REKLÂM

REKLÂM

Çidem Ergüvenç'in yeni yazısı...

Bugün anımsadığım kadarıyla eski reklâmlara değinmek istedim. Altmışlı yılların ikinci yarısında Cumartesi günleri Radyo 1’de “ajans”tan (O günlerde “haberler” yerine “ajans” denirdi.) hemen sonra bir reklâmlar dizisi yayınlanırdı. Dinlediklerimden bir tanesi bugüne kadar duyduğum en alâkasız reklâmdır. Küçük bir bilgi yarışması yapılır, bir soru sorulur, bilenler arasında ad çekilerek birinci ve ikince saptanırdı. Alâkasız yanı ise ödüller arasındaki orantısızlıktı. O günlerde kol saatleri bugünkü kadar harcıâlem olmadığı halde birinciye bir kol saati, ikinciye ise bir paket dudak çikleti armağan edilirdi. Besbelli çiklet reklâmı olsa gerek. Hep devamında “üçüncüye ise bir sıkımlık İpana” demelerinin gerektiğini düşünür kendi kendime gülerdim.

Aynı reklâm kuşağında “Uğurlugil Ailesi” dizisi de yayınlanırdı. Ailece keyifle dinler, bir sonraki haftayı kaçırmamağa özen gösterirdik. Öyle ki öğleden sonrası için yaptığımız programlarımızın saatlerini bile ona göre ayarlamaya çalışırdık. Anne, baba, kız evlât, erkek evlât ve bir Arap bacıdan oluşan bir aile idi Uğurlugiller. Seslendirmeleri Yıldız Kenter, Müşvik Kenter, Şükran Güngör, Çolpan İlhan ve Tevfik Gelenbe yaparlardı. Bugün herhangi bir radyoda yayınlansa yine ayni beğeni ile dinlenir sanırım. Bir de filmi yapıldı ama pek tutmadı.

Yetmişli yılların başında Jil çoraplarının reklâmı ünlendi. Eskiden hanımlar naylon çorapları kaçtı mı, (bir yere kaçtıklarını sanmayın yalnızca bir şeye takılırlarsa boydan boya akmaları kastedilirdi) çorap çekicilerine götürülür yeniden onarılırdı. Şimdilerde elli yaşın altında olanlar amma tuhaf meslekler varmış diye düşünmekte haklılar. Jil çorakları çıkınca kaçan çoraplarını onartan, yırtılmış naylon çoraplarıyla paspaslar ören hanımlara reklâmlar aracılığıyla bir öneri sunuldu: “Atın, atın; eskiyen çoraplarınızı atın, Jiiil geliyor”. Havalı olsun diye de Jil’i uzun söylerlerdi; tüketim toplumunun topuk sesleri. Hoş o zamanlar üretim de olurdu ya neyse.

Ondulin reklâmı vardı bir zamanlar, “göğü ısıtamazsınız” sloganı ile yayınlanırdı. Çatıları ondulin ile kaplayıp ısı yalıtımı sağlanması önerilirdi.

Çok güzel reklâmlardan bir de Efes Pilsen reklâmlarıydı. Sanırım Mete Sezer’in canlandırdığını “Açacak Bu Kapağı Açacak” ve “Bira bu Kapağın Altındadır” reklâmlarını hâlâ gülümseyerek anımsıyoruz. Şimdilerde bira ya da diğer alkollü içki reklâmlarına neden bilmem hiç rastlayamıyoruz; ama her işte bir hayır vardır. Kimde içki içecek para ve/veya keyif kaldı. Dertten içenler de artık başlarının çaresine baksın. İnsanlar boşuna imrendirilmemeli; hoş bilen bildiğini okuyor, evinde bu içkilerin sahtelerini üretiyor. Ölen ölür, kalan sağlar..zındıktır. Ölenlere hayat pahalığı kurbanları diyecek değiliz herhalde!

Temizlik malzemelerinin reklâmları da bazen uzun süre akılda kalabiliyor. Vim, Fay falan. Ama şu anda, bestelenerek söylemiş olan mintaks reklâmı dilime geldi, “mintaksla a canım mintaksla”. Elektriksiz yer süpürgesi “gırgır”, elektrikli, torbalı yer süpürgesi Hoover, “Ho, Ho, ho hover, süpürür döver, her yeri temizleyen Hover, hover, hover” diye şarkıyla tanıtılırdı. Yine aynı markanın merdaneli çamaşır makinesi de hem reklâmları çok fazla yapılan hem de her ikisi de çocukluğumuzda, yetişme çağlarımızda hepimizin anne-baba evlerinde mutluluk saçıp yaşamı kolaylaştıran araç gereçlerdi.

Radyo markaları, şeritli çift makaralı grundig teyp reklâmları gençleri çok heveslendirirdi.

Bir ara bir de Kola Turka reklâmı vardı. Gördüğüm en saçma reklâmdı, şöyle başlıyor, ekranda “New York’da Bir Morning” yazısı, adamın biri biraz dolaştıktan sonra bir bara gidiyor. Yarı Türkçe yarı İngilizce, tuhaf bir sohbetten sonra Kola Turka içiyor ve saçmalıklar birbirini kovalıyor. Ne reklâm tuttu bildiğim kadarıyla ne de bu içecek. Hiç tatmadığım için lezzeti hakkında bir bilgim yok.

Hiç unutamadığım reklâmlardan biri de çokomilk reklâmı, kime ne sorulsa sorulsun yanıt çokomilk. Nedeni belli “çokomilk, hiç aklımdan çıkmıyor ki”. Bir trafik kazasında yitirdiğim Beldan ablam benim çokomilkim oldu, o da benim hiç aklımdan çıkmıyor.

Uzun yıllardan beri izlediğimiz Arçelik, Cocacola ve benzeri reklâmlara girersem bu yaz hiç bitmez.

Yoksul insanların izlediği saatlerde yapılan iştah açıcı sucuk, pastırma, salam, soslu makarnalar, pahalı içecekler reklâmlarının acımasızlığına daha önceki yazılarımda zaten değinmiştim.

Ramazan aylarında iftar veya sahurluk yiyeceklerine de aynı nedenle değinmeyeceğim. Ama yağda yumurta tanıtımı bile insanları, “neydi o güzel günler” diye düşündürüyor ya, artık sözün bittiği yerdeyiz.

Reklâmlar zekâ ürünü olmalı, akıllıca işlenmelidir.

Doğal olarak çeşitli firmalar da kendi reklâmlarını yapıyor. Epey önce bir şirket sahibi, firmasının reklâmını yaparken kendisinin bir hesap, kitap adamı olduğunu ve şirketindeki tüm çalışanların onun ayak izlerinden ilerlediğini söyleyerek tanıtımını yaptı. Güven ve destek istedi. Herkes inandı ve gereken desteği gözü kapalı verdi. Ne mi oldu? Desteği verenler de vermeyenler de ağızlarını havaya açtı.

Reklâmın kötüsü olmaz ama reklâmı yapılan şeylerin pek âlâ kötüsü olabilir.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler