SERMAYE - TARİKAT İLİŞKİLERİ ULUS DEVLETLERİ PARÇALIYOR

NURAY BAŞARAN

Eski yılın son günlerinde başladığımız ÇUKURAMBAR BORSASI yazılarımız derinleşerek 2019’da da devam edecek.

Yalnız yeni yılın ilk gününde;  ÇUKUARMBAR’IN EN ÖNEMLİ BORSASI:  FETÖ’den hareketle- en azından bir daha böyle kötü tecrübelerin yaşanmaması adına- ülkemizin bu duruma nasıl geldiğini ve bu yapılanmaların aslında ne olduğunu, neden bu yapılanmaların bizim gibi ülkelerde küresel güçler olarak yeşertildiğine bakmak gerekir diye düşündüm. Hatta daha ileri gidip önümüzdeki yıllar için olabilecek tehlikelere de ışık tutmak adına,  TARİKATLAR’ın ne olduğuna, nasıl kullanıldığına ve hedeflerine dair tespitlerimi paylaşarak yeni yılın il yazısını oluşturmanın faydalı olacağını düşündüm.

PEKİ,  ASLINDA NEDİR BU TARİKATLAR VE TEHLİKELER?

NEDEN MÜCADELE ETMELİYİZ?

NEDEN BU ‘BORSA’LARA DUR DEMELİYİZ?

VE ASLINDA NELER OLUYOR?

VE NASIL MÜCADELE EDİLİYOR?

20. yüzyıl,  imparatorlukların dağıldığı yerini ulus devletlerin aldığı tarihsel bir dönemdir. Bu süreç içerisinde Avrupa merkezli ulus devletler, tarih sahnesine çıkarken bugünün ulus devletleri oluşmuştur.

Bugün ise ulusların geride bırakılmaya çalışıldığını gösteren küreselci girişimcilerin siyaset sahnesindeki gündemi belirlediğini görüyoruz. Özellikle Türkiye’de görülen tarikat sermayesinin giderek her alanda şirketleşmesiyle,  kapitalist sistemin tarikatlar ile şirketler arasında geleceğe dönük birliktelik programına dönüştürülmeye çalışıldığı göze çarpmaktadır.

Devletler ile milletler bugün içi içe kaynaşmış vaziyettedir. Tarih sahnesinde önce uluslar çıkmış, sonra da uluslar kendi devletlerini kurmuşlardır. Bu yüzdendir ki,  bugünkü devletlerin ‘ulus devlet’ olarak dünya sahnesinde varlığını koruması kararını aldığının haftasında- başkentlerde gelinen noktada -devletler ve milletlerin birlikteliği küreselleşme sonrasında hem sarsılmış hem de tartışılmaya başlanmıştır.

Özellikle küresel şirketlerin büyük devletleri parçalama ve devletlerin kendi ekonomilerini  kontrol etme yetkilerini ele alma girişimleri noktasında,  devletler ve milletler arasındaki geçmişten gelen dayanışmayı sarstığı ve hem devletlerin gücünü, parçalar ve azaltırken milletleri de parçalama noktasına getirdiğini görüyoruz.

Bugün geldiğimiz noktada, - SSCB dağıldıktan sonra - siyasetin ana çelişkisi, sosyalizm- kapitalizm çelişkisi olmaktan çıkmış, küresel şirketler ve ulus devletler çelişkisine dönüşmüştür. Küresel şirketler,  bugün gelinen noktada önlerini açmak ve ulus devletlerin kendilerine yönelik sınırlayıcı kararlar almalarını önlemek,  vergileri indirmek ve serbest piyasa ekonomisi üzerinden istedikleri her şeyi her yerde yapabilmek özgürlüğü arayışları nedeniyle,  ulus devletlerin sınırlarını devlet düzenleri ve şirketler için aldıkları kararlar, çıkardıkları yasalarla şirketleri sınırlayan ilişkilerini  ortadan kaldırmaya çalıştıkları görülmektedir.

İşte burada şirketler,  devletlere karşı daha güçlü hareket etmek üzere devletlerin toplumsal tabanında var olan milletleri parçalayarak devletleri havada bırakmak ve o doğrultuda da,  havada kalan devletleri daha kolay çökertmek yollarını denemektedir..

Avrupa baharı…ve bunun gibi renkli devrim ve baharlar kılıfı yoluyla bu girişimler herkesin gözü önünde ve herkesi ‘kabul’ü alınarak yapılmaktadır da.

Bu durumda devletler ile milletler arasındaki ittifaka bugünkü dünya düzenini oluşturan devletler ile milletler arasındaki ittifaka karşı şirketler ile tarikatlar arasında yeni bir ittifak kurularak devreye sokulduğunu  da görüyoruz.

Küreselleşme süreci,  dünyanın geleceği için alternatif bir yeni dünya düzeni oluşturmayı hedeflediğinden dolayı,  bugün dünya haritasında yer alan ulus devletler ile beraber ulusların da dağıtılması, çökertilmesi ya da parçalanması hedeflenmektedir.

Küresel emperyalizm bugün yola devam etmek için tarikatları şirketleştirerek,  onlarla ortaklık yoluna gitmekte ve şirket kuran tarikatlar sermaye gurubu olarak ekonomik olarak devreye girmektedirler.

 Özellikle batının önde gelen tekelci şirketlerinin,  Asya ve Afrika ülkelerinde kendilerine bağlı alt kol şirketleri kurarken,  bu bölgelerde var olan cemaatleri esas aldığı, ve bu cemaatlerin üst yönetimi ile ortaklık oluşturacak şekilde de cemaatlerin şirketleşmesinin önünü açtığı ve bankacılık sistemi ile cemaat şirketlerini desteklediği görülmektedir.

Bu konuda en son Türkiye’de yaşanan cemaat olayı ise  bu durumun en açık örneklerinden birisidir. Camilerde örgütlenen bu cemaat,  daha sonra okullarla toplumsal tabana yayılmış,  okullardaki öğrencileri geleceğin kadroları yaparak bu kadrolar üzerinden 3. Dünya ülkelerinde kendilerine bağlı şirketleri kurmuşlardır.

Böylece ulus devletleri hedef alan tekelci şirketler, bu devletlerin ülkelerinde yaşayan dini cemaatleri kendilerine hem yoldaş,  hem de ortak olarak kazanırken bunların gücünden yararlanarak, eski ulus devletleri kendi siyasal çizgilerinde yönlendirmeye yönelmişlerdir.

Son yıllarda yaşadığımız çelişkilerin arkasında bu gibi gelişmelerin olduğu daha sonraki ortaya çıkan olaylar aracılığıyla kesinlik kazanmıştır.

Bu noktada artık ulus devletler için , - kendilerini korumak üzere- hem küresel şirketlere,  hem de ülkesel ya da bölgesel tarikatlara karşı açıkça karşı çıkmak ve bunlara karşı yürütülen mücadelede daha güçlü bir çizgide mücadele etme zorunluluğu gündeme gelmektedir.

Türkiye’deki sermaye çevreleri,  küreselleşme sürecinde uluslararası şirketlerin baskısı altında kaldıkları için küreselci tercihlere yakın hareket etmişler ve Dünya Ekonomik Forumu gibi uluslararası ekonomik kuruluşlarda küreselci şirketlerle ortak hareket etmişler ve onların çıkarları ve istekleri doğrultusunda gündeme gelen kararları destekleyerek,  kendi ülkelerinin ve ulus devletlerinin bu durumdan zarar görmesine dolaylı olarak destek vermişlerdir.

İşte bu gibi çelişkili durumlara artık ulus devletler alet olmamalı, ve ulus devletlerin yaratmış olduğu milli burjuvaziler,  kendi ulus devletleri ile birlikte kendi ulusal çıkarları doğrultusunda hareket etmelidir.

Küreselleşme sürecinde dış inisiyatife teslim olmak durumunda kalan sermaye şirketleri,  artık ülke ve devlet çıkarları doğrultusunda ulusal bir çizgiyi bilinçli olarak izlemelidirler.

Aksi takdirde tekelleşme süreci son hızla devam edecek,  Türkiye gibi orta boy ülkelerin şirketlerini de kapsayarak bu gibi şirketlerin küresel şirketlerin ülke ve bölge şubesi konumuna sürüklenmesine yol açacaktır.

Türkiye’nin  çok büyük holdinglerinin başında yer alan bir iş adamının başına gelenler- ve öylesine bir süreç içerisinde hayatını kaybetmesi - bütün dünya ülkeleri için olduğu kadar Türkiye için de anlamlı bir derstir!. Ulusal şirketler artık küresel tekellerin uydusu olmaktan vazgeçmeli, ülkenin çıkarları doğrultusunda yeni bir yapılanmaya gitmelidirler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.