BEKLEMENİN MALİYETİ/2

Cüneyt Şaşmaz
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ölüm oranını (yani ölenlerin virüs bulaşmış olanların içindeki yüzdesini) yüzde 3.4 olarak açıkladı.
 
Bu rakamın bağlamı net değil o nedenle açıklayayım:
Ölüm oranları ülkeye ve hangi noktada ölçüldüğüne bağlı olarak tamamen değişiyor:
Güney Kore’de oran yüzde 0.6 iken İran’da yüzde 4.4!?
 
Peki neden böyle?!
 
Anlamak için şöyle bir yöntem kullanalım.
Ölüm oranlarını hesaplamanın iki yolu var:
a) Ölümler/tüm vakalar
b) Ölümler/tüm kapanmış vakalar (kapanmış vakalardan kasıt ya ölümle ya da iyileşmeyle sonuçlanmış vakalar).
 
Birinci yöntemin bize düşük bir tahmin vermesi olası, zira henüz kapanmamış vakaların ilerde ölümle sonuçlanma ihtimali var.
 
İkinci yöntem ise fazlaca yüksek tahminlere yol açıyor zira ölümler iyileşmelerden daha hızlı gerçekleşiyor.
 
Bu nedenle hastalığın dağılımının zaman içindeki seyrine baktım.
Bir noktada bütün vakalar kapanacak ve bu iki sayı birbirine eşitlenecek.
 
Dolayısıyla eğer geçmişteki trendi geleceğe doğru uzatırsak, kesiştikleri noktada beklenebilecek gerçekçi ölüm oranını bulabiliriz.
 
Verilerden gördüğünüz işte bu.
 
Çin’deki ölüm oranı şu anda yüzde 3.6 ile yüzde 6.1 arasında.
Eğer bunun geleceğe doğru uzatırsak, ~yüzde 3.8-4 arası bir sayıya ulaşıyoruz.
Bu da şu andaki tahminlerin iki katı ve gripten ölüm oranlarının 30 katı.
 
Ancak bu sayı, iki ayrı ve birbirinden çok farklı veriden kaynaklanıyor:
Hubei ve Çin’in geri kalanı.
 
Hubei’deki ölüm oranı muhtemelen yüzde 4.8’de nihayete erecek.
Çin’in geri kalanı
 için ise bu rakam yüzde 0.9 olacak.
 
Manalı bir analize imkan verecek kadar ölümün yaşandığı İran, İtalya ve Güney Kore için de grafikler hazırladım.
 
İran ve İtalya’da ölüm/toplam vaka oranları yüzde 3-4 aralığında diğer çizgiyle birleşecek.
Tahminim son rakamların böyle olacağı yönünde.
 
Güney Kore ise en ilginç örnek, zira bu iki rakam birbirleriyle tamamen ilgisiz.
Ölüm/toplam vaka oranı yüzde 0.6 ancak ölüm/kapanmış vaka oranı devasa: yüzde 48!?
 
Benim tahminim, Güney Kore’nin aşırı derecede tedbirli davrandığı.
Herkese test yapıyorlar (zira ölüm oranının açık dosyalara oranı çok düşük) ve vaka dosyalarını çok uzun süre açık bırakıyorlar (dolayısıyla ölüme varan vakalar hemen sonuçlanırken diğerleri açık kalıyor).
 
Esas önemli olan şu:
Ölüm/tüm vakalar oranı, başlangıçtan bu yana yüzde 0.5 düzeyinde ve öyle de kalacak gibi görünüyor.
 
Ölüm oranlarıyla ilgili son örnek de, Diamond Princess gemisinden:
Şimdiye kadar 706 vaka 6 ölüm ve 100 iyileşme bildirildi.
Bu durumda, ölüm oranı yüzde 1 ile yüzde 6.5 arasında olacak demektir.
 
Tüm bunlardan çıkarabileceğimiz sonuçlar şunlar:
Hazırlıklı olan ülkelerde ölüm oranları yüzde 0.5 (Güney Kore) ile yüzde 0.9 (Çin’in geri kalanı) arasında gerçekleşecek.
Sağlık sisteminin salgının yükünü kaldıramadığı ülkelerde ölüm oranı yüzde 3-yüzde 5 arasında olacak.
 
Başka türlü söyleyecek olursak:
Erken ve hızlı davranan ülkeler ölüm oranlarını onda bire bile düşürebilir.
 
Şu ana kadar sadece ölüm oranlarından bahsettim.
Hızlı davranan ülkelerin vaka sayılarının da düşük olacağını herhalde söylemeye bile gerek yok.
 
Peki, bir ülkenin hazırlıklı olmak için ne yapması lazım?!
Sağlık sisteminin üzerinde baskı nasıl olacak?!
 
Şimdiye kadar gördüğümüze göre, vakaların aşağı yukarı yüzde 20’si hastaneye kaldırılıyor, yüzde 5’i yoğun bakım ünitesinde yatıyor ve yüzde 1’inin çok yoğun bakıma ihtiyacı oluyor; yani, suni solunum cihazına veya oksijen cihazına (ECMO) bağlanmaları gerekiyor.
 
Sorun şu ki, suni solunum cihazları ve ECMO’lar kolayca alınan ya da üretilen şeyler değiller.
Birkaç yıl önce ABD’de 250 tane ECMO cihazı vardı.
Yani?!
Bir anda 100 bin kişi enfekte olursa, bunların epey bir kısmı test yaptırmak isteyecektir.
Yaklaşık, 20 bini hastaneye yatacaktır.
5000’i yoğun bakıma alınacaktır.
Yaklaşık 1000 kadarı ise bu cihazlara ihtiyaç duyacaktır.
 
Bu da şu anda sahip olduğumuz cihaz sayısının çok üstünde bir ihtiyaç demek bu.
Ve sadece 100 bin vakadan bahsettiğimizi hatırlatırım.
Üstelik daha maskelerden bahsetmedik bile.
 
Böyle bir vaka yoğunluğunda, ABD gibi bir ülke sağlık çalışanlarının ihtiyaç duyacağı maske miktarının sadece yüzde 1’ine sahip (12 milyon N95 ve 30 milyon cerrahi maske mevcut ihtiyaç ise 3,5 milyar maske olacak).
 
Eğer bir anda çok fazla vaka ortaya çıkarsa, ülkede sadece iki hafta yetecek kadar maske var.
 
Japonya, Güney Kore, Hong Kong veya Singapur gibi ülkeler ve Çin’in Hubei dışındaki eyaletleri hazırlıklılar, hastalarına gereken bakımı yapabiliyorlar.
Ancak Batı ülkeleri, İtalya ve Hubei’in gittiği istikamette seyrediyorlar.
 
Peki, bu hazırlıksızlık durumunda neler oluyor?!
 
Hubei’den ve İtalya’dan gelen hikayeler ürpertici derecede birbirine benziyor.
 
Hubei, on gün içinde iki yeni hastane inşa etmesine rağmen aşırı derecede yüke maruz kaldı.
 
İki tarafta da doktorlar hastanelerin aşırı sayıda hasta akınıyla karşı karşıya kaldıklarından şikayet ediyorlar.
Bu durumda, hastalara koridorlarda ve bekleme odalarında bakmak zorunda kalıyorlar.
 
Sağlık çalışanları saatlerce aynı koruyucu kıyafetin içinde çalışıyorlar çünkü yeterince kıyafet yok.
Bu nedenle enfeksiyon olan odaları ve birimleri terk edemiyorlar.
Dışarı çıktıklarında ise susuz kalmış ve yorgunluktan çökmüş oluyorlar.
Artık vardiyaları yok.
 
Emekli sağlık çalışanları yeniden göreve çağrılıyor.
Hemşirelikle ilgili hiçbir fikri olmayan insanlar, bir günde eğitilip, kritik pozisyonlarda görevlendiriliyor.
 
Herkes her zaman görevde.
Pek tabii ki hasta olana kadar.
Bu da yeterli koruma olmadan virüse devamlı maruz kaldıkları için çok sık gerçekleşiyor.
Bu durumda 14 gün karantinada kalıyorlar ve hiç kimseye yardım edemiyorlar.
Yani?!
En iyi ihtimalle iki haftalık iş gücü kaybı ortaya çıkıyor.
En kötü ihtimalle ise ölüyorlar.
 
En zor durumlar ise yoğun bakım ünitelerinde hastalar solunum cihazına ya da ECMO’ya (oksiyen cihazı) ihtiyaç duyduğunda yaşanıyor.
Bu cihazları paylaştırmak mümkün değil.
Dolayısıyla sağlık çalışanları kimi makinaya bağlayacaklarına karar vermek zorundalar.
Bu da kimin öleceğine ve kimin hayatta kalacağına karar vermek anlamına geliyor.

"Bir süre sonra seçim yapmak zorunda kalıyoruz.
Herkesi solunum cihazına bağlamamız mümkün değil.
Hastanın yaşına ve sağlık durumuna göre karar veriyoruz."

(İtalyan doktor Christian Salaroli)
https://www.brusselstimes.com/all-news/belgium-all-news/health/99412/coronavirus-we-must-choose-who-to-treat-says-italian-doctor-covid-19-christian-salaroli/  

İşte tüm bunlar, bir sağlık sistemini, yüzde 0.5’lik bir ölüm oranından yüzde 4’lük bir ölüm oranına götürüyor.
 
Eğer, ülkenizin ya da şehrinizin yüzde 4 tarafında olmasını istiyorsanız, bugün hiçbir şey yapmamanız yeterli.
Bu artık bir salgın hastalık statüsünde.
Tekeri geri çevirmek mümkün değil.
Ama etkisini azaltmamız mümkün.
 
Bazı ülkeler bu konuda örnek teşkil ediyor.
En iyi örnek Tayvan.
Çin’le yakın bağları olmasına rağmen 50’den az kişi hasta oldu.
 
Tayvan durumu kontrol altında tutmayı başarıyor; ama pek çok ülke bunun için ehil değil ve de başaramıyor.
O yüzden, yeni bir yöntem deniyorlarEtkileri azaltmak (mitigation).
Yani?!
Virüsün vereceği zararı asgari seviyeye çekmek.
 
Eğer bulaşma sıklığı azaltılabilirse, sağlık sistemimiz (az sayıdaki) hastayla daha çok ilgilenebilir ve böylece ölüm oranları azaltılabilir.
 
Eğer bulaşmayı yavaşlatıp vakaları zamana yayabilirsek, bir noktada nüfusun geri kalanını aşılamak ve riski tümüyle ortadan kaldırmak da mümkün olur.
 
Dolayısıyla amacımız, virüsün bulaşmasını tümden engellemek değil, bulaşmayı ertelemek.
 
Eğer hastalanma seyri daha uzun bir zamana yayılabilirse:
A) Hastanelerin hizmet verme kapasitesi iyileşir
B) Birikme olmadığı için küçük gruplara daha iyi hizmet vermek mümkün hale gelir
C) Nüfusun geri kalanını hasta olmadan aşılama olasılığı artar.
 
Peki, yayılma hızını düşürmenin yolu ne?!
Cevap: Aramıza mesafe koymak!
Hem işe yarayan hem de en kolay çözüm bu.
(Devamı var)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.