17 Temmuz!?

Cüneyt Şaşmaz
Dün, İspanya İçsavaşı'nın yıldönümü idi...
 
Demem o ki:
Ulusal ya da toplumsal mücadeleye girişeceklerin, İspanya iç savaşını incelemeleri ve günümüze yönelik sonuçlar çıkarmaları elzem.

 
Başka?!
 
Bu savaş; ilkelerin ve değerlerin nasıl kolayca ayaklar altına alındığını, demokrasi havarisi ülkelerin demokrasinin yok edilmesine nasıl göz yumduklarını gösteren, çarpıcı bir misal!
 
Başka?!
 
Bu savaş, İspanya topraklarında yapılan bir "Avrupa İç Savaşı"!?
 
Nitekim...
Bilim adamları, sanatçılar, aydınlar ya yurtdışına kaçmış ya da öldürülmüştü.
 
Başka?!
 
Hiçbir siyasi eyleme katılmamış olan 38 yaşındaki Garcia Lorca, 64 yaşında Cumhuriyetçilere katılan İspanyol edebiyatının büyük şairi Antonio Machado ve 1942 yılında henüz 32 yaşındayken Franko’nun hapishanelerinde ölen şair Miguel Hernandez, iç savaşta yok olup gitti.
 
Demem şu ki:
"Uygarlığın beşiği" Avrupa’da yaşanan bu insanlık dramı, bir vahşet dönemiydi.
 
Yani?!
 
Sömürge ve yarı-sömürgelerde silahlı şiddet uygulayan emperyalist devletler, şiddeti Avrupa’da da kullanmaktan çekinmemişti.
 
Ezcümle:
Savaşa şu ya da bu oranda karışmayan, vatandaşı İspanya’da savaşmayan ülke kalmamış?!
 
Hal böyleyken...
İspanya; emperyalist ülkelerin, ideolojilerin, sistemlerin ve yeni silahların çatıştığı bir arenaya dönüşmüş...
 
Yani?!
 
İspanya İç Savaşı’nda, öldürmenin sınırı yoktu.
Küçük çocuklar, yatalak yaşlılar, hastalar, genç kızlar ve hatta evcil hayvanlar öldürüldü.
Okullar, hastaneler topa tutuldu, kiliseler ateşe verildi.
 
Netice:
Üç yılda 6 bin din adamı öldürüldü:
Barbastro bölgesinde, Aragon ve Katalonya’da rahiplerin yüzde sekseni bu çatışmalardan sağ çıkmadı.
 
Nüans?!
 
Cumhuriyeti destekleyen rahipleri faşistler, faşistleri destekleyenleri de cumhuriyetçiler öldürdü.
 
Başka?!
 
Başka ulusların insanları da birbirlerini İspanya’da öldürdü?!
Nazi yönetiminden kaçan sürgün Almanlar, Franko yanında çarpışan Almanları; faşist İtalyan askerleri, Cumhuriyete yardıma gelen solcu İtalyanları öldürdü.
 
Öte yandan...
16 Şubat 1936 ile askeri darbenin yapıldığı 17 Temmuz 1936 arasındaki 5 aylık dönem içinde, yeni hükümete karşı sayısız düzen bozucu eylem gerçekleştirildi.
Seçimlerde hiçbir varlık gösteremeyen Falanjist Parti (İspanyol faşistleri) başroldeydi.
 
Yani?!
 
Bu dönemdeki terör eylemlerinde, büyük çoğunluğu Cumhuriyetçi olan 58 kişi öldürüldü.
 
Başka?!
 
Sosyalist milletvekili Profesör Jimenes de Asua’ya, Sosyalist Parti lideri ve Genel İşçi Birliği Sekreteri Largo Caballero’ya, yazar ve düşünür Ortega Gasset’ye suikastler düzenlendi.
 
Başka?!
 
14 Nisan 1936’da, Cumhuriyetin yıldönümünü kutlama törenlerine katılan halkın üzerine ateş açıldı.
Oviedo’da sosyalist bir gazetenin merkezi bombalandı, Valencia’da falanj milisleri radyo evini bastı ve binayı bir süre işgal etti.
Alcala’da subaylar halkı kent merkezine toplayıp faşist selamı vermeye zorladı.
 
Ve...
17 Temmuz günü darbenin başlatılmasına karar verildi.
Londra’da bulunan İspanyol monarşistlerinin sağladığı bir uçak Franko’yu, Kanarya adalarından İspanyol Afrika’sına götürüyordu.
 
Netice:
18 Temmuz sabahı saat 5:15 de haber ajanslarına ve radyo verici merkezlerine bir açıklama gönderilerek, darbenin uygulanmaya sokulduğu açıklandı.
 
Sözün özü:
1936 Temmuz’unda başlayan iç savaş, 1 Nisan 1939 günü Cumhuriyet güçlerinin yenilgisiyle sonuçlandı.
Kimileri, İspanya iç savaşını "halk direnişinin bir destanı" olarak gördü.
Kimileri için ise iç savaş, "kızıl komünistlerle onlara destek olanlara" derslerinin verilmesiydi.
Ancak, gerçek olan, ‘uygarlığın beşiği’ Avrupa’da bir insanlık dramı, bir vahşetin yaşanmasıydı.
 
Demem şu ki:
Tarihçi Hugh Thomas’ın o günler için söylediği sözler, İspanya İç Savaşı’nı en iyi anlatan sözler:
"İspanya’yı bir fırtına bulutu kaplamıştı.
Bu felaketli karanlıkta, yüzyıllar ve kuşaklar boyu birikmiş kinler, anlaşmazlıklar, kavgalar doğal bir afet gibi kaynıyordu.
Bir kentin öbür kentten haberi yoktu.
Her kent kendi kavgasını, kendi alınyazısını yaşıyordu.
Şimdi sözkonusu olan; yalnızca iki İspanya değil, belki de ikibin İspanya idi."
 
Nitekim...
İç savaş, İspanya nüfusunun yüzde l0’dan fazlasının öldüğü, hapse atıldığı ya da sürgün edildiği bir sonla bitti.
Ülke yerle bir edilmiş, giderilmesi olanaksız acılar ve yeni kinler yaratılmış ve bir ulus ikiye değil, tarihçi Hugh Thomas’ın dediği gibi belki de iki bine bölünmüştü.
Yitirilen maddi servet hesap edilemiyordu.
İspanya, annesiz babasız çocukların, dul kadınların ve işçisiz fabrikaların ülkesi olmuştu.
 
Demem o ki:
İkinci Dünya Savaşı sonrası dahil hiçbir dönemde hesap sorulmayan Franko, 1975’deki ölümüne dek tam 36 yıl bir diktatör olarak İspanya’yı yönetti.
 
Demem şu ki:
Frankocu İspanya, ‘dünyanın özgür uluslarınca’ oluşturulduğu söylenen BM’e (1955), onun sanat ve kültür örgütü UNESCO’ya (1951) ve ‘demokratik’ ülkelerin katılabileceği Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne kabul edildi.
 
Sözün özü:
‘Uygar dünya’ (!), İspanya iç savaşını ve onun sonuçlarını adeta yok saydı.
Katkısı ve ilişkisi olduğu, bir ulusu tüketen bu pis savaşı belleklerden silmeye çalıştı.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.