatürk’ün zaferleri bambaşkaydı; Lozan’da barışı mühürledi, Montreux’le Boğazlar’ı kurtardı, Hatay’ı anavatana kattı, Balkan ve Sadabad paktlarıyla “Yurtta sulh, cihanda sulh”u dünyaya ezberletti.

Kimseyi ayağına çağırmadı, ama kimse onu ayağına çağıramadı; bağımsızlık, diplomasinin en keskin kılıcıydı.

Erdoğan ise bazen masayı genişletiyor, bazen deviriyor.

Bazen kazanıyor (bugün olduğu gibi), bazen ağır bedel ödetiyor:

Ekonomi, demokrasi, özgürlükler.

Zaferi alkışlarım, yanlışı yazarım.

Çünkü biz Atatürk’ün yolunda yürüyoruz: Ne dalkavuk, ne kör muhalif.

Bu ziyaret, Türkiye’nin egemenliğine, statüsüne, Lozan’a, İstanbul’un anlamına, Anadolu’nun teopolitik merkez oluşuna, jeopolitik konumuna, İslam dünyasındaki ağırlığına ve Fener RP’in hukuki konumuna dokunan çok katmanlı bir meydan okumadır.

Diplomatik değil; Üçüncü Bin Yıl’ın teopolitik güç gösterisi.

Papa’nın İznik ziyareti, diyalog-barış-birlik kelimeleriyle cilalanmış, ama arka planında Hristiyanlığın 1700 yıllık jeopolitik hafızasıyla Batı’nın güncel stratejik aklının buluştuğu bir adım.

Bu adım Türkiye’ye, İslam dünyasına ve bölgenin yeni güç mimarisine verilen mesaj:

“Biz burada yeniden varız.

Ve bu toprakların teopolitik/jeopolitik kaderinde söz sahibi olacağız.”

Mesele budur!

Bu hamlenin kodunu çözmek, arka planını görünür kılmak ve Türkiye’nin karşı-kodunu üretmek.

İznik’teki bu görüntü, Cumhuriyet’in gücünü haykırıyor; 1700 yıl önce Konstantin’in kılıcı neyse, bugün Türk devletinin aklı ve iradesi odur.

Bu topraklar, hâlâ tarih yazıyor; ama yazarken, aklımızı da yitirmeyelim.

Ey millet!

Gururlan, ama uyanık kal.

Zaferler geçici, Cumhuriyet ebedi.

Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!

Yaşasın bağımsızlık, yaşasın akıl ve bilim!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri