
Kıbrıs Barış Harekatı'nın 51. Yılında Türk Hükümetlerinin Tutumu?!
Bugün aslında dündü... 20 Temmuz 1974, Kıbrıslı Türklerin soykırımdan kurtuluşunun, Türkiye'nin jeopolitik kararlılığının tarihe altın harflerle yazıldığı gündür.
Bugün aslında dündü...
20 Temmuz 1974, Kıbrıslı Türklerin soykırımdan kurtuluşunun, Türkiye'nin jeopolitik kararlılığının tarihe altın harflerle yazıldığı gündür.
Rumların Enosis hayaliyle binlerce Türk'ü katlederek adayı Yunanistan'a ilhak etme planlarına karşı, Türkiye'nin garantörlük hakkını kullanarak gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekatı'nın 51. yıl dönümünü anıyoruz.
Öncelikle...
Bu makalede, harekatın bilinen ve bilinmeyen yönlerini, perde arkasındaki oyunları, Türk hükümetlerinin 1974'ten bugüne dış baskılara karşı tutumlarını, katkılarını ve tartışmalı "ihanet" iddialarını, bir stratejist gözüyle analiz edeceğiz.
Hal Böyleyken...
İşte tarihsel "Arka Plan" ve "Harekatın Kökenleri"!
...
Nitekim...
Kıbrıs, Osmanlı'nın 1571'deki fethinden 1878'de İngilizlere kiralanmasına, oradan 1960'ta Zürih ve Londra Antlaşmaları'yla kurulan ortaklık devletine uzanan karmaşık bir yolculuğun merkezi.
Rumlar, bu anlaşmaları Enosis'e basamak gördü.
Yani?!
1963'teki "Kanlı Noel" katliamıyla Türkleri devlet yönetiminden dışladılar, Akritas Planı'yla soykırım hedeflerini açık ettiler.
15 Temmuz 1974'te, Yunan cuntasının desteğiyle EOKA-B lideri Nikos Sampson'ın Makarios'a karşı darbesi, Enosis'in son hamlesidir.
Hal böyleyken...
Türkiye, Bülent Ecevit liderliğinde, garantörlük hakkını kullanarak harekatı başlattı.
"Biz barış için gidiyoruz, yalnız Türklere değil, Rumlara da barış için" sözleriyle duyurulan operasyon, Kıbrıslı Türkleri kurtardı.
...
Demem o ki:
Öncelikle...
Birinci Harekat (20 Temmuz 1974), Girne'den Lefkoşa'ya uzanan bir kurtarma operasyonuyla adanın %3'ünü Türk kontrolüne aldı.
Kocatepe muhribinin yanlışlıkla batırılması gibi trajediler, koordinasyon eksikliklerini gösterdi.
Nitekim...
Cenevre Konferansı'nda Rumların uzlaşmazlığı, ikinci harekatı (14 Ağustos 1974) zorunlu kıldı.
"Ayşe Tatile Çıksın" parolası ile adanın %37'si Türk kontrolüne geçti.
Nüans?!
Perde arkasında, Soğuk Savaş dinamikleri hakimdi.
ABD, 1964 Johnson Mektubu'yla Türkiye'yi caydırmaya çalışmış, Türk-Yunan çatışmasının NATO'yu zayıflatacağından korkmuştu.
İngiltere'nin ortak müdahaleyi reddetmesi, Türkiye'yi yalnız bıraktı.
Rumların Enosis hedefi, Megalo İdea'nın bir parçası olarak Türkiye'yi Anadolu'ya hapsetmeyi amaçlıyordu.
Hasılı:
Harekat, Kıbrıslı Türkler için bir kurtuluş destanıydı.
TSK 498 şehit, 1.200 yaralı verirken, Kıbrıslı Türkler 70 mücahit, 270 sivil kayıp ve 1.000 yaralıyla bedel ödedi.
Rum-Yunan tarafı 4.000 ölü, 12.000 yaralıyla yenildi.
Yunanistan'da cunta çöktü, 1975'te Kıbrıs Türk Federe Devleti, 1983'te KKTC kuruldu.
Ancak KKTC, yalnızca Türkiye tarafından tanınıyor.
Yani?!
Harekat, 140.000-200.000 Rum’un kuzeyden güneye, 42.000-65.000 Türk’ün güneyden kuzeye göçüne yol açtı.
Uluslararası toplumun "işgal" söylemi, Türkiye'yi yaptırımlarla karşı karşıya bıraktı.
Demem şu ki:
1974-1980 döneminde, Ecevit ve Demirel hükümetleri, dış baskılara rağmen KKTC'nin temellerini atmak için kararlı adımlar attı.
ABD'nin 1975-1978 silah ambargosu, Türkiye'yi ekonomik ve askeri olarak zorlasa da, Ecevit'in "Kıbrıs davası milli davadır" duruşu, iç kamuoyunu birleştirdi.
Nitekim...
Demirel, 1970'lerin sonunda NATO ve ABD ile ilişkileri onarmaya çalışırken, Kıbrıs'ta Türk varlığını koruma politikasını sürdürdü.
Bu dönemde, dış baskılar (özellikle ABD ve Avrupa'dan gelen yaptırımlar) hükümetleri ekonomik olarak yıprattı, ancak "ihanet" olarak nitelenebilecek bir taviz görülmedi.
Nüans?!
Hal böyleyken...
1980'lerde, Kenan Evren liderliğindeki askeri yönetim, KKTC'nin 1983'te ilanını destekledi.
Ancak dış baskılar, özellikle BM ve AB'nin "işgal" söylemi, Türkiye'yi diplomatik olarak köşeye sıkıştırmaya çalıştı.
Turgut Özal'ın 1980'lerin sonundaki liberal politikaları, ekonomik açılımlarla Batı'yla ilişkileri yumuşatmayı hedefledi.
Demem o ki:
Özal, Kıbrıs'ta federasyon temelli çözümleri tartışmaya açarak esneklik gösterse de, bu yaklaşım bazı çevrelerde "taviz" olarak eleştirildi.
Nitekim...
Özal'ın "Birleşik Kıbrıs" fikri, Kıbrıslı Türklerin egemenlik haklarını koruma kaygısıyla çeliştiği için tepki çekti.
1990'larda, Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz hükümetleri, KKTC'yi desteklemeye devam etti.
Yani?!
Çiller'in sert milliyetçi söylemleri, dış baskılara karşı dirençli bir duruş sergilese de, ekonomik krizler ve iç politik çalkantılar, Kıbrıs meselesine odaklanmayı zorlaştırdı.
Nüans?!
Bu dönemde, AB'nin Güney Kıbrıs’ı 1990'da tek taraflı olarak "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak tanıma süreci, Türkiye'yi diplomatik olarak zora soktu.
Hükümetlerin bu süreci engelleyememesi, bazı kesimlerce "ihanet" olarak görüldü, ancak bu daha çok stratejik bir başarısızlık olarak değerlendirilmeli.
Demem şu ki:
Öncelikle...
2002'de AKP'nin iktidara gelmesiyle, Kıbrıs politikasında yeni bir dönem başladı.
Annan Planı (2004), AKP hükümetinin desteğiyle Türk tarafınca kabul edildi, ancak Rumlar tarafından reddedildi.
Hal böyleyken...
Bu süreç, Erdoğan'ın AB üyelik hedefleri doğrultusunda esnek bir yaklaşım sergilediği bir dönemdi.
Bazı çevreler, Annan Planı'nı "Kıbrıslı Türklerin egemenlik haklarına zarar verebilecek bir taviz" olarak gördü ve "ihanet" söylemleriyle eleştirdi.
Nitekim...
Planın Rumlar tarafından reddedilmesi, Türkiye'nin iyi niyetini gölgede bıraktı.
Güney Kıbrıs'ın 2004'te AB'ye üye olması, Türkiye'yi diplomatik olarak daha da zorladı.
Nüans?!
Abdullah Gül'ün Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde (2003-2014), AİHM’nin Loizidu davası gibi kararları ve Taşınmaz Mal Komisyonu'na ödenen tazminatlar, KKTC'nin egemenlik haklarını zedelediği gerekçesiyle eleştirildi.
Bazı kesimler, bu ödemeleri "Rumlara teslimiyet" olarak nitelese de, bu adımlar uluslararası baskıları hafifletme çabasıydı.
Demem o ki:
AKP'nin 2010'lara kadar olan politikaları, AB ile ilişkileri koruma ve ekonomik baskıları azaltma hedefiyle şekillendi.
Ancak bu süreçte KKTC'nin tanınma mücadelesi ikinci planda kaldı.
Yani?!
2010'lardan sonra, Erdoğan liderliğinde Türkiye, Mavi Vatan doktriniyle Doğu Akdeniz'deki haklarını daha sert savundu.
2019'dan itibaren KKTC ile birlikte yürütülen sondaj faaliyetleri ve askeri varlığın güçlendirilmesi, dış baskılara karşı net bir duruş sergiledi.
Ancak, 16-17 Temmuz 2025'te New York'ta Hakan Fidan'ın Rum lider Nikos Hristodulidis ile yaptığı görüşme, KKTC lideri Ersin Tatar'ın dışarıda bırakılmasıyla tartışma yarattı.
Hülasa:
Bu görüşme, bazı kesimlerce "KKTC'nin bypass edilmesi" olarak görülse de, diplomatik bir manevra olarak da değerlendirilebilir.
Nitekim...
Türkiye'nin resmi açıklamaları, KKTC'nin egemenlik haklarından taviz verilmeyeceğini vurgulasa da, kamuoyunda güven kaybı riski doğurdu.
Ezcümle:
Bugün aslında dündü...
51 yıl sonra, Kıbrıs meselesi hâlâ çözümsüz.
Türkiye ve KKTC'nin "iki devletli çözüm" önerisi, Rumların federasyon ısrarı ve AB'nin tek taraflı desteğiyle tıkanıyor.
Hal böyleyken...
Ada, Doğu Akdeniz'deki enerji kaynakları ve deniz yetki alanları mücadelesinin merkezi.
Türkiye'nin Mavi Vatan doktrini, KKTC ile birlikte bölgesel haklarını koruma stratejisinin temelini oluşturuyor.
Demem o ki:
Türk hükümetleri, dış baskılara rağmen (ABD ambargoları, AB'nin Rum yanlısı tutumu, AİHM kararları), Kıbrıs'ta Türk varlığını korudu.
Ancak Annan Planı ve AİHM ödemeleri gibi adımlar, "ihanet" tartışmalarını alevlendirdi.
Nüans?!
Bu tartışmalar, daha çok stratejik hata veya diplomatik zorunlulukların sonucu olarak görülmeli.
Demem şu ki:
Türkiye'nin 1974'teki kararlılığı, bugün KKTC'nin varlığı ve Mavi Vatan'daki hak iddiasıyla sürüyor.
Ancak dış baskılar, özellikle AB ve ABD'nin Rum-Yunan ittifakını desteklemesi, Türkiye'yi diplomatik satrançta dikkatli olmaya zorluyor.
2025'teki Fidan-Hristodulidis görüşmesi, bu satrancın bir hamlesi olabilir, ama KKTC'nin egemenlik hakları konusunda netlik şart.
...
Hülasa:
Kıbrıs Barış Harekatı, Kıbrıslı Türklerin kurtuluş destanı, Türkiye'nin jeopolitik gücünün sembolüdür.
Türk hükümetleri, 51 yılda dış baskılara karşı genelde dirençli bir duruş sergiledi.
Ecevit'in kararlılığı, Evren’in KKTC ilanı, Erdoğan'ın Mavi Vatan hamlesi bu davaya katkılar sundu.
Netice:
20 Temmuz 1974, barış ve egemenliğin temellerini attı.
Bugün Türkiye ve KKTC, bu mirası korumak için mücadele ediyor.
Ezcümle:
Perde arkasındaki oyunlar değişse de, Türkiye'nin "barış için" attığı adım, 51 yıl sonra hâlâ yankılanıyor.
Kahramanları minnetle anıyor, vatan ve egemenlik davasını selamlıyoruz!
Cüneyt Şaşmaz


Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.