Bugün aslında dün'dü.
Cevap'ını arayan soru ortada:
ABD’nin İran’a saldırısı: Üçüncü Dünya Savaşı eşiğinde miyiz?!
Elcevap:
22 Haziran 2025 tarihi itibarıyla, ABD’nin İran’daki Fordo, Natanz ve İsfahan nükleer tesislerini vurduğuna dair haberler, İsrail-İran hattındaki krizin ABD’nin doğrudan müdahalesiyle yeni ve tehlikeli bir safhaya geçtiğini gösteriyor.
Bu gelişme, çatışmanın bölgesel sınırları aşarak küresel bir güvenlik krizine evrilme riskini gündeme taşıyor.
Öncelikle...
Bu süreci anlamlandırmak için olayın arka planına, jeopolitik dengelere ve aktörlerin stratejik hesaplarına daha yakından bakmak gerekiyor.
1. ABD’nin İran’ı Bombalaması ve İsrail-ABD Ortaklığı
İsrail, 13 Haziran 2025’te İran’ın nükleer tesislerine yönelik ilk saldırıyı düzenlemiş, İran ise nükleer programının tamamen barışçıl olduğunu savunmuştu.
ABD Başkanı Trump, birkaç gün içinde “karar vereceğini” söylemiş, ancak diplomasiden yana bir tutum alacağı beklentisinin aksine, 22 Haziran’da B-2 bombardıman uçakları ve Tomahawk füzeleriyle İran’ın stratejik tesislerine saldırı başlatmıştı.
Bu durum, ABD’nin söylemdeki diplomatik pozisyonundan hızla sert askeri müdahaleye yöneldiğini gösteriyor.
Hal böyleyken...
Operasyonun koordineli yapıldığı net.
Özellikle yeraltında bulunan Fordo tesisine yönelik kullanılan bunker-buster bombalar, yalnızca ABD envanterinde bulunuyor.
Bu da ABD-İsrail stratejik ortaklığının, İran’ın nükleer altyapısını etkisizleştirme hedefinde bütünleştiğini gösteriyor.
Ancak Trump’ın kampanyasında öne çıkan “yabancı savaşlardan uzak durma” söylemiyle bu adımın çelişmesi, özellikle Cumhuriyetçi tabanda ve iç siyasette tartışmalara yol açtı.
Hal böyleyken...
Husi isyancılar gibi İran’ın bölgedeki vekil güçleri üzerinden Kızıldeniz’deki ABD hedeflerine yönelik misilleme ihtimali, çatışmanın kontrolsüz şekilde genişlemesine neden olabilir.
Ayrıca, Hürmüz Boğazı’na yönelik tehditler küresel enerji akışını kesintiye uğratma potansiyeli taşıyor.
İlgili haberler:
2. Üçüncü Dünya Savaşı Riski
ABD’nin doğrudan İran’a saldırması, çatışmayı yalnızca İsrail-İran hattından çıkararak büyük güçlerin (Rusya, Çin) dolaylı veya doğrudan devreye girebileceği bir küresel kriz senaryosuna yaklaştırıyor.
Nitekim...
Rusya’nın arabuluculuk teklifinin Trump tarafından reddedildiği; Hizbullah ve Husi güçlerinin ise İsrail ve ABD hedeflerine saldırı hazırlığında olduğu bildiriliyor.
BM Genel Sekreteri Guterres’in “bölge uçurumun kenarında” açıklaması, küresel endişelerin büyüklüğünü ortaya koyuyor.
Demem o ki:
Gerçek bir “Üçüncü Dünya Savaşı” senaryosu için büyük güçler arasında doğrudan askeri çatışma gerekir.
Mevcut durumda Çin ve Rusya’nın desteği, diplomatik ve ekonomik düzeyde sınırlı.
Ayrıca İran’ın askeri gücü, ABD-İsrail hava savunma sistemleri karşısında sınırlı kalıyor.
Nüans?!
İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatması, ABD üslerine yönelik saldırılar ve Rusya-Çin’in sonraki hamleleri, krizin yönünü belirleyecek.
Yani?!
Trump’ın “daha fazla hedef var” tehdidi, krizin sürebileceği sinyalini veriyor.
İlgili haberler:
3. İsrail ve ABD Dünyayı Riske mi Atıyor?!
İsrail, İran’ın nükleer programını doğrudan ulusal güvenliğine tehdit olarak görüyor.
Ancak bu iddialar, IAEA’nın ve çeşitli uluslararası kuruluşların denetimlerine rağmen halen tartışmalı.
Direktör Rafael Grossi, bu tür saldırıların ciddi radyolojik riskler taşıdığına dikkat çekmişti.
İran’ın füze yanıtları ve bu döngüye ABD’nin dahil olması, İsrail’in stratejisini daha da tartışmalı hale getiriyor.
Demem şu ki:
Trump’ın kararı hem “America First” doktriniyle hem de iç siyasetteki denge arayışlarıyla çelişiyor.
Bazı Cumhuriyetçi figürler (örneğin Tucker Carlson, Steve Bannon) bu müdahaleyi açıkça eleştirdi.
Ayrıca, Mart 2025’te Temsilciler Meclisi’nde Tulsi Gabbard’ın ifadesinde, İran’ın nükleer savaş başlığı üretmediği yönünde istihbarat bulunduğu ortaya konmuştu.
Başka?!
İsrail ve ABD’nin hamleleri, doğrudan bir dünya savaşı anlamına gelmese de, kontrolsüz tırmanma riski taşıyor.
Avrupa ülkeleri (Almanya, Fransa, İngiltere) diplomatik çözüm çağrıları yapıyor.
Bu da halen bir “geri dönüş penceresi” bulunduğuna işaret ediyor.
İlgili haberler:
4. Türkiye’nin Dengede Kalma Mücadelesi: Diplomasi, Güvenlik ve Enerji Sınavı
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, çatışmanın başlamasından bu yana İran, Suudi Arabistan, Pakistan, Mısır ve Ürdün gibi bölge ülkeleriyle yoğun bir diplomasi trafiği yürütüyor.
Nüans?!
Türkiye, İsrail’in saldırılarını açıkça kınarken; İran’ın “meşru müdafaa hakkı”nı tanıdığını belirtiyor.
Ankara, aynı zamanda tarafları nükleer müzakerelere dönmeye çağırıyor.
Başka?!
Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamaları, İsrail’e karşı sert, ABD’ye karşı ise daha temkinli bir dille yapılmış durumda.
Bu da Türkiye’nin NATO müttefiki ABD ile ilişkilerini koruma çabasını gösteriyor.
17 Haziran 2025’te TBMM’de kabul edilen ve İsrail’in saldırılarını oybirliğiyle kınayan tezkere, Türkiye’nin resmi tutumunun netleştiğini ortaya koydu.
Bu, hem kamuoyuna hem de bölgedeki aktörlere önemli bir mesaj niteliği taşıyor.
Bu kapsamda cevap'ı merak edilen soru şu:
Türkiye'nin sınır güvenliği ve Askerî kapasitesi ne durumda?!
Elcevap: ?!
Türkiye, İran sınırında göç dalgalarına karşı önlemlerini artırmış durumda.
Henüz büyük çaplı bir hareketlilik gözlemlenmese de, olası bir İran iç karışıklığında Afgan ve İranlı mültecilerin Türkiye’ye yönelmesi muhtemel.
Demem o ki:
Askerî açıdan, TSK’nın kapasitesi yüksek olmakla birlikte, hava gücünün modernizasyonu açısından F-35 ve Patriot sistemlerine erişim eksikliği ciddi bir zaaf yaratıyor.
S-400’lerin pasif durumu da hava savunma kabiliyetini sınırlıyor.
Demem şu ki:
Türkiye-İsrail ilişkileri, 2024’te Gazze politikaları nedeniyle ciddi şekilde gerilmişti.
Türkiye ticareti durdurmuş, diplomatik açıklamalar sertleşmişti.
Son olarak Netanyahu’nun “Osmanlı geri gelmeyecek” söylemi ve bazı İsrailli figürlerin “sırada Türkiye var” iddiaları gerginliği artırmış durumda.
Kaynak:
https://t24.com.tr/yazarlar/omer-onhon/israil-iran-catismasi-ve-turkiye-icin-yeni-sorunlar%2C503305.
Ekonomik Etkiler: Türkiye’ye Çarpan Kriz Dalgası
Türkiye, petrol ihtiyacının %92’sini ithal ediyor.
İsrail’in ilk saldırısı sonrası Brent petrol fiyatı 69 dolardan 76,3 dolara yükseldi.
Hürmüz Boğazı’nın kapanması halinde bu fiyatın 150 dolara çıkabileceği öngörülüyor.
Bu durum Türkiye’de enerji maliyetlerini ve dolayısıyla enflasyonu doğrudan etkiliyor.
Doğalgazda ise İran, Türkiye’nin yıllık tüketiminin yaklaşık %15’ini karşılıyor.
Boru hatlarına yönelik sabotaj ya da tedarik kesintisi, sanayi üretimi ve ısınma dahil birçok alanda sorun yaratabilir.
Finansal Piyasalar
BIST 100 endeksi çatışmanın başlamasıyla %3,7 oranında değer kaybetti.
Altın ve döviz fiyatları yükselişte: Gram altın 4.358 TL, ons altın ise 3.417 dolara kadar çıktı.
TL’nin değer kaybı ve enerji ithalatının dövizle yapılması, kur üzerindeki baskıyı artırıyor.
Başka?!
Türk Hava Yolları, İran, Irak, Suriye ve Ürdün uçuşlarını askıya aldı.
Bu gelişme, turizm ve ihracat taşımacılığı başta olmak üzere çeşitli sektörleri etkiliyor.
Ayrıca İran üzerinden Orta Asya’ya açılan lojistik hatlarda da güvenlik riskleri artmış durumda.
Kaynak:
Demem o ki:
Türkiye, bu çatışmada doğrudan taraf olmamaya özen gösteriyor.
Ancak gerek jeopolitik konumu, gerek enerji bağımlılığı, gerekse diplomatik ağırlığı nedeniyle olayların merkezine hızla çekilebilir.
Ankara’nın proaktif diplomasi yürütmesi, bölgede hem istikrarı koruma hem de liderlik pozisyonunu güçlendirme açısından önemli bir fırsat yaratıyor.
Ancak iç siyasetteki kırılganlıklar, enflasyon baskısı ve dış finansman ihtiyacı gibi kırılganlıklar da bu süreci sınırlayan faktörler arasında.
Yani?!
Türkiye, bu krizde “duygusal dış politikayı” değil; pragmatik, dengeli ve çok boyutlu bir stratejiyi tercih etmelidir.
Ne İran’ın tamamen zayıflatılması, ne de ABD’nin askeri müdahalesine sınırsız destek, uzun vadede Türkiye’nin çıkarına değildir.
Anahtar hedef; diplomatik inisiyatif, bölgesel itibar ve ekonomik denge arasında sağlam bir çizgide yürümek.
Hülasa:
İsrail-İran çatışması, ABD’nin de müdahil olmasıyla birlikte artık bölgesel olmaktan çıkmış durumda.
Her yeni misilleme, kontrolsüz bir yayılma riskini artırıyor.
Üçüncü Dünya Savaşı ifadesi henüz erken olabilir; ancak riskler artık teori olmaktan çıktı.
Ezcümle:
Türkiye’nin bu ortamda doğru hamlelerle sadece krizden korunması değil, yeni bir bölgesel vizyon geliştirmesi de mümkün.
Bunun için içeride ekonomik istikrar, dışarıda ise diplomasiye dayalı güçlü bir duruş şart.
Cüneyt Şaşmaz