Doğan Satmış

Doğan Satmış

Homo Sapiens: Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla


Hafta Sonu Hürriyet Pazar’da, “Homo Sapiens” ve “Homo Deus” gibi son yılların en çok okunan iki kitabının yazarı İsrailli Yuval Noah Harari ile harika bir röportaj vardı,

Gazeteci Çınar Oskay, yeni kitabı için İsrail’e giderek kendisiyle konuşmuş.

Çınar Oskay, “İsrail’de, Türkiye’de ve Amerika’da toplumlarda bir ortadan ikiye ayrılma var, neden oluyor bu?” diye sormuş. Harari’nin yanıtı şöyle:

Tüm dünyadaki ortak yarılma ileriye gidenlerle geride kalanlar arasında. Dünyada muazzam bir dalga, devrim yaşanıyor. Bu devrim nüfusun bazı bölümlerine çok yarıyor, diğerlerineyse hiç fayda sağlamıyor. Hayatları zorlaşmasa bile etraflarındakilerin durumunun hızla iyileştiğini, kendilerinin treni kaçırdığını görüyorlar. Güçsüz, gereksiz hissediyorlar kendilerini. Trump ya da Erdoğan tarzı liderler bu insanlara gidiyor ve “Dünyadaki en önemli insan sensin. Gereksiz değilsin, geleceği ıskalamayacaksın” diyor. Milliyetçi popülizmin cazibesinin çoğu, arkada kalmış, küçük görülmüş kişilere gitmek ve “Hayır, gelecek sana ait” demektir. Bu iddianın ekonomik bir mantığı olmasa da psikolojik anlamda çok çekicidir. Ama bazı kriz anlarında milliyetçi vizyon dünyadaki ekonomik gerçeklikle ters düşebilir. Şimdi Türkiye’de olduğu gibi...  Gerçekçi bir program yapmak yerine “Yabancılar yüzünden, şu ya da bu grup yüzünden” deme eğilimi ortaya çıkar.”

Şöyle bir aile düşünelim:

İstanbul’un kenar semtlerinden birinde yaşıyorlar. Baba, 3 bin TL maaş kazanan bir işçi. Eşi ev kadını. Üç cocukları var. Ev kira, çocuklar, mecburen en yakındaki devlet okuluna gidiyorlar. İstanbul’da yaşıyorlar ama İstanbul’un bütün nimetlerine uzak durmak zorundalar. En büyük lüksleri, hafta sonu bir AVM turu olabilir.

Sayısının çok olduğunu tahmin edebileceğimiz böyle bir aileye, biftekli menüler, lüks markalar, Boğaz’daki balık restoranları, Bodrum tatilleri, lüks otomobiller, özel okullar ne kadar uzaktır, söylemeye gerek bile yok.

Bu ailenin hayatı zor ve çevresindekilerin durumunun hızla iyileştiğini de görüyorlar. Ama kendileri için tren hep kaçıyor. Normalde, böyle bir ailenin, sosyal devlet vaad eden, refahı genelleştirme sözünü veren partilere yönelmesi gerekir. Ama hayır, bu aile politik olarak muhafazakar davranıyor, pastadan hiç pay almadığı halde, konjonktürün sürmesi gerektiğine inanıyor, bu şekilde oy kullanıyor.

İşte Harari’nin sözleri, bu ailenin davranışının gerekçesini açıklıyor: Liderleri bu aileye, “Dünyadaki en önemli insan sensin. Gereksiz değilsin, geleceği ıskalamayacaksın” diyor ve buna inandırıyor.

Türkiye’de Erdoğan’ın 16 yıldır hiç bir seçimi kaybetmemesinin gerekçesi, bu açıklamada gizli olabilir.

MUTLAK GÜÇ YOZLAŞTIRIR

Röportajın ilerki bölümlerinde, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” türünden bazı uyarılar da vardı. Harari diyor ki, uzun süre iktidarda kalan liderler çok güçlenir ve güç de yozlaştırır.

Ama bu konuyu, İsrail Başbakanı Netenyahu üzerinden anlatıyor.

Oysa açıklamaları, Türkiye örneğine de bire bir uyuyor.

Katıldığı bir toplantıda, etrafındakilerin İsrail Başbakanı Netenyahu’yu sürekli pompaladığını fark etmiş Harari ve “Buna sultanlık diyoruz. İnsanlar bir sultana tavsiyede bulunmaktan korkar, ona sadece duymak istediklerini söyler. Gerçeği söylemek tehlikeli olabilir” diyor ve ekliyor:

Tarihin kendisi kadar eski bir slogandır: Güç yozlaştırır; mutlak güç, mutlak anlamda yozlaştırır. Bu, kişisel ahlakın yozlaşması değildir. Bir ülkeyi yönetmek aşırı derecede zor bir durumdur. Özellikle Yeni Zelanda değil de İsrail, Türkiye gibi karmaşık bir ülkeyse.”

Umarım, bu röportajı okuması gerekenler de okumuştur.

Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkıntıların aşılması ve daha “tepkisel” değil, “rasyonel” kararlar alınması için böyle “Beyin fırtınaları”na ihtiyaç var.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar