Eskiden...

Çidem Ayözger Ergüvenç

Bu yazımda sizlere eskiden yapılan şeyleri anlatacak ya da anımsatacağım. Kış günlerinden başlayalım. Sabah erken kalkılırdı; akşamdan sobanın üzerine konmuş olan ibrik ya da çaydanlık gibi bir kaptaki hâlâ ılıklığını koruyan suyla el yüz yıkandıktan sonra sıra soba ile uğraşmaya gelirdi. Gaz ile çalışan bir sobaysa sorun yok, depoya bakılır yeterli gaz yoksa doldurulur, soba yakılırdı. Eğer kömür sobasıyla işiniz zor. Bir kere odun ve kömür sonbahardan kırdırılıp kömürlük denilen ve binaların altındaki, evden ayrı girişi olan küçük odalarda saklanırdı. Her dakika biten kömür için karda kışta kömürlüğe gitmeyi kimse istemez o nedenle yakacakların bir kısmı evlerin balkonlarında yağmur ve kardan ıslanmasın diye üstleri örtülü olarak bekletilirdi. Sobayı yakarken önce birikmiş küller temizlenir, en alta çıra, sonra odun en üste de kömür yerleştirilir ve soba alttan yakılırdı.

Evlerde gazyağı ve ispirto hiç eksik olmazdı çünkü havagazı yaygın değildi ve onun yerine pompalı gaz ocakları kullanılırdı. Altındaki yuvarlak bölüme gaz doldurulur, ilk ateşlenmesi ise ispirtoyla yapılırdı. İspirtonun ateşlediği fitile gaz ulaşsın diye de pompalama işlemi başlardı. Adı o yüzden pompalı gaz ocağıdır. Tost makinesi, ekmek kızartıcısı olmadığı için gaz ocakları üstünde ne kadar zararlı olduğu bilinmeden amyant kaplı metal levhalar arasında ekmek kızartılırdı çünkü soba henüz üstünde bir şey kızaracak kadar ısınmış olmazdı.

Yaza gelince, buzdolabı henüz Türkiye’ye gelmemiş olduğu için, neyse ki iki bin ikiden sonra birçok şeye kavuştuğumuz gibi ona da kavuştuk, yiyecekler duvara asılı olan tel dolaplarda en çok iki gün saklanırdı. Daha uzun saklamaya kalksanız yaz sıcağında bozulurdu. Tereyağı erimesin diye su içinde bekletilirdi. Sebze ve meyveler kilere konurdu. Karpuz kesildi mi illâki aynı gün tüketilmeliydi. Eskiden insanlar bir bütün karpuz alacak para bulabildikleri için dilimle satılmadığından koca karpuz bütün olarak alınırdı ve bekleyen karpuz ne acı ki çabuk bozulduğu için hemen yenilmeliydi. Ayrıca buz satan sokak satıcıları da evleri dolaşarak para kazanmaya çalışırlardı.

Yine iki bin ikiden sonra Türkiye’ye giren deterjanlar henüz kullanılmadığından erkek devlet memurları gömlekleri kirlenmesin diye bileklerinden dirseklerine kadar uzanan siyah kolluklarla çalışırdı. Facid denilen ve çocukların pek hoşuna giden hesap makineleri kullanıldıklarında şıkır, şıkır sesler çıkarırdı. Daktiloların tuşlarına kaba kuvvet kullanılarak basılır, aralarına karbon kâğıdı konmuş olan kâğıtlar makineye takılır ve birkaç kopya yazı birlikte çıkmış olurdu. Yerleştirilen kâğıtların ilk sayfaları A-4 diğerleri ise ince olsun ve birçok kat yerleştirilebilsin diye pelür kâğıdı olurdu. Pelür kâğıtları tek ya da iki tarafı hafif pürüzlü, oldukça ucuz bir kâğıt cinsidir. Altını gösterme özelliği vardır.

Okullarda kara tahtaya genellikle beyaz, bazen de ders öyle gerektiriyorsa renkli tebeşir ile yazılar yazılır çizimler yapılırdı. Tebeşir yumuşaksa işler kolaydı, yoksa içindeki küçücük taş parçacıkları tahtaya değdiği zaman kötü sesler çıkarırdı. Kara tahta, tahta silgisi ile temizlenir ve temizleyenin üstü başı tebeşir tozuna bulanırdı.

Migros arabaları sabah saatlerinde sokak, sokak dolaşıp insanların ihtiyaçlarını karşılardı. Kış geceleri sokaklarda bozacılar bağıra çağıra boza satardı. Yazın bunlar yerlerini dondurmacılara bırakır ama bu ikinciler günün her saatinde geçebilirdi.

Havagazı olmayan evlerde büyük tepsiler içinde börekler hazırlanır ve en yakın fırına götürülüp pişirilirdi.

Alışverişe çıkıldığında alınan malzeme filelerde taşınırdı; naylon torbalar ne mutlu ki henüz icat edilmemiştir.

Her mahallede iki üç tane yazlık sinema olurdu. İnsanlar birbirine tellerle tutturulmuş tahta iskemleler üzerinde oynamakta olan filmi seyrederdi. Çevre balkonlara da bedava seyirlik çıkardı. Bu mutlu azınlık evlerinin balkonlarından bu filmleri izler ama güzel bir film oynuyorsa o zavallılar da konuk akınına uğrardı. Bu sinemalarda ay çekirdeği ve gazoz, bazen de frigo satılırdı. Filmin sessiz bir sahnesinde ortalığı çekirdek çıtlaması kaplardı. Film bitince yerler halı gibi çekirdek kabukları ile örtülü olurdu.

Çamaşırlar rendelenmiş beyaz sabun, soda ve çivit denilen ve çamaşırlar sararmasın diye hafif mavimsi bir renk veren, bugünlerde çoktan unutulmuş bir madde ile yıkanırdı. (Saçları beyazlanmış olup boyamak istemeyen hanımlar da bazen gri-mavi bir kafayla dolaşmak için bunları eritip saçlarına sürerdi.) Özel olarak çamaşır yıkayıcı hanımlar evlere gelir ve çamaşır yıkarlardı. Bu iş alanı da iki bin ikiden sonra Türkiye’ye çamaşır makineleri gelince ortadan kalktı!

Erkek gömlekleri kolacıya gider yakaları ve manşetleri kolalanırdı.

Okullarda yerli mallar haftası, tutum haftası, verem savaş haftası gibi özel haftalar kutlanırdı. Şimdilerde bunlar iyi ki kutlanmıyor çünkü tutum haftası deseniz çocuklar tutum nedir bilemez, yerli malı haftasında okullarına götürecek ürün bulamaz; son yıllarda bu ülkede sağlık hizmetleri o kadar iyi veriliyor ki Hıfzıssıhha Enstitüsüne bile gerek kalmadığı için kapatıldı; yavrucaklar veremle savaşmanın anlamını bilemezler bile.

Eskilerde yazanı da alanı da mutlu eden mektuplar paylaşılırdı, bugün bile eski mektuplarımı mutlaka saklarım. Telgraf vardı. Acaba bugün hiç telgraf çeken var mı?

Radyo dinlenirdi. İnsanlar birbirlerine ziyarete gider, birlikte yiyip içip sohbet ederlerdi. Televizyon karşısında uyuklama günleri henüz pek uzaklardaydı.

Kadınlar eşleri ile birlikte içkili yerlere gider hep birlikte eğlenirlerdi. Kimse onların açık yakalarına ya da mini eteklerine lâf edemezdi.

Epey eskiden çocuk dergilerindeki çizimlerde anne, baba bir arada oturur gazete, kitap okurlar, bazen babalar kalkıp kendilerine ve eşlerine çay getirirdi; çocuklar halı üzerinde oyun oynardı. Sonraları aynı dergilerde erkekler gazete okur kadınlar ütü yapar oldu. Karşı devrimin topuk sesleri.

Makam arabaları makama özeldi. Kimse eşini, çoluk çocuğunu bunlara doluşturup devlet kesesinden yolculuklar yapmazdı. En azından bu kurala uymayanlar kınanırdı.

Kimse varsıllıkla övünmeye yeltenmez, bu görgüsüzlük çizgisine gelmeyi isteyen olmazdı. Eğitimli olmak, aile terbiyesi, haram yememek düzgün insan olmanın çok önem verilen nitelikleriydi.

Daha neler, neler. Belki bir gün yine bu konuya döneriz.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.