Büyük Güçlerin Çöküşü

Prof. Dr. Anıl Çeçen

Türk atasözlerinden birisine göre her çıkışın bir inişi vardır . Dünya tarihine bakıldığı zaman  her dönemde birbirinden farklı olarak yeni siyasal yapılanmalar ortaya çıkmakta ve bunlar zaman içerisinde devletleşerek , kendi dönemlerinin  büyük gücü konumuna gelmektedirler . İlk çağlarda görülen ilkel  yapılanmalar dikkate alınmazsa ,  ortaçağ  dönemine geçiş ile birlikte birbirini izleyen bir çizgi doğrultusunda  yeni yeni devletler kurulmuş ve bunlar zaman içerisinde birbirleriyle rekabet içine girince büyümeye başlamışlar   ve bir süre sonra  kendi dönemlerinin en büyük devleti konumuna gelerek, dünya düzeyinde  hegemonya peşinde koşmuşlardır . Bu nedenle insanlık tarihine bakıldığı zaman sürekli olarak her dönemde  bazı güçlerin ortaya çıktığı ,  zamanla bunların büyük güç konumuna geldiği ama bir süre sonra ortaya çıkan yeni koşullarda  bu devletlerin büyümesinin durduğu ve bu nedenle bir süre bocaladıktan sonra gerileyerek, büyük güç olma potansiyelinden uzaklaştığı görülmektedir . Bir devlet duraklama aşamasından sonra gerilemeye başladığı zaman çöküşe geçebilmekte ve kısa bir süre içinde de merkezi konumunu elinden  kaçırarak ,  ya dağılmakta ya da parçalanarak haritadaki yerini  yitirmektedir . Bir dönemin süper gücü olan büyük devletler  bu durumlarını korumak  durumundadırlar , aksi takdirde  yeni dönemde ortaya çıkan  başka devlet yapılanmaları  hızla büyüyerek  dünyanın yeni  hegemon  devleti konumuna gelebilmektedirler .

Yirmi birinci yüzyıla gelmiş olan bugünün dünyasında tarihsel süreç yeniden tekrar etmekte ve  günümüzün  süper gücü olan Amerika Birleşik Devletleri ,  yüzyıl boyunca sürdürdüğü  büyük güç konumunu  elinden kaçırmak gibi bir olumsuz durum ile karşı karşıya kalmaktadır .On beşinci yüzyılda başlamış olan İngiliz üstünlüğüne dayalı küresel düzenin içinden çıkarak ve bunun arkasından giderek büyük güç konumuna gelen Amerika Birleşik Devletleri , yüz yıllık  büyüklükten sonra bugünün koşullarında süper güç potansiyelini koruyamamış  ve zamanla bu hegemonik konumunu  elinden kaçırma aşamasına gelmiştir .  Yirmi birinci yüzyılın   ilk çeyreği dolarken  , gündeme getirilmiş olan küresel  emperyalizm düzeninde tekelci şirketler ekonomi üzerinden güçlenerek devletlerden daha da güçlü bir konuma geldikleri noktada , devletler zayıflayarak güç kaybetmekte ve zamanla  ülkelerini yönetemez bir duruma sürüklenince egemen güç bu kez devletlerin ötesinde küresel şirketlerin eline geçmektedir . Birinci dünya savaşını İngiltere kazandıktan sonra gündeme gelen ikinci dünya savaşını da  ABD kazanmış ,  böylece Atlantik okyanusunun doğusunda ve batısında yer alan iki büyük  devlet dünyanın hegemonya sahibi büyük güçleri konumuna gelmişlerdir . Bir ada devleti olarak dünyanın yeni büyük ve kalabalık  ülkeleri karşısında  zayıf  kalan İngiltere, dünya hegemonyasını eskisi gibi götüremez bir noktaya gelince, onun eski  bir sömürgesi olan  ABD Britanya milletler topluluğu içinden   İngiliz hegemonyasına önce karşı çıkarak savaşmış ve daha sonra da, kendisini yeni güç merkezi ilan ederek  dünyanın yeni efendisi olmaya soyunmuştur . İngiliz hegemonyası  döneminde  Anglosakson dünyasından gelen ABD, yeni bir büyük güç olarak Anglosakson yapılanmasının içinden çıkan yeni bir dev ülke konumuna gelmiştir . Ne var ki , Birinci dünya savaşı sonrasında kurulan Sovyetler Birliği dengelerinde yeni büyük devlet  olma yoluna giren ABD ,iki kutuplu dünyada doğunun süper gücü olarak devrede olan sosyalist sistemin yıkılması üzerine , eski konumunu yitirmiş ve  bir dış düşman olarak ortaya çıkan karşı kutbun çöküşü gündeme gelmiştir . Bu gibi durumlarda görülen iç çatışma ve savaşların çökerttiği devletler gibi  ABD de bu geleneğin devamı üzerine, tarihsel  çöküş  sürecine günümüz koşullarında  kaotik bir biçimde sürüklenmiştir .  

ABD’de yapılan son başkanlık seçimleri sonrasında yaşanan olaylar , ABD  gibi bir süper gücün bırakın dünyayı yönetmeyi ,bugünün koşullarında  kendisini bile idare etmekten  aciz bir duruma sürüklendiğini  açıkça göstermektedir . Sovyet imparatorluğu varken küresel  düzeni  belirleyen iki kutuplu  dünya düzeninde var olan çekişmeye dayanan hareketli ortam  ,  SSCB’nin dağılması üzerine, ABD’de var olan karşı kutupla yarışma dönemini   geride bırakmıştır .Dışa dönük yarış sona erince bunun üzerine içe dönük çekişmeler ABD gündeminde  öne geçmiştir .  Kapitalizm ve sosyalizm karşıtlığı çizgisinde örgütlenmiş olan iki kutuplu dünya düzeni bitince , geride kalan süper güç olarak ABD karşıt güç dengesini yitirmiş ve bu durumda eskiden karşıt kutba  doğru  bir araya gelerek mücadele eden rekabetçi yapı ortadan kalkmıştır . Yirminci yüzyılın son çeyreğinde sosyalist sistem dağılınca önde gelen siyaset bilimciler önce Sovyetler Birliğinin dağıldığını, ikinci aşamada da kısa bir ABD’nin dağılacağını ve böylece iki kutuplu siyasal yapılanmanın dünyanın gündeminden çıkacağını ifade etmişlerdir . ABD’de tamamlanan son başkanlık seçimleri sonrasında  ortaya çıkan tabloya bakıldığında, dünyanın en büyük siyasal gücü olarak kabul edilen hegemonik  ülke   Amerika Birleşik Devletleri yeni dönemde  karşı kutupla  rekabet etme şansını kaybedince, eskiden karşı kutba  rakip olarak kurulmuş olan ulusal dayanışma düzeni  ortadan kalkmıştır . Bu durumda elli yıl sonra önce SSCB ve daha sonra da ABD’nin çökeceği görüşlerinin  yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde kesinlik kazandığı anlaşılmaktadır . Jeopolitik bilimine göre iki kutuplu dünyanın ilk kutbu çökünce ikincisi de çökmekte ve yarım yüzyıla dayanan tek kutuplu dünya oluşturma çabaları sonuçsuz  kalan  ikinci kutup başı olarak ,  ABD’nin de SSCB benzeri bir  çöküş yoluna doğru sürüklendiği ortaya çıkmaktadır . Karşı kutba dayalı dengeler bozulunca ,  iç dengelerini yitiren  büyük güçlerin  zamanla gevşeyerek dağılması SSCB örneğinde olduğu gibi  kaçınılmaz olmaktadır .

Dünya tarihi son beş yüz yıllık zaman dilimi içinde ele alındığında , yer kürenin batıya düşen bölgelerinde bir hareketlilik ve kalkınma olguları öne çıkınca bugünkü batı uygarlığının yükselişi başlamıştır . Bir çok bilim adamı tarafından modern ve modern dönem öncesi zaman dilimleri birbirinden ayırmak üzere seçilen 1500 yılında, Avrupa kıtasının dünyanın geri kalan kıtaları üzerinde egemenlik kurmaya hazır bir duruma geldiği insanlık açısından hiç te belli olmayan bir durumdu .Avrupa kıtası jeopolitik açıdan biçimsiz bir yapıya sahip olduğu için dünyanın diğer kıtalarına öncülük yapacak gibi görünmüyordu .Dünyanın en küçük kıtası olan Avrupa’nın kendisinden büyük Çin, Hindistan ,Kanada  ve Avustralya  gibi çok büyük ülkelerin başka kıtalarda yer alması  nedeniyle, en küçük kıtanın yeryüzüne egemen olabilmesi pek mümkün görünmüyordu . Kuzeyi ve batısı buzlu sular ile çevrilmiş , doğusu Asya’dan gelen saldırılar nedeniyle sürekli savaş alanına  dönüşen , güneyindeki Akdeniz üzerindeki  sürekli  stratejik kavgalar yüzünden çok ciddi güvenlik sorunları bulunan Avrupa kıtasının, toparlanarak kendi güvenliğini tam olarak sağlamasının olanaksızlığı yüzünden gelişme yolundaki Avrupa’nın  bütün dünyaya önderlik yapabilmesi son derece zor görünüyordu . Asya ve Afrika’da daha önceki dönemlerde görülen uygarlıkların geniş alanlara yayılmış olması da, Avrupa’nın bu açıdan yetersiz kaldığını ortaya koyuyordu . Asya’da öne çıkan uygarlıkların çok geniş alanlara yayılması da Avrupa’nın bir uygarlık merkezi olamayacağını gösteriyordu . Ne var ki , bütün bu olumsuz faktörlere rağmen küçük Avrupa medeniyet yarışını kazanarak dünyanın merkezi  gücü konumuna geliyordu .Her dönemde dünyanın farklı bölgelerinden  ortaya çıkan büyük devletler süper güç olarak hem çevrelerine yayılıyorlar hem de diğer bölgelerdeki toprakları üzerinde egemenlik kurarak kendilerine bağlama yollarına gidiyorlardı . İlk çağlarda ortaya çıkmış olan Çin ve Hindistan gibi Asya uygarlıkları sırasında bu gibi gelişmeler görülmüştür . Doğudan yola çıkan uygarlıklar daha sonraki aşamada dünyanın ortasındaki Mezopotamya’ya gelince, doğudan gelen uygarlık  birikiminin merkezden  Avrupa  kıtasına  doğru açılım yaparak  yöneldiği  görülmektedir .

Eski Çin ülkesi ilk çağların uygarlık beşiği olarak tarih sahnesinde öncü yerini almıştır . Modern çağlar  öncesi dönemlerde en büyük uygarlık merkezi olarak  eski Çin’in ileri geldiği tarih kitaplarında belirtilmektedir .  Çin o dönemlerde  yüz milyonluk bir insan potansiyeli ile büyük bir uygarlık düzeni kurarak geleceğin dünyasına öncülük yapmıştır . Orta çağ Avrupa’sındaki şehir devletlerinden daha büyük kentler kuran , sahip olduğu merkezi yönetim sayesinde bu kentleri birbirine bağlı bir çizgide yönlendiriyordu . Kentler arası alış verişin başlaması ile birlikte Çin aynı zamanda ticaretin de ilk ortaya çıktığı bölge olarak görülebilir . Büyük gemiler aracılığı ile dünyanın çeşitli bölgelerine yönelik ticaret girişimleri, kısa zamanda doğu Asya bölgesini ilk uygarlığın merkezi konumuna getirmiştir . Daha sonraki dönemde Çin’de gemi yapımının yasaklanması kabül edilince , ticari hareketlilik sona ermiştir .Konfüçyüs’çü bürokrasinin tutuculuğu yüzünden  Çin ekonomisi durgunluk noktasına gelince , Çin teknolojideki yenilikçilikten koptu ve daha sonra da bilimsel eserlerin basımının yasaklanması üzerine de Çin bütünüyle durgunluğa sürüklenerek , kendi içine kapanık geri bir bölge olmaya doğru sürüklenmiştir . Günümüzde dünyanın yeni süper gücü olarak ileri teknoloji ve ekonomide  en iyi konumuna gelen Çin, beş yüz yıl sonra yeniden dünya liderliğine soyunmak gibi bir misyon ile karşı karşıya kalmıştır . Çin uygarlığı teknolojideki erken gelişmelerin etkisiyle kısa zamanda büyük güç olmuştur . Onuncu yüzyıldan sonra maden  alanına giren Çin  dünyanın en gelişmiş demir sanayisini kurarak ekonomik büyüklüğünü  güçlendirmiştir . Büyük gemiler ile diğer kıtalar ve ülkelerdeki liman kentlerine  gidip gelen Çin devleti o dönemde büyük bir ekonomik güç  olmak başarısını  göstermiştir . Uygarlığın bütün dünyaya yayılmasını isteyen bazı güçler , Çin’in dünyaya arkasını dönerek  içine kapanık bur duruma sürüklenmesinde etkin olmuşlardır . Sung,  Ming ve Mançu gibi hanedanların yönetiminde  Çin önceleri çok gelişmiş  ama daha sonra da  ekonomide  içe kapanarak gerilemiştir .

Sekizinci yüzyılda ortaya çıkan Müslümanlık  yüzyıllar boyunca gelişerek on altıncı yüzyıldan sonra  üç kıtaya yayılınca , yeni bir uluslararası güç olarak öne çıkmıştır . Abbasi ,Emevi, Osmanlı ve Endülüs gibi imparatorluklar aracılığı ile yeryüzünde dinlerin egemenliği için çalışan İslamiyet Avrupa kıtasına gelince Hrıstıyanlık ile  karşı karşıya kalarak  Osmanlı imparatorluğu üzerinden beş yüz yıllık bir savaşlar dönemine sürüklenmiş  ve bu yüzden de dünyanın en büyük iç denizi olan Akdeniz kıyılarında oyalanmak durumunda kalmıştır  ve bu yüzden de okyanuslara açılarak, bir küresel dünya devi konumunda yeni bir büyük güç olarak süper bir devlet ortaya koyamamıştır . Yahudi sorunu çerçevesinde sürekli olarak Hrıstıyanlarla savaştırılan İslam orduları  önce  Endülüs’te ,  sonra Balkanlar’da ve  son olarak da Merkezi coğrafyanın Orta Doğu ülkelerinde girmiş olduğu savaşları birbiri ardı sıra yitirerek , dünyaya egemen olabilecek bir süper güç olma şansını bütünüyle elinden  kaçırmıştır . Bugün İslam dünyası elliden fazla devlete bölünmüştür . İçlerinde Türkiye, İran, Mısır, ve Endonezya gibi  çok büyük devletler bulunmasına rağmen ,  içine sürüklendikleri cemaat ve tarikat kavgaları  yüzyıllarca devam etmiş ve bir türlü eskisi gibi bir araya gelerek dünyaya egemen olabilecek yeni bir büyük güç konumunda, dünyanın yönetiminde etkili olabilecek bir süper güç olarak büyük bir İslam devleti gündeme getirilememiştir. Türkler Kuzey ve Orta Asya’dan merkezi coğrafyaya göçler yolu ile gelince İslam toplumu ve devletleri ile orta dünyada karşılaşmış ve bu nedenle de bir sentez arayışı çizgisinde Safevi ,  Kaçar, Selçuklu  ve Osmanlı gibi imparatorluklar , Türk-İslam sentezi  arayışları içinde tarih sahnesindeki yerlerini almışlardır . İslamiyet öncesi yıllarda  Göktürkler ,Hunlar, Avarlar, Uygurlar ve Hazarlar dünya çapında  büyük devletler kurarak siyaset sahnesindeki büyük güç boşluğunu doldurmaya çalışmışlar  ama üç kıtanın kesişme noktasındaki konumları nedeniyle  bu kıtalar üzerinden sürekli  yönlendirilen  saldırılara karşı savaşmak zorunda olduklarından , bir türlü barış içinde toparlanma şansını elde edememişlerdir . Bu gibi nedenlerle uzun süreli bir Türk ya da İslam imparatorluğu kurulamamış ve Müslümanlar dünya  sahnesinde büyük güç olamamışlardır .

Uygarlık Çin’deki  Sarı Irmak kıyılarından  başlayarak Hindistan yarımadasındaki  İndüs  nehri kıyılarına taşınırken,  İslam dini dünyanın orta bölgelerinde hızla yayılmıştır .  Vaad edilmiş topraklar denen merkezi coğrafya da ise önce Musevilik daha sonra da İsevilik öne çıkarak etkin olmuşlar ve daha da sonra  Avrupa kıtasında  yayılmışlardır .Bu süreçte  Avrupa merkezli batı dünyasını ele geçirme kavgasında  iki tek tanrılı dinin çekişmesi yaşanmıştır . Avrupa merkezli   Roma ve  Bizans  İmparatorlukları  dünyanın  Hrıstıyan imparatorlukları olarak öne çıkarken, Emevi, Abbasi, ve Osmanlı imparatorlukları da İslam imparatorlukları olarak  dünyanın orta bölgelerinde yer alan ülkeleri bir Müslüman hegemonyası altında bir araya getirmeye çalışmışlardır .  Ne var ki ,  bütün bu imparatorluklar  yedi yüz ya da sekiz yüz yıl civarında etkinliklerini sürdürebilmişler ama Çin gibi yerleşik  kalıcı bir merkezi devlet düzeni oluşturamadıkları için,  hiçbir zaman bütün dünyayı hegemonyası altına alabilecek büyük güç yapılanmasını  sonsuza kadar devam ettirememişlerdir . Milat yıllarından sonra  dünya bir dinler savaşı alanına dönüştüğü için her savaş sonrasında düzenler değişmiş ve büyük güçler de değişme sürecinde birbirlerini izleyerek hiçbir zaman kalıcı bir süper güç konumunu elde edememişlerdir . Önceleri  Musevilik ve İsevilik arasında beliren din savaşları , üçüncü tek tanrılı din olarak Müslümanlığın ortaya çıkmasından sonra sürekli olarak bir İslamiyet ve Hrıstıyanlık çatışmasına dönüşmüştür  . Böylece Milattan sonra geçen iki bin yıllık dönemde  üç büyük dinden hiç birisi kalıcı bir dünya imparatorluğu  oluşturamamış  ve bu çerçevede  sadece dinler üzerinden bir dünya  hegemonyası  kurulamamıştır . Nüfusun artması , göçlerin belirli merkezlerde toplanması ve de  jeopolitik konumların öne geçmesi gibi yeni  durumlarda ,doğu bölgesinde  Çin, Hindistan, ve Mezopotamya gibi uygarlıklar birbirini izlemiştir . Batı dünyasında ise  Roma ,  Bizans, Britanya ve Amerika gibi büyük devletlerin oluşturduğu  uygarlık oluşumları birbirini izlemiştir .

Merkezi coğrafyanın dışında kalan Rusya ve Japonya gibi büyük devletler   dünya tarihi ilerlerken büyük güç olma ya da kalıcı büyük devlet oluşturma gibi hegemonik  yapılanmaları yakalayamadıkları için, İngiltere ya da Amerika gibi  uzun süreli  büyük güç olma düzeyine gelememişlerdir . Yerleşim yerlerindeki bozukluklar ,  ada devleti olmak ya da dünyanın tepesinde kalan soğuk  bir  kuzey devleti olmak gibi jeopolitik durumlar açısından, Rusya ve Japonya geride kalırken , İngiltere ve Amerika gibi  devletler büyük güç olma şansını elde edebiliyorlardı . Üç kıta arasında kalan Avrupa ,  denizlere ve okyanuslara açılarak  bütün dünyanın merkezi olmak gibi bir şansa sahip olmasına rağmen,  kıtanın doğusu  ,batısı ,kuzeyi ve güneyi ile parçalanmış bir durumda olması yüzünden, büyük bir siyasal yapılanma olarak ön plana çıkamıyordu .Roma ,Bizans ve Osmanlı gibi büyük imparatorlukların Akdeniz kıyılarında öteye gidememesi ve okyanuslara açılamaması gibi faktörler yüzünden Avrupa  uygarlıkları  küresel  bir yeni yapılanma ile ortaya çıkamıyorlardı . Bugün Fransa, İngiltere ve İtalya gibi ulus devletlerin merkezi olduğu imparatorlukların kurulmasına rağmen bütün Avrupa kıtasını kapsayan bir büyük imparatorluk gücünü ,  Avrupa kıtası yaşadığı iç çelişkiler ve çatışmalar yüzünden  bugüne kadar gerçekleştirememiştir . Yirmi birinci yüzyıla girerken ,  Avrupa  Birliğinin kurulması , Avrupalıların  bir araya gelerek bir büyük Avrupa gücü yaratmak istemesindendir . Hegemonya kavgası merkezi alana yönelik olarak gelişince ,  kıyı ya da kenar ülkeler merkezi bir güç olma şansını elde edememişlerdir . İtalya Roma imparatorluğu aracılığı ile bir dönem merkez olmuştur . Fransa, İngiltere, İspanya gibi batı Avrupa ülkeleri de deniz ticareti yolu   üzerinden sömürgeciliklerini geliştirerek  dünya dengelerinde kendilerine yer bulmaya çalışmışlardır . Ne var ki , Avrupa’nın kara gücünü temsil eden Almanya  kıtayı ele geçirme yolunda ilk adımlarını on altıncı yüzyılda  Habsburg hanedanının devreye girmesi  ile atıyordu . I9.yüzyılda Alman birliği sağlanana kadar Avrupada’ki güç mücadelesi sürekli savaşlar aracılığı ile sürmüştür . Avrupa’daki savaşları kazanan büyük devletler Avrupa gücünü temsil etme  iddiası ile öne çıkarak belirleyici oluyorlardı .

Avrupa kıtası dünya sömürgeciliğini yönetirken  kıta içinde de sürekli olarak din savaşları ile uğraşıyordu . Endülüs’te başlayan din savaşlarında Musevilik ve İsevilik karşı karşıya gelirken , sonraki aşamalarda Osmanlı gücünün Balkanlar üzerinden kıtaya sokulması ile ,bu kıtadaki din savaşları üç tek tanrılı din arasında cereyan etmeye başlamıştır . Bu yüzden Musevi cemaatlarının zorlaması yüzünden  Vatikan’ın kontrolunda  bir büyük Hrıstıyan Avrupa’nın kurulması  önlenmeye çalışılmıştır .  Osmanlı devleti Hrıstıyanlar ile Yahudilerin savaşları arasında  sürekli olarak  Hrıstıyan dünyaya karşı bir güç olarak kullanılmaya çalışılmıştır . Avrupa’da bir Musevi devleti istemeyen Vatikan’ın kontrolunda  bir büyük Hrıstıyan Avrupa inşa edilmeye çalışılmıştır . Hrıstıyan bir Avrupa kıtasının oluşumuna tepki gösteren Museviler ise  sürekli olarak  Osmanlı devletinin  bir Müslüman güç olarak Balkanlar üzerinden  bir Doğu Avrupa gücü olması için çalışmışlardır .Endülüs’ten Müslümanlar ile Musevilerin kovulması gibi bir benzeri gelişme de ,Balkanlar’da  Museviler ile Müslümanların birlikte kovulması macerasını  Balkan savaşları olarak Türk tarihine yazdırmıştır . Osmanlı devletinin çökertilmesi ile  Yahudi sorunu Avrupa dışına itilirken  , ikinci dünya savaşı sonrasında da  İsrail’in kurulmasıyla birlikte  Orta Doğu bölgesi yeniden dinler arası çekişmelerin  savaş alanı haline dönüştürülmüştür . Birinci dünya savaşı sırasında gerçekleştirilen Sovyet ihtilali aracılığı ile kurulan Sovyetler Birliği ,  daha sonraki aşamada Müslüman dünya üzerinde bir çatı konumuna getirilerek , İslam coğrafyasının tam ortasına  bir Yahudi devleti  olarak İsrail’in kurulması için  elverişli bir ortam yaratılmıştır . İki bin yıl sonra Avrupa’da kurulamayan bu din devleti,  kutsal kitaplardaki ayetlere uygun olarak  merkezi  coğrafyanın  vaad edilmiş toprakları üzerinde kurulabilmiştir . Dünyanın tam ortasında var olan Müslüman devletlerini dışlayarak  ve  Hrıstıyan Avrupa  kıtasını karşısına alarak  kurulan bu din devleti ,Orta Doğunun İslami çoğunluğa dayanan  nüfus yapısını  Sovyet ihtilali üzerinden ,  İslama  karşı  dinsiz bir sosyalizm dengesi  kurularak, iki bin yıl sonra geri dönüşü ve devletleşmeyi başarıya ulaştırma noktasına gelinmiştir . Batı dünyasındaki  Avrupa  ,İngiltere ve ABD’nin büyük güçlerine karşılık ,  Siyonizm ancak onlar üzerinden  merkezi alanda  büyük bir  güç olarak ortaya çıkmıştır .

İki dünya savaşı iki büyük güç yaratarak  iki kutuplu bir dünya düzeni kurma yoluna girdiğin  bu aşamaya kadar yeryüzünde sömürgecilik dahil emperyalizmin her türlü oyununu oynayan büyük devletler geri çekilmek zorunda kalmışlardır . Bir tarafta batı gücü olarak okyanus ötesi büyük devlet konumunda  ABD ,  diğer yanda da yeni dünya düzeni  jeopolitiğinde  bir  kuzey gücü olmaktan  çıkarak doğu devletlerini sosyalist devrimlerle kendisine bağlayan bir Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği  adıyla yenilenmiş bir  Rusya, tarih sahnesine karşılıklı  iki kutup olarak çıkartılıyordu  . Birinci Dünya savaşında İngiltere ve Almanya gibi Avrupa devletleri  savaşa tutuşurken ,   savaş sonrası ortaya çıkan dünya haritasında bir tarafta okyanus ötesi güç olarak ABD ve diğer tarafta da  Bolşeviklerin örgütlemiş olduğu SSCB ,yirminci yüzyılın yeni dünya düzeninin iki karşıt  merkezi  olarak öne çıkıyorlardı . Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu   Kemal Atatürk’ün  savaşlar öncesinde  geleceğe yönelik tahminlerinde  böylesine bir yapılanmanın ortaya çıkacağı açıkça belirtiliyordu . Almanya-İngiltere karşıtlığı dünya savaşına giden yolu  açarken, gündeme getirilen ideolojik devrim  karşıtlığı devletler arası olmaktan çıkarak , sosyalizm ve kapitalizm üzerinden siyasal kamplar arası bir çekişmeye doğru dünyayı sürüklüyordu  .  İmparatorluktan ulus devletlere geçiş aşamasında devletler arası rekabet yaşanırken ,  Rusya gibi çok büyük bir ülkede gerçekleştirilen ideolojik devrim, kamplaşmayı ana çelişki olarak ortaya koyuyordu . Ne var ki, Karl Marx’ın ileri sürdüğü gibi bir çalışan sınıf olarak Proleterya’nın olmadığı bir tarım ülkesinde sosyalist devrimin yapılması,  Marksizm’in ana ilkelerine ters düşüyordu . Gerçek anlamda işçi sınıfının geliştiği Avrupa ülkelerinde Paris Komünü ile birlikte bir halk devrimi  süreci   başlatılmış ama Anglosakson dünyasının süper kapitalist  güçleri bu durumu önleyerek,  acele tarafından çalışan sınıfların ideolojisi olarak görülen  sosyalizmi Almanya üzerinden Rusya’ya taşıyorlardı . Böylece Rus devrimi ile iki kutuplu dünyanın karşı kutbu olarak, süper  büyük güç konumunda Sovyetler Birliği yapılanması tarih sahnesine getiriliyordu .

ABD’nin karşısına SSCB’nin bir ideolojik imparatorluk olarak oturtulması dünya haritalarında normal görülebiliyordu ama  gerçek koşullar  arandığı zaman, bu durumun hiç te var olan gerçeklere uymadığı görülebiliyordu . İkinci dünya savaşı sonrası dünyada ana çelişki devletlerarasından alınarak ideolojiler arası çekişmeye indirgendiği zaman, yeryüzünün tam ortalarında yaşamakta olan , İslam dünyası baskı  altına alınarak  elliden fazla devletin çatısı altında yer aldığı büyük İslam dünyası  kontrol altına alınmak isteniyordu . Böylece dünyanın yeni büyük gücü olarak ortaya çıkan SSCB, materyalist felsefe ve dünya görüşü ile camiler ile kliseleri kapatarak, yeni bir dinsizlik düzeni gündeme getiriyordu  .Bu tür bir dinsizlik düzeni Avrasya üzerinden Orta Doğu’ya taşınırken, tam bu aşamada kocaman İslam dünyasının  ortalarında yer alan  bir Yahudi devleti olarak İsrail , Siyonist Hrıstıyanlık olan Evanjelizmin  işbirliği organizasyonu ile kuruluyordu . Hrıstıyan dünyasından dışlanan Yahudi devleti böylece İslam dünyasının tam ortalarında kurulurken, diğer yandan da dinleri ortadan kaldıracak bir biçimde  üçüncü dünya savaşının hazırlıkları Armegedon  senaryoları üzerinden  tamamlanmaya çalışılıyordu . Dünya bugün  Sovyetler Birliğinin ortadan kaldırılması ile  tek kutuplu bir düzene doğru  zorlanmış ama aradan geçen  çeyrek asırlık zaman dilimine karşılık, bir türlü  istenen üçüncü dünya savaşı çıkartılamamıştır . Hiç bir üretimin olmadığı, dış dünya ile ticaret ilişkilerinin geliştirilmediği  ve bu haline rağmen  yoksul ve işsiz milyonları sınırları içinde barındırmaya çalışan Sovyet sisteminin sahte bir imparatorluk olduğu anlaşılınca, doğu kutbunun dağılması kendiliğinden ortaya çıkmıştır . Vatandaşı için araba üretmeyen ama dünya güç dengeleri içinde  uzaya gitmeye çalışan bir sahte düzenin çöküşü hızla gerçekleşince, İlluminati isimli gizli dünya devletinin  Müslümanlar ile Hrıstıyanları çarpıştıracakları ve bunun sonunda devletler düzeninin yıkılacağı ve bu aşamadan sonra küçük İsrail devletinin merkezdeki yeni büyük güç olarak büyüyeceği ,en  sonunda Kudüs merkezli  Büyük İsrail devletinin bütün dünyaya  egemen olacağı inancı ile hareket edilmeye başlanmıştır .

Yirminci yüzyılın dünya savaşlarına kadar devletlerarası ilişkiler üzerinden eski dünya düzeni sürdürülmeye çalışılmış ama bu arada da  Medeniyetler Çatışması görünümünde, ortaya  devletlerin ötesindeki farklı kültürel yapılar arasında çekişmeler gündeme getirilmeye başlanmıştır . Armegeddon senaryosundaki kıyamet savaşları olarak hazırlanan Müslümanlık ve Hrıstıyanlık arasındaki kıyamet çatışmalarına doğru dünya sürüklenirken , önce  karşı kutup merkezi olan Sovyetler Birliği dağıtılmıştır . Bunun üzerine bir çeyrek yüzyıl da esas kutup merkezi olarak görünen ABD’nin de dağılmasıyla,bir büyük gücün olmadığı ve bu durumdan yararlanan küçük ve orta boy güçlerin dünya sahnesinde etkin olacağı ve bir süre sonra da çok kutuplu dünyanın giderek bir kaos ortamına sürüklendikten sonra  çıkartılacak bir kıyamet senaryosu ile her şeyin yıkılacağı  varsayılmıştır . Bu yıkım sonrasında da  ilk tek tanrılı din olan  Yahudiliğin örgütlenmesi sonucunda  kurulacak Büyük İsrail devleti çatısı altında yepyeni bir dünya imparatorluğu kurulacağı önceden programlanmıştır  . Böylece iki binyıl önce başlatılmış olan dünya hegemonya  düzeni  arayışında  Hrıstıyanlara ve Müslümanlara  hiç fırsat verilmeyecek ve Evanjelizmin örgütlenmesiyle Siyonist Hrıstıyanlar batı dünyasını  yönlendireceklerdir .Bayrağında elli adet yıldız bulunan  ve günümüzde  ana kutup merkezi olarak yönlendirilen ABD’de , Büyük İsrail devletinin kurulması ve bu doğrultuda izlenen Armegeddon planının devreye sokulması ile birlikte , devlet  hedefsiz kalacağından ,  ülke  içinde  başlayacak olan iç gerginliklerin  ve çatışmaların  bu büyük gücün çökmesine giden kaos  yolunu  açacağı  şimdiden görülmektedir .

Dünya tarihi incelendiği zaman tarihsel dönüşümlerin gerçekleştirilmesinde ya da eski hegemonya düzeninden sonra bir başka egemenlik düzenine doğru ortaya çıkan değişimlerin , zaman içinde belirleyici olduğu geçmişteki gelişmeler incelendiği zaman ortaya çıkmaktadır . Tarihsel dönemler tek tek ele alınarak incelendiğinde, değişen koşulların yeni büyük güçlerin sahneye çıkmasında etkili oldukları anlaşılmaktadır .Bilimsel devrimler , önemli icatlar , karaların keşfi ,denizlere açılma , okyanuslara egemen olma , sömürge imparatorlukları kurma  ,uzaya çıkma , silah teknolojisindeki gelişmeler  ,fen bilimlerindeki  son yenilikler  , siyasal devrimler ya da bugün yaşanmakta olan teknolojik devrimler , elektronik alandaki hızlı gelişmeler  ile uzay çağının  gerekleri yeryüzünde önemli yansımalar yarattığından, jeopolitik konumlar ve  dengeler değişmekte   bu yüzden de eski düzenler geride kalırken ,eskinin büyük güçleri de çökme ya da dağılma aşamasına gelmektedirler . Bir büyük güç çökerken  onun bıraktığı boşluğu doldurmak üzere dünyanın bir başka bölgesinde yeni bir büyük güç siyaset sahnesindeki yerini almaktadır . Aynı dönemde iki büyük güç olursa ya çatışmalar sonucunda büyük savaşlar yaşanmakta ya da  aradaki yarışın tırmanmasıyla büyük güçlerden birisi, daha da büyüyerek kendi hegemonyasını  yeryüzünde geçerli kılarken ,  geride kalan büyük gücün bu  konumunu kaybederek  ya orta boy bir güç haline gelmesi ya da bütünüyle parçalanarak küçük siyasal yapılanmalar  doğrultusunda bir yeni siyasal düzene   yönelmesi gündeme gelebilmektedir .

Bugün çöküşe geçen ABD için gerileme sürecinin, gücünün zirvesinde olduğu Vietnam savaşı sırasında başladığını ilgili uzmanlar dile getirmektedirler . Dünya hegemonyasının  ana bölgesi olan Asya kıtasına egemen olabilmek için yapılan Vietnam savaşı ,ABD için  hem gücünün zirve noktasıdır hem de çöküş zincirinin ilk halkasıdır . Yapısal olarak çok milliyetçi bir halk  olan Vietnam halkının ABD emperyalizmine karşı direnmesi sonucunda ,  süper güç olan  Amerikan ordusu  bir büyük savaş yenilgisiyle Asya topraklarını terk ederek  ülkesine geri dönmek zorunda kalmıştır . İlk darbeyi Vietnam’dan yiyen ABD ikinci darbeyi de sürekli olarak Büyük İsrail  projeleri ile Amerikan hükümetlerinin üzerine giden  İsrail lobilerinden yemiştir . Dünya kapitalist sistemini elinde tutan  Siyonist lobilerin baskı ve çekiştirmeleri yüzünden giderek bocalayan ve kendi ülkesini yönetilemez bir duruma düşüren İsrail lobileri ,  ABD’yi sürekli olarak kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirdiği için ,böylesine bir büyük gücün çöküşüne  yol açmıştır . Kennedy  gibi  ABD başkanlarını öldüren ,Amerikan ekonomisini  bağımsız merkez bankası aracılığı ile alt üst eden , İsrail’in güvenliği için Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Avrasya bölgelerinde savaşlar çıkartan ,para gücü ile her şeyi satın alan ,en son teknolojileri kullanarak bütün dünyada bir çıkar düzeni oluşturan ,siyasal kadroları birer kurşun asker gibi kullanan İsrail lobileri ,ABD içinde de örgütlenerek  bu büyük devletin kendi çıkarları  çizgisinde  görünmeyen derin devletler yarattığı sürece ,ABD ve benzeri büyük güçlerin var olması ve yaşaması artık eskisi gibi mümkün olamamaktadır .  Son dönemlerde gündeme getirilen küreselleşme akımı da şirket merkezli yeni bir dünya düzeni getirirken ,  devlet merkezli siyasal yapıları  çökerterek yıkmaya başlamıştır . Bir büyük güç olarak  ABD aynı zamanda devlet olduğu için ,  şirketlerin saldırısı ile devletin temelden sarsılması ve çökertilmesine karşı eskisi gibi direnememiştir . ABD son yıllarda gerileme sürecinde olmasına rağmen, gene de eskisi gibi bir numara konumunu korumaya çalışarak  ortaya bir otorite boşluğu alanı çıkartılmaması için bugünün koşullarında  mücadele vermektedir . Son ABD başkanlık seçimlerinde iki adaydan birisinin devletin , diğerinin de küresel şirketlerin temsilcisi olarak hareket ettikleri görülmekte ve dünya devleti olmaya soyunan küresel şirketler ile , yirminci yüzyılın en büyük siyasal gücü olan Amerika Birleşik Devletlerinin rekabet içinde karşı karşıya geldikleri görülmektedir . Bu aşamada ,  dönemin büyük gücü olarak ABD’nin önü  kesilmekte  ve  bir sermaye imparatorluğu teknolojiyi kontrol ederek ,yeni bir büyük güç konumuna   gelmektedir .