Cüneyt Şaşmaz
Laiklik: Atatürk’ün Kalkanından Jakoben Tuzağa!
Türkiye'de Laiklik ve/veya Yanlış Anlaşılan Miras ve İleriye Dönük Bir Yol?!
...
"Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir."
Mustafa Kemal Atatürk
...
Türkiye Cumhuriyeti'nin temel taşlarından biri olan laiklik, Mustafa Kemal Atatürk'ün vizyonunun bir yansımasıdır.
Ancak bu ilke, Türkiye'nin siyasi ve toplumsal tartışmalarında en çok yanlış anlaşılan ve kötüye kullanılan kavramlardan biri olmaya devam ediyor.
Laiklik, din karşıtlığı değil, ulusal egemenliği koruyan, birliği güçlendiren ve eşitlikçi bir devlet yapısını garanti eden bir çerçevedir.
Bugün, bu ilkenin mirasını yeniden değerlendirerek, çarpıtmalarını düzeltmenin ve Türkiye'nin eşsiz kültürel dokusuna uygun, kapsayıcı bir anlayışa ulaşmanın zamanı geldi.
Atatürk’ün Laikliği: Bir Kalkan, Kılıç Değil
Mustafa Kemal Atatürk, ne dinsizdi ne de Batının kör bir taklitçisi oldu.
Sovyet devrimcisi değil, Fransız Devrimi'nin bireysel özgürlük ve devlet tarafsızlığı ilkelerinden ilham alan, ancak Türkiye'nin gerçeklerine özgü bir liderdi.
Genç Cumhuriyet, emperyalist tehditlerle karşı karşıya kaldığında, Atatürk'ün laikliği, dış güçlerin manipüle ettiği gerici hareketlere karşı bir kalkan olarak ortaya çıktı.
Şeyh Said isyanı gibi olaylar, yabancı istihbaratın din kisvesi altında Türkiye'yi bölmeye çalıştığını gösterdi.
Atatürk'ün amacı, İslam'ı yok etmek değil, devleti bu tür tehditlerden korumaktı.
Atatürk'ün vizyonu, İslam'ı kültürel ve manevi bir güç olarak saygıyla karşılayan, ancak devletin tarafsızlığını ve birliğini koruyan bir laiklikti.
Misal, Suriye için "tam bağımsız bir Müslüman Suriye Cumhuriyeti" istediğini belirtmiş, ancak Lübnan'da Fransızlar tarafından yarı-Hıristiyan bir devlet yaratılmasına karşı çıkmıştı.
Sadabad Paktı (İran, Irak, Afganistan) ve Balkan Paktı, Osmanlı hinterlandındaki halkları modern, laik bir çerçevede birleştirme çabasını yansıtıyordu.
Atatürk'ün hedefi, teokratik bir yönetim değil, bağımsız devletlerin konfederasyonu idi.
Çarpıtma: Laikliğin Yanlış Yorumu
Ne yazık ki, Atatürk'ün vefatından sonra, özellikle İsmet İnönü döneminde, laiklik yanlış bir yoruma tabi tutuldu.
1937'de anayasaya giren laiklik, parti tüzüğünden çıkarılıp bir devlet ideolojisi gibi sunuldu.
Bu süreçte, "Atatürkçülük" adı altında, Atatürk'ün özgürlükçü ve birleştirici vizyonu yerine, jakoben ve dışlayıcı bir anlayış yerleşti.
Bu yanlış yorum, İslam'ı devlete karşı bir tehdit gibi gören ve dindar kesimleri ötekileştiren bir zihniyeti körükledi.
Misal, 1950'lerde radyolarda Mevlid okunması tartışmaları, laikliğin din karşıtlığı gibi algılanmasına yol açtı.
Oysa aynı dönemde Fransa'da, laik bir devlet olmasına rağmen, Katolik, Protestan ve Yahudi ayinleri radyolarda yayınlanıyordu.
Bu çarpıtma, laikliği bir "güven bunalımı" aracı haline getirdi.
Dindar kesimler, devletin kendilerine karşı konumlandığını hissetti.
Bu algı, suikastlar ve provokasyonlarla (Uğur Mumcu, Bahriye Üçok gibi) daha da derinleştirildi.
Kitleler, "Kahrolsun şeriat!" sloganlarıyla sokaklara dökülürken, asıl hedefin Türkiye'nin birliğini zedelemek olduğu fark edilmedi.
Bu süreç, "derin devlet" söylemiyle üniter devlete saldıranların ekmeğine yağ sürdü.
Gerçek Tehlike: Laiklik mi, İslam mı?!
Türkiye'de laiklik tartışmaları, genellikle "Laiklik mi, İslam mı?" gibi sahte bir ikilem üzerinden yürütülüyor.
Bu, hem laikliğe hem de İslam'a zarar veriyor.
Atatürk'ün "irtica" kavramı, Şeyh Said isyanı gibi dış destekli, din kisvesi altında devleti hedef alan hareketlere yönelikti; dindar halka değil.
İstiklal Mahkemeleri, yalnızca isyan durumlarında devreye girerdi.
Ancak, İnönü sonrası dönemde, bu kavram genişletilerek dindar kesimleri dışlamak için kullanıldı.
Bu, toplumda fay hatları oluşturdu ve devleti "seçkinler egemenliği"ne dönüştürdü.
Batı'daki laiklik, Hıristiyanlık ile devlet arasındaki çatışmalardan doğdu.
Türkiye’de ise böyle bir tarihsel zemin yok.
İslam'da ruhban sınıfı bulunmadığından, din-devlet çatışması Osmanlı'da yaşanmadı.
Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş Veli gibi figürler, Türk İslam'ının tasavvufi ruhunu yansıtır ve laiklik için tehdit değil, zenginliktir.
Ancak, Fransız tipi jakoben laiklik, Türk halkıyla "doku uyuşmazlığı" yarattı.
Bu uyuşmazlık, toplumun bir kesimini "ötekileştirirken", cemaat arayışlarına ve dış güçlerin manipülasyonuna zemin hazırladı.
Çözüm: Üniter Devlete Dayalı Laiklik
Laiklik, Türkiye'de bir tuzak olmaktan çıkarılmalı; devlet ile millet arasında güven bunalımı yaratmamalı.
İlber Ortaylı'nın dediği gibi, laiklik, "bütün vatandaşların eşit koşullarda bağlı olduğu tekli bir yönetim düzeni ve hukuk mevzuatı" demektir.
Bu, üniter devletin temelidir.
Osmanlı, farklı din ve mezhepleri bir arada yaşatırken, bu eşitlik ilkesine dayanıyordu.
Bugün de laiklik, din ve vicdan özgürlüğünü garanti etmeli, ancak hiçbir gruba ayrıcalık tanımamalı.
Çözüm, Turgut Özal'ın "fikri hür, vicdanı hür, teşebbüsü hür" Türkiye hayalini gerçekleştirmekte yatıyor.
Fransız tipi jakoben laiklik yerine, Osmanlı'nın çoğulcu mirasından ilham alan, ABD tarzı özgürlükçü bir laiklik anlayışına geçilmeli.
Bu, dindar kesimleri dışlamadan, devletin tarafsızlığını koruyan bir modeldir.
İslam, Allah ile kul arasında aracı kabul etmeyen bir din olarak, zaten bu özgürlükçü anlayışla uyumludur.
Atatürk'ün Mirasını Doğru Anlamak
Atatürk, ne dinsizdi ne de İslam karşıtıydı.
Onun "irtica" uyarısı, dış güçlerin din kisvesi altında devleti tehdit etmesine yönelikti.
Türk Silahlı Kuvvetleri, "Peygamber Ocağı" olarak, "Allah Allah" nidalarıyla vatanı savunur; laiklik ise bu inancın özündeki "Allah ile kul arasına kimseyi sokmama" ilkesinin yansımasıdır.
Atatürk'ü bir tabu ya da mit haline getirmek, onun insani yönlerini ve özgürlükçü vizyonunu gölgeler.
1580 Sayılı Koruma Kanunu gibi yasaklarla değil, açık tartışma ve arşivlerin şeffaflığı ile gerçekler ortaya konmalı.
Türkiye, laiklik tartışmalarını bir tuzak olmaktan çıkararak, üniter devlet ve millet yapısını güçlendirmeli.
Ezcümle:
Atatürk'ün dediği gibi, "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir."
Bu ilim, sadece bilim değil, medeniyet kurucu bir irfandır.
Türk Milleti, hem Kur'an-ı Kerim'in ilahi rehberliğine hem de Nutuk'un beşeri yol haritasına sahip çıkarak, ne İslamofobi ne de laikofobi tuzağına düşmelidir.
Büyük devletler ligindeki yerimizi almak için, devlet-millet el ele, "huzur"u yeniden inşa etmeliyiz.
Cüneyt Şaşmaz
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.