Amerikalı bir polis müdürü: Rüşvet, şantaj, nefret, seks skandalı, kadın düşmanlığı, ne ararsan

Doğan Satmış


Bugün size Amerikan Federal polisi FBI’ı kurup bugünlere getiren 77 yaşında öldüğü güne kadar görev başında kalarak tam 8 başkan eskiten polis şefi J. Edgar Hoover’ı anlatmak istiyorum.

Tesadüfen elime geçen 600 küsur sayfalık bir kitap Hoover’ın tüm hayatını, baştan sona, tüm pislikleriyle anlatıyor. İrlandalı araştırmacı gazeteci Anthony Summers, kitabı 250 kişinin yardımıyla ve 500 bin dolar harcanan 6 yıllık bir araştırma sonunda yazdı. 850 kişiyle röportaj yapıldı, binlerce sayfalık döküman gözden geçirildi.

Hoover 29 yaşında o zaman başka isimle adlandırılan FBI yani Amerikan Federal Polisi’nin Direktörü oldu, 1972’de ölene kadar 48 yıl süreyle bu görevi yürüttü. Başkanlar ona kızdı ama hiçbiri onu görevden almaya cesaret edemedi. Çünkü herkese şantaj yapacak dosyalara sahipti.

Amerikalıların büyük bölümü, Hoover’ı bir kahraman olarak görüyordu. Ona atfedilen ne kadar kirli iş varsa, buna karşı çıktılar. Bunları ortaya atanları da “İhanetle” suçladılar.

Ama gazeteci Anthony Summers’a göre, Hoover “hilekarlık ustası”ydı. İşte kitaba göre FBI’ı kurup yarım asır yöneten J. Edgar Hoover ve yaptıkları:

  • Görev yaptığı ilk yıllarda, iki şoför dışında hiç bir siyah işe alınmadı. Ölene kadar siyahlara engel olmayı sürdürdü ve öldüğü yıl FBI’da sadece 70 ajan siyahtı. O öldükten sonra sayı arttı 1991’de 500’e çıktı.
  • Yıllarca  “Köpekler ve Yahudiler giremez” tabelası asılı otellerde kalmayı tercih etti.
  • Hispanikleri de sevmezdi. “Meksikalılar, kökten yalancıdırlar ve para kazanmayı düşünmekten başka bir şey bilmezler” diyordu.
  • Kadınlara hiç güvenmezdi. Göreve geldiği 1924 yılında, kurumda 3 kadın çalışıyordu, ikisini daha ilk ay hemen işten attı. Üçüncüsünü bir milletvekili koruduğu için atamadı ama onu da akıl hastanesine yolladı çünkü kadın gördüğü baskıdan bunalıma girdi. Sonra da “Buradan çıkar çıkmaz Hoover’i vuracağım” diye tehditler savurmaya başladı. Kadınlar ancak o öldükten sonra FBI’a girmeye başladılar ve 90’lı yıllarda kadın ajan sayısı 900’e çıktı.
  • O kadar kadın düşmanıydı ki, “Tipik bir suçlu kadın, bir erkek suçludan 100 kat daha saldırgandır” diyor, buna inanıyordu.
  • Hoover eşcinseldi. Ve kadın giysileri giymekten hoşlanıyordu. Hayatı, 1928 yılında işe aldığı Clyde Tolson adlı erkek yardımcısıyla birlikte geçti. İkili hem FBI’da birlikte çalıştılar, hem tüm tatillere birlikte gittiler. Birbirlerine aşk mesajları gönderdiler. Öğlen yemeklerini bile beraber yediler.
  • Amerikalı bir eşcinsel milyarder çok yakın arkadaşıydı, birlikte genç erkeklerle seks partileri düzenliyorlardı. Bunu itiraf eden milyarderin karısını ise “deli” diye damgaladılar.
  • Mafya, Hoover ve eşcinsel sevgilisinin görüntülerini ele geçirince kendisine şantaj yapmaya başladı. Mafyanın ele geçirdiği görüntülerde Hoover, erkek sevgilisine oral seks yapıyordu. Bu yüzden Hoover Mafya’ya hiç ilişemedi. Mafya söz konusu olunca, “Üç maymunu” oynadı, yani görmedi, duymadı ve konuşmadı. Sıkışınca  “Bizim işimiz değil” dedi , ya da “Yasal yetkimiz yok” yalanına başvurdu.
  • Amerika’da mafyanın filmlerde anlatıldığı kadar güçlenmesinin nedeni, Hoover’ın bu şantaj korkusuydu. Mafya liderleri ile içli dışlıydı, onları hep korudu.
  • Hakkında en ufak eleştiri yazan gazeteciyi kara listeye aldırdı. Bazısını işten attırdı, bazen de mafyayı devreye sokarak gazetecileri korkuttu, dövdürdü.
  • Hatta mafyadan öyle korkuyordu ki, 1963 yılında ABD Başkanı John Kennedy öldürülünce, iş mafyaya bulaşmasın diye soruşturmayı bile engelledi.
  • Zenginlerle iç içe yaşar, onlardan rüşvet alırdı. Erkek sevgilisi ile 18 yıl boyunca bir otele gitti, geceliği bin doları aşan otelin tüm faturalarını Texaco  Petrol şirketinin sahibi ödedi. 18 yıllık otel faturalarının bugünkü değeri 500 bin doları aşıyordu.
  • Ayrıca bu petrol şirketinin sahibi rüşveti üstü kapalı bir anlaşmayla kendisine veriyordu. Sözde hisse satın alan Hoover, özel bir anlaşma yapmıştı. Yapılan anlaşmaya göre eğer bir petrol kuyusundan petrol çıkarsa, Edgar Hoover’ın yatırımı para kazanıyordu. Eğer o kuyudan petrol çıkmazsa, Hoover da hisse almamış sayılıyordu. Böylece rüşveti garantiye almıştı.
  • FBI adına “Hilekarlık ustası” adında bir kitap yazıldı. Kitap, FBI ajanları tarafından yazıldı ve yazar olarak da Edgar Hoover gösterildi. Kitap herkese devlet zoruyla tavsiye edildi, 2 milyon 250 bin sattı. Kendi yazmadığı kitabın yazarı olarak gösterilen Hoover’le o zaman şöyle dalga geçiyorlardı:  “Bu kitabın yazarı, aslında bi kitabı bir kere bile okumamış hilekarlık ustasıdır.”
  • 50 ve 60’lı yıllarda, ‘Aralarında aşırı solcu ve komunistler var’ diye FBI’ın 50’den fazla üniversiteye sızmasını sağladı.  Bu üniversiteler arasında Yale, Harvard, Princeton gibi ünlü üniversiteler de vardı.
  • Amerika’nın muhaliflerin “Komünist” diye etiketlendirilip tutuklandıkları, hapse atıldıkları, işlerinden edildikleri “McCarthy cadı avı” döneminin perde arkasındaki beyinlerinden biriydi. Sevmediği herkesin hayatını bu sayede kabusa döndürdü.
  • Onun döneminde FBI işi gücü bırakıp, aydınların peşine düşmüştü. Nobel ödüllü romancı Pearl Buck hakkında 400 sayfalık rapor yazdırdı.
  • Amerika’ya hiç gitmeyen Picasso hakkında bile dosya tutturdu.
  • Amerikan Başkanı Truman, göreve geldiğinde “Biz Gestapo veya gizli polis istemiyoruz. Ama FBI bu yola girmiş durumda. Suçluları yakalayacaklarına, şantajla ve seks skandalları ile uğraşıyorlar. Yerel polisleri de korkutuyorlar. Bu mutlaka durmalı ve işbirliği yapılmalı” dedi ama o da Hoover’ı değiştiremedi.
  • Başkan Roosevelt’ın karısını ajanlara izletti ve net kanıt olmadığı halde, 55 yaşındaki Bayan Roosevelt’in, eğitimine destek olduğu bir gençle otel odasında buluştuğunu raporlaştırdı.

“Tüm bunları yapan Edgar Hoover bir polis ve ajan örgütü lideri olarak başarılı mıydı?” diye bir soru aklınıza gelebilir. Öyle ya, belki de işinde çok başarılıydı ve başarılarıyla kötü yönlerini saklıyordu. Ama böyle bir başarısı da yoktu. Tersine ülkesine çok zarar verdi. Yine kitaba dönelim:

Amerika Birleşik Devletleri, 1941 yılında Japonların Pearl Harbour saldırısıyla sarsılmıştı. Bu saldırıda Japonlar 2400 Amerikalıyı öldürdüler, 1300’ünü yaraladılar. 11 gemi battı, 118 uçak yok edildi. Bu saldırı Edgar Hoover’e bir kaç gün önce istihbarat olarak bildirilmişti ama o kimseyi uyarmayı görev saymadı. Çünkü “Ne oldum delisi” olmuştu ve gözü kendinden başka bir şeyi görmüyordu. Japonların saldırısı olacak istihbaratını da ciddiye almadı. Kimseye de iletmedi. Bu yüzden kimse tedbir alamadı. Amerikalılar ağır kayıp verdi.

FBI böyle kötü bir yönetim nedeniyle, suçluları yakalamak dışında her işle ilgileniyordu. Hoover’ın ölümünden 3 yıl sonra yapılan bir araştırmaya göre, FBI’ın uğraştığı işlerin sadece yüzde 19’u yıkıcı saldırganlara yönelikti. 19 bin 700 dosyadan sadece dörtte biri işe yarar soruşturma idi ve bunlar içinde de ulusal güvenlik, ispiyonaj ve terörizm hiç yoktu.

Artık bu adam başarılı mı değil mi, kararı siz verin.

Denilebilir ki, dünyanın her ülkesinde polis teşkilatlarında böyle çürük elmalar var ve hep olur.

Doğrudur. Pek çok polis teşkilatı, zaten bu çürük elmaları ayıklamak için özel birimler kurup, engellemeye çalışırlar. Ama tüm bu yaşananların, dünyada özgürlükler şampiyonu geçinen Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanması ilginç.

Ünlü bilim adamı Albert Einstein, Almanya’dan kaçıp 1947 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne gelişinin nedenini anlatırken şöyle demişti:

“Ben buraya geldim çünkü burada büyük büyük bir özgürlük olduğunu sanıyordum. Fakat gelince gördüm ki, Amerika’yı özgürlükler ülkesi sanıp buraya gelmem hata olmuş. Ve bu hatamı hayatım boyunca telafi etmem mümkün değil.”

Son bir not: Hoover öldüğünde dönemin Başkanı Nixon’ın emriyle FBI ajanları, odasını arayıp, kendine özel olarak tuttuğu tüm dosyaları yaktılar. Büyük olasılıkla bu dosyalar, başkanlarla ilgiliydi.