Kırlarda çiçekler artık bensiz açacak

Kırlarda çiçekler artık bensiz açacak

Abdurrahman Cahit Zarifoğlu 7 Haziran 1987 tarihinde Ankara'da vefat etti.

Cahit Zarifoğlu’nu kendi dilinden tanıyalım;

“1940’ta Ankara’da doğdum. Rahmetli babam hakimdi. Bu vesile ile çocukluğum Güneydoğu’da geçti. İlkokula Siverek’te başladım. Maraş ve Ankara’da bitirdim. Ortaokula ise Kızılcahamam’da başladım, liseyi Maraş’ta tamamladım. Aslen Maraşlıyım.

Ceddimiz 300 yıl kadar önce Kafkasya’dan Maraş’a gelip yerleşmişler. Bunlar üç kardeşmiş ve içlerinden birinin adı Zarif’miş. İşte bizim aile bu Kafkasyalı Zarif’ten geliyor. Daha çok bu sebeple olacak Kafkasya’yı çok seviyorum.

Edebiyata lise yıllarında şiir ve kompozisyonlar yazarak başladım. Usta hikayeci Rasim Özdenören, şair Erdem Beyazıt, şair Alaaddin Özdenören ile aynı sıralarda okuduk. Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatını bitirdim. Öğrenciliğim sırasında çalışmak zorundaydım. Muhtelif gazetelerde sayfa sekreteri olarak çalıştım. Bu yüzden tahsilim biraz ağır aksak ilerledi. Bütün bunlar zarfında vazgeçmediğim, değişmeyen, istikrarlı bir yönüm vardı, o da şairliğim ve yazarlığımdı.

Bir yerde çok titiz bir insanım,bir bakıma da hiç titiz değilim. Görünüşte bir düzensizlik içindiyim,ama her şey zihnimde benim de şaştığm bir disiplin ve düzen içindedir. Şu masanın halini görüyorsun. Çekmecelerde öyle. Ama söyleyin bir şey onu gözüm kapalı çıkarayım. Hayatımda öyle. Bir telaş içinde parçalanmış gibiyim. Ama saati saatine proğramlanmışımdır. Şiiri de ne zaman yazacağımı bilmiyorum. Memur gibi. Durum öyle gerektiriyor.

zariff.png

Sezai Karakoç Ağabeyin yayınladığı Diriliş Dergisinde şiirlerim yayınlandı. Ağabeyin sohbetlerinden ve yazdıklarından çok şeyler öğrendik. Her anlamda bizim hocamızdı. Yetişmemizde çok büyük faydası oldu. Sonra Nuri Pakdil ve arkadaşlarının yayınladığı Edebiyat dergisinde yazdım. 1976’dan itibaren ise ben, Erdem Beyazıt, Rasim Özdenören, Akif İnan ve Nazif Gürdoğan’nın kurucuları olduğu Mavera dergisinde şiirlerim, bir-iki hikayem, senaryo çalışmalarım, günlüklerim ve “Okuyucularla” ismini verdiğimiz sohbetlerim yayınlandı. Bir kaç yıldan beri ise roman çalışıyorum. Bunlardan ilki Savaş Ritimleri 1985’te yayınlandı. Ayrıca çocuk edebiyatı dalında kitaplar yazdım.” (*)

Değişik dönemlerde ilkokul öğretmen vekilliği ve Almanca öğretmenliği yapan Cahit Zarifoğlu, 1976’dan itibaren TRT Genel Müdürlüğü’nde mütercim sekreter olarak görev aldı. Farklı gazete ve dergilerde yazıları yayımlandı. Mavera Dergisi’ni arkadaşlarıyla birlikte yayımladı. Zaman Gazetesi (eski) ve Mavera Dergisi’nde ‘Okuyucularla’ başlığıyla hayli ilgi toplayan ve bir ‘mektep’ özelliği taşıyan sohbet köşelerini düzenledi. 1983’te TRT İstanbul Radyosu’nda görev aldı. Radyo oyunları yazdı. 1984’te Türkiye Yazarlar Birliği Çocuk Edebiyatı Ödülü’nü alan Zarifoğlu, 07 Haziran 1987’de Yâr’ine kavuştu. Kabri Beylerbeyi’ndeki Küplüce Mezarlığı’ndadır.

(*) Sohbet, Olcay Yazıcı, Türkiye, 10 Mayıs 1986

zarif.jpg

ESERLERİ:

Şiir
Şiirler
İşaret Çocukları
Yedi Güzel Adam
Menziller
Korku ve Yakarış

Hikâye
Mahalle Kavgası
Hikâyeler

Çocuk Hikâyesi
Serçekuş
Katıraslan
Ağaçkakanlar
Yürekdede ile Padişah
Küçük Şehzade
Derya
Kuşların Dili

Çocuk Şiiri
Gülücük
Ağaç Okul

Roman
Bir Değirmendir Bu Dünya
Zengin Hayaller Peşinde

Tiyatro
Sütçü İmam

Araştırma
Rilke’nin Romanında Motifler

Cahit Zarifoğlu’nun şiiri bunca anlaşılmaz, kapalı ya da zor anlaşılır bulunmasına rağmen, şimdiye kadar hiçbir aklı başında şiir okuyucusu (eleştirmen ya da okuyucu olarak) bu şiiri reddetmek, yok saymak cesaretini gösterememiştir. Çünkü elindeki metinler, anlaşılması zor da olsa daima değerli bir ürün olarak görülmüştür.

Rasim Özdenören

Cahit Zarifoğlu bir gün keşfedilecek özel bir adadır.

Enis Batur

Zarifoğlu’nun şiiri başlangıçta benimkiyle Sezai Karakoç’unki arasında kendine yer arar. O ara bana daha da yakın olduğunu söyleyebilirim. Giderek kendini buldu. İsimler sözlüklerinde ve ansiklopedilerde onun “gizemci” olduğunu kesin biçimde söylenir. Bence o kadar değil, ya da Zarifoğlu’nun ayırıcı özelliği orada değil. İşaret onda aynı zamanda sorudur. Maraşlı delikanlı tavrını hiç bırakmaması, onun bir inatçıdan çok, bir afiye, bir gösteriye ilişkin olmasından kaynaklanıyordu. Mahallesini çok seven ve oradan gelen dayanışma duygusunu bir silah gibi de görmeye başlayan çocuk. Zarifoğlu’nun şiirinde çok şey serüven duygusundan doğmuştur. (…) Evet, bir ‘kabala’ var Zarifoğlu’nun şiirinde. Ama cinlerle içli dışlı olmayan bir kabala, bir çeşit yazgı pokerine yönelmiş.

Ece Ayhan’a sordum, ona göre “Cahit Zarifoğlu” şiirde yapı sorunun en iyi kavramış bu konuda örnek gösterilebilecek sanatçılardan biri. Kolsuz Bir Hattat’ta da ayrıca belirtmiş bunu.

Cemal Süreya

Cahit’te çok sık görürüz anlatılmaz olanı, çok değişik, belki şiire hiçbir zaman malzeme olmayacak diye düşündüğüm kelimelerle öyle bir ifade eder ki, tam şiiri orda yakalar. Hemen somutlaştırıverir o soyut şeyi. Yine naçizane görüşümü belirteyim; Cahit Zarifoğlu o hale gelmişti ki, kendi dünyası içinde bir şiir dili kurmuştu ve bunu çok iyi kullanırdı. Yani şiire, o anlatılmaz olana ait bir durum çıktığı zaman, bir algılama olduğu zaman onu hemen anında şiire döküverirdi.

Erdem Bayazıt

Cahit Zarifoğlu, şiirleriyle bir dil tadı getiren, bu dil tadı da hayata verdiği cevapları yaşadığı dönemin birey duyarlığını temsil edici bir şair-insan olmasından da gelen, ana karakter olarak natüralist bir mantığı olan bir şairdir. Hayatı idare eden sır bütününü fark edişi ve onu arayışı, onun şiiri ve düz yazılarında metafizik bir edayı da yer yer kazandırıyor. O da karmaşık (ama yer yer karışıklık da) poetizm içinde pürist tutumlu bir sanatçıdır.

Kâmil Eşfak Berki

Cahit Zarifoğlu, çağın en büyük problemi olan insan problemine doğru çözümler öneren, insanı, insana yakışır bir konuma koyan bu iki sanatçıyı, (N.Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç) kendi önünde izlenebilir sanatçılar olarak bulunur. Ama bu iki sanatçıyı taklit etmez. Bu anlamda değil onun izleyiciliği. Başka başka vadilerde yazan bu iki sanatçının dışında. Zarifoğlu’nun sanatı bir üçüncü vadidir. Kendi sesi ve kendi imkanlarıyla ortaya konmuş, orjinal bir sanattır.

Mehmet Karaman

Cahit Zarifoğlu’na ait hangi metin olursa olsun, O’nun dünyasına, bir iklime geçer gibi girersiniz. Yeni bir iklime girmenin ne gibi etkileri oluyorsa, nasıl değiştiriyorsa insanı öylece değiştirirsiniz. Zarifoğlu’nun anlatımından gelen, ondan alınan bir tat vardır. Bu tat, her lokantada bulunan yemeklerin tadı değildir. Yalnız O’nda yapılan, başka yerlerde bulunması mümkün  olmayan özel bir yemeği yemeye gider gibi gidilir onun anlatımına. Zarifoğlu’nun anlatımı için olay sözcüğünü kullanmıştım. Bu anlatım küçük fakat önemli bir olayın gerçekleşmesi gibi (mesela bir gülün açması) duyumsanır. Dil dediğimiz genel atmosferin içinde adım adım beliren, ortaya çıkan, sarsıcı ve değiştirici bir serüven gibi yaşanır onun anlatımı.

Alim Kahraman

Şiirlerinde geniş boyutlarda, özellikle madde ve ruh çatışması, Batı diktasına karşı Doğu protestosu gibi temaları işlediği görülüyor.

Behçet Necatigil

Merhum Cahit Zarifoğlu’nun ‘camiamız’ tarafından çoğunlukla karmaşık ve anlaşılmaz bulunan şiirlerini deşifre etmemize yarayacak ve ‘günlük’ dile tercüme etmemizi sağlayacak bir metnin varlığı, Mısır hiyerogliflerini böyle bir metin yardımıyla çözen adam kadar bizi heyecanlandırabilirdi. Çünkü, diye düşünürdük, bu kadar anlaşılmaz şiirleri bir kez çözersek, artık şu modern şiir denen bilmeceyi bütünüyle halletmemiz işten bile değildir. Öyle zannediyorum ki merhum Cahit Zarifoğlu da şiirlerinin neden bu kadar karmaşık ve anlaşılmaz olduğu yolunda kendisine yöneltilen sorulardan hep gizli bir rahatsızlık duymuştu, ama şiirlerini açıklamanın değil, belki açımlamanın mümkün olduğuna inanıyordu ve bir şiiri açımlamanın şiire en yakın yolunun yeni şiirler yazmak olduğuna kanaat getirmiş olmalıydı.

İlhan Kutluer

Zarifoğlu’nun şiirlerinde kullandığı sezgi yönetimi çocuk kitaplarına da yansır. Bilinçaltındaki bağlantılar reel olaylarla çakışınca, fantezi ile olağanüstü, gerçekler dünyası ile hayaller dünyası bir arada sihirli bir dünyanın kapılarını aralar. Kendine göre tahayyül ettiği, kendisinin müşahede ettiği -yaşadığı demek daha uygun olabilir- dünyayı resimlemekten kaçınmaz. Bir kelimenin peşinde hiç yorulmadan dolaşarak projeksiyon görevini yerine getirir.

Mustafa Ruhi Şirin

Cahit Zarifoğlu’nun sanatında hayatın ve ölümün, aşkın ve şehvetin, inanmanın ve inkarın, teslim olmanın ve isyanın, insanın iç dünyasının ve doğanın ve doğal olan vb. antinomi, çatışkı ve karşıtların nasıl birbirlerini bütünledikleri bir olağanüstü denecek çağrışımda anlatılır. Ayrıca kendiliklerinden bütün olan şeyler, onun şiirinde adeta temel göreviyle yükselirler. Çocuk ve çocukluk, kadın, baba ve anne, tabiat ve dağ çoğunlukla yalın ortamda kurulurken, çoğunlukla da mecazi anlamın kavranılmalarında belirleyici öğelere dönüşürler. İşaret Çocukları’ndan Korku ve Yakarış’a uzanan şiir çizgisi bunlarla oluşurken; düzyazıları Yaşamak, İns ve öteki eserlerde de bunun yankısı oylumlu bir şekilde ortaya konulur. Onun için Cahit Zarifoğlu’nun sanatı hayatın üstüne çakışır. Bütünlüğü de burada: Sanat hayata tekaddüm ederek onun anlamını açıklar.

İsmail Kıllıoğlu

Türkçe’de hem ahenge ulaşmak hem de duygu iletişimini sağlamanın belki de en çetin bir şairlik görevi olduğu günümüzde, bir de buna ‘avucunda kor tutmayı’ eklemişti. ‘Hâl’ini iyiye doğru sürekli yüceltirken, ‘şiir’ni de yeni ‘hâl’ine uydurma savaşında idi.

Prof. Dr. Hüseyin Hatemi

Aşkla şehvet, veliyle zerdüşt, sevgiliyle fahişe, varlıkla yokluk, zaman ve ölüm, geçmiş ve gelecek arasında zikzaklar çizip durur şair. Birinden ötekine gidip gelir. Bir arayış içinde midir acaba? Yer yer trajik deyişlere ulaşan bir içlilikle topyekûn varlığın türküsünü söylemek ister gibidir. Açlık, varoluş, aşk, zaman, savaş hep iç içe örgütlenmiştir, bu şiirlerde.

Rasim Özdenören

Cahit Zarifoğlu, Yeni Türk Edebiyatı’nın çok güçlü şairlerinden biri olmasına rağmen, oldukça alçakgönüllü, ve son derece uyumlu bir insandı. Dolaştığı yerlerde, değişik renkten ve ırktan binlerce kişiyle dost olmuştu. O, binlerce insan, onca ülke ve milyonlarca ayrıntı arasında, değişmeyen ve zamanla değişmeyecek olanı yakalamıştı. Milyonlarca ayrıntı arasında, değişmeyen ve zamanla değişmeyeni kavramanın verdiği güçle daha bir doğurgan ve zengin bir şiir ırmağı olmuştu. İçinde bir yer altı ırmağı gibi taşıdığı şiir, değişik iklimlerde daha bir saflık ve daha güç kazanmıştı.

Ersin Gürdoğan

Kendinden sonra yazmaya başlayan genç Müslüman şairlere hangi özellikleriyle yol göstermiş olursa olsun, ondan sonrakiler onda ders alınacak bir taraf bulacaklardır. Hem şiirin kendisine mahsus kaliteleri bakımından, hem Müslüman bir şairin dünya hayatındaki temayülleri bakımından.

İsmet Özel

Cahit Zarifoğlu’nun şiirini ve düzyazısını o uzaklık, ayrılık gayrılık içinde ancka kendi uzlet köşemden izleyebiliyordum. Kamplaşma havasında kendine yer bulamayacak bu ince şiir, kapalı ama mutlaka sanatkârca düzyazı kendine özgü değerlerini daima korudu. Kapalılık gitgide içe kapanış, konuma dönüşmüştür. Besbelli yalnızlık. Zaman zaman İbsen’in kaygılı ferdiyetini, zaman zaman Rilke’nin haykırışının anımsatan, yaşamı ve ölümü bir sorgu gibi karşımıza çıkaran Cahit Zarifoğlu şiiri, bir gün, çok daha aydınlık bir ortamda acısını asıl okuruna iletebilecektir.

Selim İleri

Adını duyardım ama şiirleriyle ilk kez Cemal Süreya’nın Papirüs dergisinde karşılaştım. “Ağartı”ydı şiirin adı (Papirüs, sayı 3, 1966): “Sevgililer yüzüne karşılık geldim/ kaygı bağırdı yüzümde” dizeleriyle başlıyor. İkinci Yeni’ni, anlamı imgeler, çağrışımlar düzeyinde yakalamayı ve yeni bir şiir dili yaratmayı amaçlayan şiirsel eylemini başarılı bir biçimde sürdürüyordu.

Atilla Özkırımlı

Daha ilk şiirlerinde adeta ortasından yakalayarak, kendi sesini bulan bir şairin öteki şairlerle ilgisini kurmak biraz güçtür. Ama şiirinde ve hayata bakışlarındaki ‘acı’ unsuru ile Turgut Uyar’la benzerlik gösterir. Toplumsal sorumluluk duygusu içinde, içten içe biçimlenen kişiliğinde ise Sezai Karakoç’un büyük etkisi vardır. Bu etki, onun aile-içi kasabalı ve şehirli değerlere güvenle yaklaşmasını sağlamıştır.

Ebubekir Eroğlu

Cahit Zarifoğlu’nun şiirinde, benim hissedebildiğim kadarıyla, insanın bedeni üzerine düşünmesi var. Daha doğrusu kendi bedenini şiirinde hissetmesi var.

Nâbi Avcı

Aslında Cahit’in şiirleriyle İkinci Yeni diye bilinen şairlerin şiirleri incelendiğinde, ve illa bir etkileşme söz konusu edilmek istendiğinde ben Cahit’in şiirlerinin kendisinden önce gelenler etkilediğini iddia edeceğim.

Rasim Özdenören

Kanaatimce Cahit’in şiiri belli bir kalıp içerisinde hemen formüle edilebilecek, anlatılabilecek bir hüviyet taşımıyor. Cahit, eski tabirle şair-i maderzat, anadan doğma şair idi ve (Nabi Avcı’nın da ifade ettiği gibi) bir kültürden gelmiyordu. Tanpınar veya üstad Necip Fazıl gibi şairlerin şiirlerinden söz ederken bazı ekolleri söz konusu etme zorunluluğu var, bütün sanatçılar için bu söz konusu. Fakat Cahit için bunu söyleyemiyoruz. Cahit’in şiir özelliklerini madde madde çıkaramayız. Çünkü o çıkaracağımız liste eksiktir. İşte Cahit’in şu özelliği vardır deriz, ama bir bakarız ki onun tam zıdd-ı kâmili, mefhum-u  muhalifi bir özellik bizim gözümüzden kaçmış. Kendine özgü bir kişiydi, kendine özgü bir şiir kurgusu, bir şiir algısı vardı. Çağdaş şairlerden hiçbirisi ile benzerlik ifade eden yanı yoktu. Geçmişlerde Cahit’i müjdeleyen bir işaret göremiyoruz. Bazı yabancı dilleri bilirdi ama yabancılardan da etkilenmediğini biliyoruz. Diyebiliriz ki, Cahit, şiirimizin son dönemdeki dahisidir.

Akif İnan

Baştan beri Cahit Zarifoğlu’nun şiiri, geniş açılı bir fotoğraf makinası gibi geniş bir alanı kucaklar. Zengin bir kaynağa sahiptir. Dünyamızdaki küçük sesleri bile alabilen hassas bir anten gibidir. Bu durumu Zarifoğlu’nun yapısından, davranış biçiminden ve kişiliğinden kaynaklanan bir olgu olarak da değerlendirebiliriz. Her şeye ve her olaya karşı duyarlığını ortaya koyabilmektedir.

Böylesine zengin olan iç dünyasını şiir olarak ortaya koyarken, hep buzlu camların arkasına gizlenir, hep flu görüntülerle ipucu verip gerçek okuyucusunu bulmanın peşindedir sanki. Onun okuyucusu olmak, bir bakıma belli bir okuyucu arasından seçilmiş olmayı gerektirir. Bu zorluğu aştınız mı, sizi ses, renk, ışık ve sözün en olgun ürünlerinin beklediğinden emin olabilirsiniz. Ancak, şiirin kendini kolay teslim etmediğini de unutmamak gerekir. Kendisi şair olarak birçok zorluğu göğüslemeye hazır ve talip olduktan sonra okuyucusunu zora koşması da tabiidir.

Cumali Ünaldı

Cahit kadar kendisini şiirle özdeşleştirmiş başka bir şaire rastlamak çok güçtür. Şiirin kapalı olduğuna, anlaşılmadığına bir çok protestolar, itirazlar olmuştur. Ben bu noktada şöyle bir düşünceye sahibim: Cahit, insanın kaderini, yalnızlığını, faniliğini, ölümünü, varoluşunun anlamını veya anlamsızlığını hiç felsefi spekülasyonlara kaçmaksızın bir şiir diliyle yansıtmasını bilen bir şairdir. Şiirin kapalı oluşunu ben buna bağlıyorum. Doğayı nicel olarak değil, nitel olarak gözleyen bir insandı. Yani münasebetler halinde değil de, doğanın arkasına nüfuz etmesini bilen bir insandı. Dolayısıyla bu şiir kendiliğinden bir anlaşılmazlığı da beraberinde getirmek zorundaydı. O hür bir şairdi, yaşantısıyla da hür bir insandı.

Alaeddin Özdenören

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler