Prof. Dr. Anıl Çeçen

Prof. Dr. Anıl Çeçen

ASIL OYUN ŞİMDİ BAŞLIYOR (1)


İnsanlık tek bir dünya gezegeni üzerinde yaşamaktadır. Üzerinde yaşam sürdürülen bu gezegenin geçmişi hem tartışmalı konumdaki birçok farklılığı, hem de zengin bilgilerle dolu olan bir birikimi günümüze taşımıştır. Bu doğrultuda insanoğlu elde bulunan tarih bilgileri ile geçmişini, sahip olunan coğrafya bilgileri ile de gezegenin üzerindeki yerini belirleme şansına sahip bulunmaktadır. Tarih ve coğrafya ile gezegenin genel durumu belirlenebilmekte ama içinde bulunan uzay alanı ile de kozmoloji bilimi artık insanlığa yol ve yön gösterebilmektedir. İnsanlık artık üzerinde yaşamını sürdürdüğü dünya gezegeninin uzay denen derin boşluk içinde yer aldığını ve dünya ile ilgili bütün bilgilerin bundan sonra uzaysal boyutunun diğer bilim dallarını da etkileyebileceği görülmektedir.

Bu aşamadan sonra, insanlar en büyük özellikleri olan düşünmeye başladıkları aşamada,  yer yüzünün tarihi ve coğrafyası ile yetinmeyerek, uzaysal boyutun kozmolojik bilgi birikimi ile de ilgilenmek durumunda kalacaktır. İnsanlar akıp giden zaman süreci içerisinde, bu dünyadan çekip giderken, bulundukları gezegenin tarih ve coğrafya birikimini öncelikle iyi bilecek ve daha sonra da kozmolojik bilgi birikimi ile zaman-uzay-dünya kesişme noktaları ve bağlantılarına göre hareket ederek değerlendirmelerini yapabilecektir.

İnsanlık bu bağlamda gerçekliği araştırırken, ya bilgi birikimi ile hareket ederek var olan durumu ya da geleceği bilimsel yöntemlerle belirleyecek, ya da bilimin yetersiz kaldığı aşamada , var olan bilgi birikiminden hareket ederek duygu ve sezgileriyle oluşturduğu inançları aracılığı ile sorunu çözümlemeye çalışacaktır.

Evrenin oluşum süreci içerisinde dünya gezegeni de güneş sistemi içinde yerini aldığı uzun bir süreçten sonra, dünyada mikrobiyolojik oluşumlar ortaya çıkmış ve evrimsel bir süreç içerisinde canlılar dünyası oluşmuştur. İnsanoğlu sahip olduğu beyinsel özellikleri ile diğer canlılardan ayrılarak ve kendi gelişim çizgisinde yönlenerek, bugünkü modern dünyanın ortaya çıkışını sağlamıştır. Ne var ki, biyolojik oluşumların tamamlanmasından sonraki aşamada, insanların antropolojik yapılanmalara yönlenmesi toplumsal yaşam düzeni ortaya çıkarmıştır. İnsanların toplumsal yaşam düzenine geçişinden sonra nüfusun hızla artmasıyla birlikte, bu toplumların yönetimi sorunu gündeme gelmiştir.

Önceleri her toplum kendi kendini yönetebilmenin arayışı içinde olmuş, içinde girilen sosyolojik süreçlerde her toplum kendini yönetebilmenin yolunu çeşitli deneyler gerçekleştirdikten sonra bulabilmiş, bazıları da bu konuda başarısız kalınca, başka toplumların hegemonyası altında sürüklenerek dışarıdan yönetilmeye başlanmışlardır.

İlkçağlarda başlayan yeni dönemde, başarısız toplumlar, her zaman için başarılı toplumların baskı ve hegemonyaları altında kalmışlardır. Zaman ilerledikçe, bu çıkmazı bazı toplumlar aşabilmiş, bazılar da iyice başarısızlığa sürüklenerek silinip gitmişlerdir. İnsanlar arasındaki çekişme toplumsal rekabete dönüşmüş, toplumsal düzenlerin devletleşmesiyle yeni bir aşamaya gelinince, artık çekişme ve rekabet yarışları devletler arasında gündeme gelmeye başlamıştır.

Asya kıtasında başlayan insanlığın yaşam macerasının geleceğe yönelik bir uygarlık yapılanmasına dönüşmesi ve daha sonra bu uygarlığın Çin'deki Sarı Irmak ile Hindistan'daki İndüs Irmağı üzerinden dünyanın tam ortasında yer alan Mezopotamya denilen orta su ülkesine doğru ilerlemesiyle birlikte, kutsal kitaplarda yer alan tarihsel birikim insanlığın geleceğini belirlemek üzere gündeme gelmiştir.

Tarihin Sümerlerde başladığını öne süren batılı tarihçiler, Mezopotamya öncesi Asya uygarlıklarını görmezden gelmişler ama daha sonraki aşamada, tek tanrılı dinler kutsal kitaplar aracılığı ile insanlığın gündemine girince, Asya uygarlıklarından gelen bilgi birikimini yansıtan Sümer tabletleri kaynak olarak kullanılmıştır. Uygarlığın beşiği olarak kabul edilen Mezopotamya döneminde, insanlığın ilk yerleşim denemelerinin ortaya çıktığı ve bunların daha sonraki aşamalarda Avrupa kıtasında gündeme gelen uygarlıklar için yön gösterici olduğu görülmüştür.

Bugün dünyanın en büyük gücü olarak ABD'nin, Irak'a gelerek işgal etmesi, bazı çevrelerin bakış açıları doğrultusunda bir anlamda uygarlığın doğduğu topraklara çağdaş uygarlığın son aşamasında geri döndüğü biçiminde yorumlanabilmektedir. Üç büyük dinin çıktığı kutsal topraklara batı uygarlığı her türlü askeri ve teknik birikimi ile çıkarma yaparken, insanlığın toplu geleceği tartışma ortamına girmektedir.

Uygarlık içinden çıktığı bölgeye geri dönerken, dünyanın sonunun gelmesi ile birlikte yeni bir dünya düzeninin kuruluşu da, siyasal gündemin ortasına ana tartışma konusu olarak girmektedir. Geleceğini arayan insanlık, uygarlığın başlangıcına dönüş noktasında, kendisini yok edebilecek üçüncü cihan savaşı ya da nükleer silahların kullanılması gibi, çok ciddi tehlikeler ile karşı karşıya bulunmaktadır.

Yeniden var olma ya da yok olma çelişkisi ile karşı karşıya kalan insanlık, tarih boyunca daha iyinin peşinden koşmuş, daha gelişmiş bir toplum düzenine kavuşabilmek için her türlü mücadeleyi vererek, olağanüstü çabalar ile büyük özverilerde bulunmuştur. İnsanlık tarihi böylesine çabaların çeşitli örnekleri ile dolu olmasına rağmen, yaşanan olaylar doğrultusunda birçok olumsuz durumlar, karışıklıklar ya da sorunlar birbirini izlemiş ve her zaman için idealize  edilen sürekli barış ve mutluluk ortamı bir türlü gerçekleşememiştir. Doğal yaşam döneminde birbirinin kurdu olarak sürekli kavga ve çekişme içinde yaşayan insanlık, toplum düzenine geçtikten sonra, gene istediği gibi düzenli bir barış ortamına ya da güvenlik yapılanmasına sahip olamamıştır. Bir yanda olumlu gelişmeler devam ederken, diğer yanda da sürekli olumsuz gelişmeler öne çıkarak insanlığın siyasal gündemini meşgul etmiştir. Kıskançlık,  çekemezlik ve bencillik gibi insanların olumsuz karakter özellikleri,  toplumsal barış ve düzenin oluşturulması önünde, her zaman için en büyük engeller olarak ortaya çıkmışlardır. Olumsuz özellikler insanları birbirinin kurdu haline dönüştürdüğü zaman tam anlamıyla düzensizlik ortamları yaşanmış, böylesine kaos dönemlerini savaşlar ve çatışmalar izlemiştir. Her türlü çatışma ya da çekişmeye rağmen hayat gene devam etmiş ve yıllar geçtikçe insanların nüfusu artmıştır. İnsanların sayısı binlerden yüz binlere, milyonlara doğru ilerlerken, genişleyen toplumsal yapıları yönetme konusunda büyük sorunlar çıkmış ve milyonlarca insanı daha kolay ve düzenli bir biçimde yönetebilmenin arayışı aşamasında tek tanrılı dinler insanlık tarihi içindeki yerini almıştır.

İnsanların inanma ihtiyacını karşılama noktasında ortaya çıkan dinler toplumsal yaşama egemen olunca, kamusal alanın yönetiminde din merkezli bir dönem başlamıştır. Önce peygamberler aracılığı ile ortaya çıkan tek tanrılı dinler daha sonraki aşamada papalar ya da halifeler aracılığı ile sürdürülerek, milyonlara varan insan toplumlarının düzenli bir biçimde yönetimi sağlanabilmiştir.

Merkezi coğrafyada ortaya çıkan tek tanrılı dinlerin dünya ülkelerine doğru yayılmasından sonra, insanlık dinler üzerinden yönetilmeye başlanmıştır. Kitlelerin tek tanrılı dinlere bağlanması sağlanınca, üç tek tanrılı din arasındaki çekişmeler ve bazen de çatışmalar, dünya tarihini belirleyen olayların gelişmesine giden yolu açmıştır. Asya merkezli dünyayı sonraki aşamada Avrupa merkezli dünya yapılanmasının izlemesiyle, doğu batı dengelerinde tek tanrılı dinleri öne çıkarmıştır. Roma İmparatorluğunun Orta Doğu'ya gelmesi üzerine, Yahudiler bütün dünyaya dağılmışlar, merkezi coğrafyada ortaya çıkan ikinci tek tanrılı din olarak Hıristiyanlık bütün batı bölgesini işgal ederken merkezde ortaya çıkan üçüncü tek tanrılı din olarak Müslümanlık da, Orta Doğu ve Asya bölgesinde hızla yaygınlık kazanarak, doğu batı dengelerinin yeniden kurulmasına katkı sağlamıştır. Din faktörü böylece insanlığın yönlendirilmesinde en önemli unsur olarak öne çıkmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar