Çidem Ayözger Ergüvenç

Çidem Ayözger Ergüvenç

BEBEK DÜŞÜNDÜ

Bebekler yeni doğduklarında ne düşünürler merak ederim.

“Ay ne güzel suyun içinde oyalanıyordum. İstersem baş aşağı, istersem yan, istediğim zaman sırtüstü, canımın çektiği gibi takılıyordum. Hem de üstümde hiçbir şey olmadan, çırılçıplak. Sonra, nedense marifetmiş gibi itiş kakış daracık bir tünelden dışarı fırladım. Ne büyük hata! Bilmediğim bir yere gelmişim etrafa bir bakayım neler var derken sanki gözüme bir avuç biber attılar, gözlerim fena halde yandı; yetmedi, bir soluk alayım dedim sanki içime kor düştü içim de çok yandı. Derken gözlerime kahverengi bir şey damlattılar; gözümün etrafına hep yayıldı, kim bilir ne çirkin olmuşumdur; neyse ki kendimi görmedim o halimde.

“Suyun içindeyken çırçıplaktım şimdi popomun etrafını sardılar üstümü giydirdiler yine de üşüyorum. Elim burnuma değdi, aman ne kadar da soğuk.

“Dar tünelden çıkmadan önce tepemde konuşup duran kadın karşımda bir şarkı tutturmuş ikide bir ninni de ninni diyerek beni giydiriyor, soyuyor sonra da kucağına alıp bağrına basıyor ve ağzıma bir şey tıkıyor ben onu emiyorum, çok lezzetli. Karnımı onunla doyuruyorum. Hâlâ kucağındayım neden bilmem sırtıma vurup duruyor sonra benden kocaman bir ses çıkıyor, o zaman benim belden aşağımı soyuyor, tuhaf, tuhaf şeyler söyleyip abuk sabuk gülerek benimle hem eğleniyor hem de kakalarımı temizliyor. Suyun içinde o karanlık yerdeyken kimse ne kakamı temizliyordu ne de o sulu şeyi içiriyordu. Ay! Şimdi fark ettim ben oradayken göbeğimden kuyruğum çıkıyordu nereye gitti acaba?

“Beni sık, sık suya sokuyorlar, ama o karanlık yerdeki gibi tek başıma değilim, güzel kokulu bir şeylerle beni ovalıyorlar, bu işin adı banyo yapmakmış; konuşmalarından öyle anladım. Suya girmeyi seviyorum doğrusu ama her zaman ısıyı iyi ayarlayamıyorlar, bazen üşüyorum, bazen de yanıyorum. Bir de sudan çıkınca başından aşağı tekrar sular döküyorlar; bari ağzıma kaçırmasalar.

“Bugün çok değişik bir şey oldu, yan yatarken karnımın üstüne yatmaya başladım, değişiklik oldu doğrusu. Benimle uğraşan kadının yanında bir adam da oluyor bazen. O da benimle pek ilgili, kim ola ki acaba?

“Bugüne kadar hep o lezzetli, beyaz suyla besleniyorum, benim çevremde dolanan o kadınla o adam başka şeyler yiyorlar, ben görüyorum. Hem onlar benden farklı sesler çıkarıyorlar, bir sürü değişik ses. Anlamaya çalışıyorum ama anlayamıyorum. Ben ağlarken ağzımı açıyorum, bağırıyorum, onlar ise o sesleri çıkarırlarken dudaklarını da oynatıyorlar. Ben hiç öyle şeyler yapamıyorum ama boş veriyorum, dudaklarımı oynatıp da ne yapacağım. Dudak oynatmaya hiç gerek yok, ağzımı kocaman açıp bağırarak ağladığım zaman zaten hemen yanıma koşup beni susturmaya çalışıyorlar. Karnım ağrımıyorsa susuyorum. Ama şu karnım da ne çok ağrıyor bilseniz!..

“Beni sımsıkı giydirdiler, ağzımı yüzüm kapattılar, boğulacaktım valla. Sonra bir yere gittik;  bir adam koluma sivri bir şey batırdı, çok canım yandı. Bir daha böyle bir olaya asla izin vermeyeceğime karar verdim.

“Bugün çok ağladım, herhalde sinirlerim bozuldu. Evdeki adam her zaman evde olmuyor dışarı gidiyor gelince suyla oynayıp mis gibi kokarak geliyor yanaklarımı sıkı, sıkı öpüyor ama onun yanaklarında dikenler var. Çok ağladım diye o süt çıkan şeyin ucuna benzeyen bir şeyi ağzıma soktu, emdim, emdim ne süt var ne tat, ne tuz. Niye böyle bir şey yaptı anlamadım doğrusu. Sonra da âdet edindiler ne zaman ağlasam ağzıma onu tıkıyorlar, neyse alıştım sonunda ben de.

“Bu arada benim kakamı falan temizleyen, besleyen kadın benim annemmiş adam da babam, birbirlerine beni gösterirken annesi bak babası bak diyorlar ondan anladım. Bu sabah kalktığımda o güzel suyu emdikten sonra,  ilk kez farklı bir yemek verdiler öyle ahım şahım bir şey değil ama değişiklik iyi geldi.

“Yemek çeşitleri giderek artıyor. Kimini çok seviyorum, kimi idare eder ama bazıları nefretlik. Yemek istemediklerimi annem beni oyalayarak ağzıma tıkıyor, her seferinde bir daha oyuna gelmeyeceğim diyorum ama hep kanıyorum.

“Bugün benim etrafıma yumuşak bir şeyler koyup oturttular. Bunlara ne gerek var diye düşünürken babam yanlışlıkla o yumuşak şeylerden birini kaldırdı, ben pat, devrildim. Annem çok kızdı, çocuğun yastıkları ile oynamamasını söyledi, herhalde “çocuk” benim adım.

“Nihayet yastıklar olmadan oturabiliyorum. Kendi özel koltuğum da var bazen önümdeki masaya bazı yiyecekler koyuyorlar onları ağzıma götürüyorum ama bu arada çok kötü bir olay başıma geldi ağzımın içinde küçücük ama çok keskin bir iki şey çıktı. Bizimkiler nedense pek sevindiler, dişimin çıktığını söylediler birbirlerine. Parmağımı yanlışlıkla ısırmasaydım belki ben de onların sevincine katılabilirdim.

“Bizim evde büyük bir kutu var, içinden adamlar, kadınlar, çocuklar çıkıyor. Çocuklar, küçük sevimli hayvanlar falan çıktığında beni karşısına oturtuyorlar, hem o kutudakiler konuşuyor hem de annem ya da babam ne olduğunu bana anlatıyorlar ama ben anlamıyorum. Herhalde büyüyünce anlarım.

“Bütün karşı çıkmalarıma karşım koluma sivri şey batıran adama ara sıra gidiyoruz bazen yine canımı acıtıyor bazen de bana vermelerini söyledikleri şuruplarla kendimi daha iyi hissediyorum.

“Babam olduğu söylenen adam eve geldi, yine beni öpmek için kucağına alırken ona “baba” dedim, sevinçten deli oldu; yoksa unutmuş muydu babam olduğunu, neden o kadar sevindi ki.

“Annem beni yine pencereden dışarı bakmaya götürdü ama bu pencere evin içindeydi. Bir de ne görsem, karşımda benim kadar küçük bir insan hem de hemen karşımda, uzansan tutacağım, ona gülümsedim o da bana gülümsedi, elimi uzattım aynı anda o da uzattı, denemek için elimi ağzıma götürdüm o da aynen. Atladım pencereden uzanıp ona dokunmak için annem beni hemen geri çekti. Pek anlamadım ama söylediğine göre o benmişim. Acaba ben iki tane miyim?

“Oturma odasının yerine beyaz bir çarşaf serdiler beni üstüne oturttular; devriliyorum, yuvarlanıyorum, her taraf oyuncaklarımla dolu. Ulaşamadıklarıma karın üstü yatıp popomu kaldıra indire ilerleyerek yanaşıyorum. Bunu yapmak istemiyorsam oturuyorum yere, popomu öne doğru ittirerek gidiyorum. Bir iki gün böyle geçti sonra bir gün baktım dört ayağım üzerinde bayağı gidebiliyorum, tıpkı sokaktaki köpekler gibi. Eyvah! Ya artık köpek oldum diye beni de sokağa bırakırlarsa? Ben yapamam oralarda!

“Bu yaptığım işin adı emeklemekmiş, artık fırsat buldukça evin içinde fır, fır dolaşıyorum. Doğrusu iyi vakit geçiriyorum, sokağa falan da bırakan olmadı. Derken bir gün koltuğun kenarına tutunup ayağa kalktım. Oley! Ben de “humus erectus”muşum. Çok mutlu oldum. Hayat boyu böyle yerlerde emekleyeceğimi sanıyordum ve gerçekten ödüm kopuyordu.”

Şimdi yine bir tarif, mercimek köftesi:

2 ölçü kırmızı mercimek, 1 ölçü kısırlık bulgur, 1 orta boy soğan, ½ ölçü sıvı yağ, ½ ölçü tereyağı, 1 tatlı kaşığı biber salçası, 1 tatlı kaşığı domates salçası, tuz, kimyon, ince doğranmış taze soğan, ince doğranmış maydanoz.

Kırmızı mercimeği sulu bir püre olana kadar iyice haşlayın, içine bulguru ekleyip karıştırın ve pişirme kabınızın ağzını kapayarak demlenmeye bırakın. Yemeklik doğradığınız soğanı belirtilen yağlar içinde iyice kavurun. İçine salçaları da ekleyerek biraz da öyle kavurun. İyice demlenmiş olan malzemenin içine sıcakken kavurduğunuz malzemeyi, tuzu ve kimyonu ekleyip karıştırın. Ilıyınca içine taze soğan ve maydanozları ekleyin. Eğer acı seviyorsanız acı kırmızı ya da pul biber de ekleyebilirsiniz. Köfte, köfte yapın. Mercimek köfteniz hazır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.