ANKARALI GAZETECİLER KONUŞUYOR (1): MUSTAFA YILMAZ: 28 ŞUBAT SÜRECİNDE ERBAKAN İSTESEYDİ TÜRKİYE’DE İÇ SAVAŞ ÇIKARIRDI

ANKARALI GAZETECİLER KONUŞUYOR (1): MUSTAFA YILMAZ: 28 ŞUBAT SÜRECİNDE ERBAKAN İSTESEYDİ TÜRKİYE’DE İÇ SAVAŞ ÇIKARIRDI

NGazete olarak Ankara’nın önemli gazetecilerini her hafta birer birer burada konuk edip bugünü, dünü ve yarını konuşacağız. İlk konuğumuz deneyimli gazeteci Mustafa Yılmaz.

Türkiye’de genel algı;’ siyaset Ankara’da yapılır ama İstanbul’dan yönetilir’ şeklindedir. Gazetecilik de kuşkusuz bundan nasibini hep almıştır. Ankara gazetecileri çok etkindir ama İstanbul da hep ‘Bizans’tır. Bu nedenle de Ankara büroları ve İstanbul büroları hep çekişir. Ankara Temsilcileri ve Genel Yayın Yönetmenleri de… Günün sonunda genellikle Yayın Yönetmenliğine giden yol da Ankara Temsilciliğinden geçmektedir. 

Yani... Türkiye Ankara’dan yönetilmektedir ya da yönetilmelidir. Bu nedenle de Ankara gazeteciliği ve gazetecileri çok önemlidir.

Biz de NGazete olarak Ankara’nın önemli gazetecilerini her hafta birer birer burada konuk edip bugünü, dünü ve yarını konuşacağız.  İlk konuğumuz deneyimli gazeteci Mustafa Yılmaz. Sayın Yılmaz, tecrübelerini ve yaşadıklarını aktardıkça biz bugünü daha iyi anladık. O kadar çok şey konuşmuşuz ki deşifre yaparken anladık bunu. İşte bir çırpıda, soluk almadan okuyacağınızı düşündüğümüz o Mustafa Yılmaz söyleşisi:  

NAGEHAN ÇEVİK 

‘28 ŞUBAT SÜRECİNDE ERBAKAN İSTESEYDİ TÜRKİYE’DE İÇ SAVAŞ ÇIKARIRDI' diyerek dünden bugünlere ışık tutan Mustafa Yılmaz ile konuşulmayanları konuştuk. Söyleşimizin ana başlıkları ve söyleşimizi aynen yayınlıyoruz: 

  • Bugün maalesef iktidarın hoşuna gitmeyecek şeyler söylediğinizde hoş olmayan uygulamalarla karşı karşıya kalıyorsunuz

  • Gelecek kuşaktan daha umutluyum

  • Dijital Medya, geleneksel medyanın yerini alıyor 

  • Masonik işaretlere ilgim localarına gittikten sonra başladı

  • Milli Görüş bizim vazgeçilmezimiz

  • İktidarı eleştirdiğimiz için reklam alamıyoruz

  • Yayınlarımızda adaleti savunuyoruz 

  • Lisedeyken hayalim otobüslerde muavin olmaktı

  • Bugün, herkes gazeteci olabilir 

  • Erbakan bize pes etmemeyi öğretti

  • 28 Şubat sürecinde Erbakan isteseydi Türkiye’de iç savaş çıkarırdı

  • Bütün liderleri ekranlarımıza taşıyoruz, taşımaya da devam edeceğiz 

  • Gazeteci liderlerle istediği her soruyu sorabilmelidir

  • Türkiye’nin nefes almaya ihtiyacı var

Nagehan Çevik (NÇ): Uzun yıllardır Ankara’da gazetecilik yapıyorsunuz. Oldukça tecrübelisiniz. Bugün gazetecilik çok tartışılıyor. Siz bugün gelinen noktada meslek ile ilgili ne düşünüyorsunuz? 

Mustafa Yılmaz (MY): Tabi gelinen nokta çok üzücü. Çünkü gerçekten gazetecilik toplumun taleplerini iktidara ulaştırma, ihtiyaçlarını duyurmadır asli sorumluluğu. Ancak bugün tam tersi iktidarın taleplerini topluma ulaştırma, toplumu ikna etme yönünde kullanılıyor. İletişim fakültelerinde ilk öğretilen şey gazetecilerin haber kaynağı ve iktidar ile egemen güçlerle kişisel, bireysel, duygusal herhangi bir etkileşime girmemesi noktasındadır. İlk öğretilen temel prensiplerden bir tanesi budur, çünkü objektifliğinizi kaybedersiniz. Ama hepsi için söylemiyorum her sektörde olduğu gibi istisnalar var gazetecilik içinde de ama maalesef bugün birçok gazeteci iktidarla iyi geçinmeye, iktidarın hoşuna gidecek şeyleri söylemenin çabası içerisinde. Bunun içerisinde tabi korkunun etkisi var. Onu yadsıyamayız. Bugün maalesef iktidarın hoşuna gitmeyecek şeyler söylediğinizde hoş olmayan uygulamalarla karşı karşıya kalıyorsunuz. Bütün bunların etkilerinden dolayı gazetecilik maalesef, benim içerisinde bulunduğum 28 yıllık süre içerisinde iyiye değil kötüye giden bir tablo ortaya koyuyor. 

Gelecek kuşaktan daha umutluyum 

NÇ: Eski günleri özlüyor musunuz? 

MY: Eski günleri tabi ki özlüyoruz ama öyle bir nostaljik bir yaklaşımım yok. O eski bayramlar, eski gazetecilik, eski yemekler, eski gençler gibi. Ben o konuda umudumu koruyorum. Bir nostaljik yaklaşımım yok. Sonuçta bize bahşedilmiş bir hayat var. Bu hayatın her aşamasında o dönemin hakkını verecek, kendi ilkelerimiz ve prensiplerimiz doğrultusunda doğruyu, güzeli ortaya koyacak bir yaklaşımın içerisinde olmamız lazım. O yüzden mutlaka geçmişteki güzel hatıraları anımsamak, onları düşünmek hepimizin hoşuna gidiyor ama bugünden de mutluyum gelecek adına da umutluyum. Bence gelecek çok daha güzel olacak, gelecek nesilden çok umutluyum. Gelecek nesil daha bilgili, daha eğitimli, daha sorgulayıcı. Ben bütün eleştirilere rağmen gelecek kuşaktan daha umutluyum. 

Dijital Medya, geleneksel medyanın yerini alıyor

NÇ: Dün ve bugün arasında farklılıklara baktığınızda; ne gibi değişiklikler oldu, sizde bu farklılaşma gazeteciliği nasıl etkiledi? 

MY: Gazeteciliği dijital çağ çok etkiledi. Yazılı basın ve televizyon için dediğimiz görsel basın hızlı bir şekilde etkisini kaybediyor. Bizim neslimiz bunu ne kadar algılayabiliyor, anlayabiliyor bilmiyorum ama bu bütün sektörleri tüketim anlayışlarını etkilediği gibi medya ve okumaların da etkiliyor. Artık Twitter var. Biz bu mesleğe yeni başladığımızda medya en önemli güç denirdi yani siyasalar üzerinde, toplum üzerinde. Ancak bugün artık medya değil, sosyal medya bu gücü eline geçirdi. Gazetelerin manşetleri eskiden gündemi belirlerdi, şimdi Twitter’ın TT'leri gündem belirliyor. Sizin gazetede hangi manşeti attığınız çok önemli değil. Bu dönüşüme ayak uydurabilenler, yani her kriz içinde fırsatı barındırır, yazılı medya için bir kriz oluştursa da dijital medya yeni medya mecraları açısından bir fırsatı da ortaya koyuyor. Artık com.tr dediğimiz bir gerçek var. Eskiden yazılı gazetelerin yerini şimdi onların com.tr’leri aldı. Bu işin sektörel boyutu. Ama yine gazetecilik ruhu açısından baktığımızda aynı şeyle karşı karşıyayız. Ben gazeteciliğin ruhunda muhalefetin olması gerektiğine inanıyorum. Yani her şey düzgün gitse de gazeteci aksak olanı, kötü gideni araştırıp bulmak zorunda. Bu işin ruhunda var. Biraz o şey kayboluyor diye bir endişem var. İktidarla girilen o ilişkiler, iktidara fazla angaje olma bu tür bir sorun ortaya çıkarıyor. Ancak dediğim gibi yeni medyanın, geleneksel konvansiyonel medyadan çok önüne geçtiğini net görmek lazım. Bundan sonra gelecek dijital medyada. Gençlere de bu yönde ilerlemelerini tavsiye ederim.  

Masonik işaretlere ilgim localarına gittikten sonra başladı

NÇ: Üniversite yıllarında gazetecilik yapmaya başladınız. Uzun yıllar boyunca TBMM'de parlamento muhabiri olarak çalıştınız. Mecliste yer alan esrarengiz masonik sembolleri Türk medyasında yayınlayarak gazetecilik yaşamınızda büyük bir başarı elde ettiniz. Nedir bu masonik semboller? Neden önemlidir?  

MY: Evet "Dul Kadının Oğulları” hakikaten çokta baskı yaptı. İlk çıktığı zaman ana haber bültenlerinden haber oldu. Gazeteci zaten farklıyı görebilendir. Yani herkesin görebildiğini değil ayrı olanı görebilendir. Tabi o işaretlerin olduğu bölümü gören onlarca gazeteci vardır. Ama orada bazen hayatta size yardım ediyor. Mesela o kitap masonik işaretlerle ilgili bir kitaptır ve medyatik dikkat çeken tarafı da odur. 1999’da masonlar bir açılım yapmıştı. O açılım yaptıklarında da ben de genç bir gazeteciydim. O zaman beni ve birkaç gazeteciyi locaya davet etmişlerdi. O işaretlere olan ilgim o zaman başladı. Orayı görmemiş olsaydım o şekillere öyle bakmazdım.  

NÇ: O semboller ne anlama gelir? 

MY: Bu tür yapılanmalar içinde sembole en çok önem veren oluşum masonlardır. Bu işin mitolojik kökeninde semboller vardır. Çok geniş bir konu ama basit bir ifadeyle söyleyeyim. Masonluğun kullandığı bütün işaretler Süleyman Tapınağından geliyor. Çünkü Süleyman Tapınağı, masonik mitolojide, yeniden kurulduğunda dünya hakimiyeti kurulacak şeklinde inanıyor. Bu bir inanç onlarda. Her oluşumun, tarikatın ki masonlukta aslında bir tarikat boyutundadır. Masonlar bulundukları yerlerde varlıklarını ifade edecek en az bir sembole yer veriyorlar. Mecliste Türkiye’nin en önemli kurumlardan birisi. Tabi ben sadece o işaretlere bakarak böyle bir kitap yazmadım. Meclisin tarihine de bakarak, meclisin o dönemki başkanı, mimarı hepsi mason. Masonların kendi kaynaklarında onu teyit ettikten sonra buna yer verdim. Bunu önemsiyorlar, çünkü varlıklarının ve güçlerinin bir delili olarak bu sembolü kullanıyorlar. O yüzden bir mason bir bina yaptığında mutlaka bir yerine masonik sembol koyuyorlar. Koysalar ne olacak şeklinde düşünmemek lazım, semboller onlar için çok önemlidir. Örneğin bayraklar, bir bez parçası diye de bakabilirsiniz ama onun için de ölürsünüz. Sembolik değeri çok yüksektir. Aynı şekilde masonik semboller de masonik hiyerarşi için önemli ve anlamlı. Bu yüzden o kitap bizim gazetecilik serüvenimizin ilginç bir ayrıntısı olmuş oldu.  

Milli Görüş bizim vazgeçilmezimiz

NÇ: Halen bir siyasi partinin yayın organında yöneticilik ve programlar yapıyorsunuz. Bunun ne gibi zorlukları var? Gazetecilik açısından zorlandığınız anlar oluyor mu? Mesela partiden, iktidardan? 

MY: Evet organik değil ama yakın yani inorganik bir ilişki var. Tabi ki Saadet Partisi’nin, Milli Görüşün yayın organı bir televizyonumuz, bir gazetemiz var: TV5 15. Yılında, Milli Gazete 48 yaşında. Milli Gazete muhafazakar görüşü temsil eden en köklü gazetelerdendir. Bir gazetenin 48 yıl ayakta kalması çok kolay bir şey değil. O yüzden ama bu insanların fedakarlığıyla. Mesela Ngazete’nin sahibi bellidir, Kanal D’nin sahibi bellidir ama milli gazetenin sahibi bir kitledir, bir şahıs değildir. Ama partiden bize karşı bir işimizle ilgili bir müdahale gelmiyor. Emin olun patronu olan medya kuruluşlarında daha çok müdahale ediliyordur. Biz çok hoşgörülü bir kitleye sahibiz. O anlamda daha özgür ama özgürlüğümüzü prensiplerimiz sınırlıyor şahıslar değil. İnandığınız değerler size bir çerçeve çizer. Diğer medya kuruluşlarında iktidar korkusuyla, maddi gelir kaybı korkusuyla insanlar kendini sınırlar ama bizi şahıslar değil kendi prensiplerimiz sınırlıyor. O da bir baskı değildir. Milli Görüş bizim vazgeçilmezimiz. Ahmet’e Mehmet’e göre değil, Milli Görüş’ün prensiplerine göre yayın yaparız. Yayın çizgisini takip ettiğinizde gazete için 45 50 yıldır, televizyon için de 15 yıldır biz aynı çizgide aynı şeyleri söylüyoruz.  

İktidarı eleştirdiğimiz için reklam alamıyoruz 

NÇ: Muhalefet partisinin kanalında olmak bugün ne kadar avantaj ya da ne kadar dezavantaj? 

MY: Gerçekleri söyleme konusunda daha özgür bir kanal oluyorsunuz. Ancak bunun bir bedeli var bu bedel de: siz reklam alamıyorsunuz, iş adamları çekiniyor reklam veremiyor siz muhalif olduğunuz için. Muhalefet tanımlamasını da doğru bulmuyorum. Yani inandığınız ölçüler seviyesinde kendi doğrularınızı ifade etmeye çalıştığınız için bu da güç sahiplerini rahatsız ettiği için ekonomik olarak daralıyorsunuz. Bunlar nedir: Kamuya ait makamlardan reklamlar alamıyorsunuz, bakanlıkların çıktığı reklamlardan pay alamıyorsunuz. Neden? Çünkü sizden iktidara destek vermenizi bekliyorlar. Biz tabi ki doğru yaptığında iktidarı desteklediğimiz zamanlar da oldu ama yanlış yaptığında da net bir şekilde bunu belirtiyoruz. Beklenti doğal olarak yanlışlarımızı görmeyin doğrularımızı alkışlayın yaklaşımı. Bizim ne siyasi sürecimizde ne de medya anlayışımızda böyle bir şey olmadığı için böyle ekonomik sorunla karşı karşıyayız. Ancak çok güçlü bir teşkilat yapımız var, bu kurumlara sahip çıkan çok güçlü bir kitlemiz var. Onlar bize destek çıkıyorlar.  

Yayınlarımızda adaleti savunuyoruz 

NÇ: Bir partinin televizyonunda çalışmak bir gazeteciyi ne kadar özgür bırakıyor? 

MY: Bulunduğunuz yer tabi ki duruşunuzu da belirler. Ben bunu kendi adıma söylüyorum sadece bir gazeteci olarak değil, Milli Görüşçü bir gazeteci olarak kendimi tanımlıyorum. O hareketin prensiplerine inandığım için buradayım. O yüzden tekrar söylüyorum, şahsın ve kurumların değil, Milli Görüş’ün çizdiği değerleri ve ilkeleri çerçevesinde hareket ediyorum. Bunu bir sınırlama olarak görmüyorum, bunu inandığımız bir hakikatin mücadelesi olarak görüyorum. Baskı ile değer mücadelesini aynı kavramla ifade edemeyiz. Evet sınırlıyoruz kendimizi, evet tarafız, tarafsız bir gazetecilik zaten yok. Biz de tarafız, bizim taraf olduğumuz değerler, bizim inandığımız değerler. Nedir; yolsuzluğa karşı çıkmak, haksızlığa karşı çıkmak, adaletle ilgili bir sorun varsa bunu duyurmak. Mesela, son siyasi süreçten bir örnek vereyim: Son Ergenekon operasyonları yapılırken, burada yanlış yapıldığını, burada birtakım sıkıntıların söz konusu olduğunu, ordunun içerisindeki bazı vatansever subayların Ergenekon bahanesiyle tasfiye edildiğini yönelik çok yazılar yazdık, çok yayınlar yaptık. Bunlar bizi FETÖ’cü yapmadı. Ama bugün de biz KHK uygulamalarına yönelik aynı adaleti savunuyoruz ve yanlış yapılıyor diyoruz. O zaman ETÖ üzerinden yanlış yapılıyordu, bugün de FETÖ üzerinden yanlış yapılıyor. Yani asıl suçluların üzerine değil garip gurebanın üstüne gidiliyor. Bu işi organize eden üst yapının değil, Anadolu’da bu işe samimi duygularıyla inanmış, gariban insanların okuluna göndermiş, derneğine bağış yapmış, Bankasya’ya bağış yapmış insanlar. Bu insanlar bu harekete inanmış olabilirler, bunlar da kandırılmış olabilirler! Çünkü, sizin bütün istihbarat örgütlerinize rağmen iktidarı kandırabiliyorsa, halkın kanması çok daha doğal. Siz kalkıp Anadolu’daki garibanın üzerine giderseniz asıl sorumluların yerine biz ona karşı çıkarız. Yani anlatmak istediğim biz Ergenekon döneminde de adaletsizliğe karşı çıktık, şimdi FETÖ döneminde de karşı çıkıyoruz. Adaleti savunuyoruz, suçlu ile suçsuzu ayıramıyorsunuz diyoruz, adalet bunu gerektiriyor diyoruz. Buna böyle bir yayın anlayışımız var.  

NÇ: Gazeteciliğe yeni başlayanlara, mesela bizlere ne önerirsiniz? 

MY: Estağfurullah, biz de hala çok şey öğreniyoruz, öğrenmenin sonu yok. Size tavsiye edebileceğim şey, zorluklarla karşılaşacaksınız, sıkıntılarla karşılaşacaksınız. Ancak asla vazgeçmeyin, asla pes etmeyin. Sonuçta bu hayatı bir şekilde dolduracaksınız. Ben şuna inandım; hiçbir emek, hiçbir çaba, hiçbir gayret boşa gitmiyor. Bir Anadolu irfanının sözüyle yansıtayım: Hiçbir rahmet, zahmetsiz olmuyor. Zahmetsiz gelen bir imkan elinize geçse dahi o imkan sizi mutlu etmiyor. Ancak siz anlınızın teriyle, fedakarlığınızla bir yere ulaşırsanız hem bunu taşıma kolay oluyor hem de mutlu olabilirsiniz. Öncelikle işinizi sevin.  Yani hangi işte olursa olsun, gazetecilikte olabilir, kasiyerlikte olabilir. Hangi iş yapılırsa yapılsın işini severek yapan insan mutlaka başarılı olur. “Ben işimi çok seviyorum ama tembelim” de olmaz. Bir işini seveceksin, iki ondan haz alarak, severek yaparken gayretli olacaksınız. Bunu sadece gazetecilik için söylemiyorum. Her iş için geçerli bu. Önünüzde inanılmaz kapılar açılacaktır buna emin olun. Yeter ki gayretli olun.  

whatsapp-image-2020-07-03-at-20-37-19.jpeg

Lisedeyken hayalim otobüslerde muavin olmaktı

NÇ: Bugün imkanınız olsa nasıl bir medya kuruluşunda çalışmak istersiniz? 

MY: Ben yine Milli Gazete’de çalışmak isterdim. Burada benim 28 yılım doldu. Buraya hakikaten seviyorum. Şunu da söyleyemem ben lisede okurken gazetecilik olmak gibi bir hayalim olmadı. Sistem kurbanıyım ben de. Lisedeyken hayalim otobüslerde muavin olmaktı. Gezmeyi çok seviyorum. Hasbelkader gazeteci oldum. Yine Anadolu’dan bir söz söyleyeyim: “Sevdiğini alamıyorsan, aldığını seveceksin.” Gazeteci oldum tercih kurbanı olarak ama çok sevdim. Her şeyi başa sarma imkanım olsa yine gazeteci olmak isterim.  

Bugün, herkes gazeteci olabilir

NÇ: Mesleğin geleceğini nasıl görüyorsunuz? 

MY: Gazetecilik her zaman olacak. Ancak bunun iklimi, zemini nasıl olacak onu bilmiyorum. Tekrar söylüyorum gazetecilik gittikçe bireyselleşiyor. Her alanda olduğu gibi dijital medyada da doğruyu, iyiyi, güzeli yakalayanların önü çok açık. Artık yazılı basının sonu geliyor, televizyon gazeteciliği de tükeniyor. Youtube, Facebook, Twitter gazeteciliği gibi gazetecilikler ortaya çıkıyor. Orada bireysel yetenekler daha ön planda olacaktır. Hangi alanda olursa olsun yeterli çabayı koyduğunuzda hangi dönemde olursa olsun insanlar başarılı olacaktır. Medyada öyle isimler var ki attığı bir tweet, 100  tane gazetenin bir araya gelip atacağı manşette daha fazla dikkat çekiyor ilgi görüyor. Artık bu gerçekle yüzleşmek lazım. Sizin nesliniz sosyal medya nesli. Bu gelişmenin gazeteciliğe de katkısı büyük oldu. Eskiden haberlerin bir fotoğrafını gazeteye ulaştırabilmek 24 saat sürüyordu. Şimdi bütün bu süreç bir tık ötede. Bundan sonra herkes gazeteci olabilir, yolda yürürken gördüğünüz bir olayı dünyaya rapor edebilirsiniz. Tabi ki gazetecilik özel bir ilgi ve alaka istiyor. Gazetecilikte buradan devam edecek gibi görünüyor.  

whatsapp-image-2020-07-03-at-20-37-20-1.jpeg

Erbakan bize pes etmemeyi öğretti

NÇ: Unutamadığınız anılarınız elbette çoktur. Sizi en çok etkileyen bir anınızı paylaşır mısınız? 

MY: Birçok anı var hangisi anlatılır bilmiyorum ama, sadece gazetecilik açısından değil ama ben Necmettin Erbakan gibi Türk siyasetinin son 50 yılına damga vurmuş bir şahsiyetle çalışma imkanı buldum. Yine Recai Kutan, Temel Karamollaoğlu gibi önemli bir insanla çalışma imkanı buldum. Gerçekten birikimleriyle, tecrübeleriyle, vatanseverlikleriyle örnek alınabilecek insanlarla birebir çalışma imkanı buldum. Onlardan karakterime, hayatıma katabileceğim birçok şey öğrendim.  

NÇ: Mesela rahmetli Erbakan’la çalışmak size ne öğretti? Beraber zor dönemlerden de geçtiniz, size ne kattı bu dönem. 

MY: Asla pes etmemeyi öğrendim. Rahmetli Erbakan bize hayatın altın kuralını öğretti: asla pes etmemeyi. Şöyle bir hayatı vardı: ne olursa olsun asla pes etmiyordu. İkincisi tevekküldü, tevekküle inanıyordu. O çabayı ortaya koymasına rağmen müthiş bir teslimiyetçi ruhu vardı. Çok çabaladığı bir iş olmadığında kesinlikle bunu dünyanın sonu haline getirmezdi. Nasıl böyle yaparlar demezdi. O çabayı ortaya koyar, tevekkül içerisinde hareket içerisinde hareket ederdi. O kadronun hepsinde bu özellik vardı. Ben onun ne kahkaha attığını duydum ne de öfkeden bağırdığını. Öfke ve aşırı sevinç gibi şeyler yoktu. Birinci öncelikleri ne aileleri oldu ne çevreleri oldu hep inandıkları değerler ve bu ülkeye hizmet etme çabası içerisinde oldu. Birçok hatıramız var ama böyle bir çerçeve içerisine almam daha doğru olur. Allah onlardan razı olsun. Benim rahmetli ninem vardı, benim için “Allah seni hep iyilerle karşılaştırsın” diye hep dua ederdi. Belki de o duanın etkisi ben de hep iyi insanlarla karşılaştım, kendimi o konuda çok bahtiyar hissediyorum. Örneğin; sayın Necmettin Erbakan olsun, Recai Kutan olsun, Temel Karamollaoğlu olsun.  

28 Şubat sürecinde Erbakan isteseydi Türkiye’de iç savaş çıkarırdı

NÇ: O yıllardan size ayrı bir soru sormak istiyorum. 28 Şubat dönemindeki baskılı dönemde beraber çalışmıştınız rahmetli Erbakan’la. Bize oradan bir şey anlatabilir misiniz? 

MY: 28 Şubat cidden çok zor bir süreçti. Hepimiz çok baskı altındaydık. Hepimiz öfkelendiren bir süreçti. Birçok haksızlığa maruz kalmıştık. O dokuz buçuk saat süren toplantının ardından il başkanları toplantısı vardı. Çok hararetli bir geceydi.  Her şey iki dudak arasındaydı. Mecliste o kararın açıklanmasından sonra biliyorsunuz Necmettin Erbakan basın toplantısı yaptı. Ben de o toplantıyı Milli Gazete muhabiri olarak takip ediyordum. Tarihi bir basın toplantısıydı, bir izdiham vardı. O basın toplantısında psikolojimiz de ruhumuz da şuydu; Erbakan’ın iki dudağının arasına bakıyorduk. Deseydi ki: “Biz bu kararı kabul etmiyoruz. Bu kararı reddediyoruz ve hepimiz sokağa iniyoruz” ben iddia ediyorum Türkiye o zamandan bu zaman belini doğrultamayacağı bir iç savaşın içerisindeydi. Çünkü hepimiz çok öfkeliydik. Ölmeyi göze almıştık. Ne olursa olsun diyorduk. Bir tek farklı düşüne hocanın kendisiydi. Çıktı ve şunu söyledi: “Bu tarihin akışı içerisinde basit bir noktadan ibarettir. Herkes evine gidecek, hiç kimse herhangi bir nümayişe girmeyecek.” Biz hepimiz ağlayarak evimize gittik ve hocaya çok öfkelendik. O dönem gençtik ve kanımız kaynıyordu. Vuralım kıralım ne olacaksa olsun düşüncesindeydik. Ancak zaman geçtikçe o dönemde haklı olanın sadece olduğunu anlıyorsunuz. Yani o yüzden o da Necmettin Erbakan oluyor. Çünkü gerçekten orada; “Bu tarihin akışı içerisinde basit bir noktadan ibarettir.” cümlesi yerine “Bu zulümdür ve biz bu zulme direneceğiz. Her türlü yol meşrudur” deseydi, tekrar söylüyorum Türkiye çok tehlikeli bir sürecin içerisine girecekti. O hepimizi eve gönderdi. Evet taş bastık kalbimize ağlaya ağlaya eve döndük. Ancak süreç geçtikten sonra görüyorum ki tek doğru düşünen sadece oymuş, biz yanlış düşünüyormuşuz. Çünkü zarar gören Türkiye olacaktı. Belki o zamanı planlayan derin güçler o çatışmayı istiyordu ancak, Erbakan hoca o oyunu bozmuş oldu. Şefkatli ve merhametli yaklaşımıyla o oyunu da boşa çıkarmış oldu. O günün ertesinde il başkanları toplantısı vardı, il başkanları da aynı öfkeyle gelmişti. Yani istiyorlardı ki biz karıştıralım Türkiye’yi, kıralım dökelim. Ama öfkeyi de o dönemi düşününce anlamak lazım. Necmettin Erbakan orada her zamanki gibi rutinde devam etti ve başkanlara iki soru sordu: “Bugün Refah Partisine kaç üye yaptın, Milli Gazete’ye kaç tane abone kazandırdın?” Salon buz gibi oldu, homurdanmalar başladı. Hoca orada demişti ki: “Bağırmak isteyen gitsin ormana istediği kadar bağırsın. Bu ülke bizim ülkemiz, bu millet bizim milletimiz. Her şey zamanla düzelecek. Her zamankinden daha sakin bir sürecin içerisine giriyoruz.” O zaman da insanlar kızdı, öfkelendi hocaya karşı ancak şimdi baktığımızda hoca doğru olanı yapmış. Hakikaten o dönem rahmetli Erbakan bizim istediğimiz gibi konuşsaydı, bizim istediğimiz gibi davransaydı, Türkiye belini doğrultamazdı. İnsanın vatanını ve milletini her şeyin üstünde tutmasını ileri görüşlülüğünü oradan anlayabiliyorsunuz.  

Bütün liderleri ekranlarımıza taşıyoruz, taşımaya da devam edeceğiz 

NÇ: Ankara Kulisi programınız çok izleniyor? Bu izlenme oranlarıyla hedefinizi tutturduğunuzu söyleyebilir misiniz? 

MY: İlla başarılı olsun diye değil ama orada da farklı kesimleri çıkarabilmek etkili oluyor. Biz TV5’te farklı kesimlerden de gazetecilik refleksiyle hareket eden insanları da çıkarmaya çalışıyoruz. Diğer kanallar sadece kadrolu iktidarı övecek insanları çıkarmayı tercih ediyorlar. Hedeflere ulaşma noktasında her zaman daha iyisi vardır görüşündeyiz. Mevcut imkanlar içerisinde biz izleyiciye farklı bakış açılarını sunma çabasıyla yayın yapıyoruz. Bizim mücadelemiz programı her defasında bir adım daha ileriye götürmek. İnsanlar aynı yüzleri görmekten bıktılar. Programlarda farklı yüzler kullanılması gerekiyor. Mesela bütün liderlerin çıkabildiği nadir kanallardan birisi TV5. Buraya Sayın Ali Babacan da çıktı, Sayın Ahmet Davutoğlu da çıktı, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da çıktı, Sayın Mithat Sancar da çıktı, Hüda Par da çıktı, Sayın Perinçek de çıktı. Sadece Sayın Bahçeli’yi çıkartmayı başaramadık. Açık söyleyeyim biz ne A Haber ne de Tele-1 - Halk TV gibi değil herkesin çıkabildiği bir kanal olarak yayın yapmaya çalışıyoruz. 

Gazeteci liderlerle istediği her soruyu sorabilmelidir

NÇ: Birçok liderle yayın yapıyorsunuz. Sizi en çok etkileyen lider, en çok zorlandığınız ve en çok çekindiğiniz lider desek? 

MY: Etkisinden kaldığımız kimse yok. Programda çalışan arkadaşlara da söylüyoruz, gelen konukların hiçbirisine ne yalakalık yapma çabası içerisinde ne de onları zor duruma düşürme çabası içinde olacaksınız sadece gazeteci olarak sorulması gereken her soruyu soracaksınız. Yayın yaparken zorlandığım diyebileceğim tek yayın yerel seçimler önce Binali Yıldırım ile yaptığımız program olabilir. Çünkü öyle bir ortamda olmuştu ki o program biraz gülümsesem yalaka olarak görüneceğim, bir surat assam “adama bak hem adamı çağırmış hem artistlik yapıyor” durumunda kaldım. Programda o dönem gündemde olan İSPARK’ın borcunu da sordum diğer sorulması gereken soruları da sordum. Bizim programlarımızda ölçümüz konuğumuz kırılır ya da kızar diye soruyu sormaktan imtina etmeyerek ya da konuğu parlatacağım diyerek sürekli övmeye de girmeden gazeteciliği yapabilmemizdir. Sorularınızı gazeteci refleksiyle sorduğunuzda konuğunuz da size saygı duyuyor. Bizim yayın anlayışımızda bütün liderlere kapımız açık. En son Sayın Ali Babacan konuk oldu. Ona da zor sorular sorduk ve kendisini anlattı. Gazeteci olarak her soruyu sorabilmelisiniz. 

NÇ: Yakın vadede siyasetteki beklentileriniz nelerdir? 

MY: Siyasetten aslında bir beklentim yok ama Saadet Parti’sinin iktidar olmasını isterim Milli Görüşçü olduğum için. Gazeteciliğe başlayalı 28 yıl oldu ama siyasette çok bir hedefim olmadı. Daha önce adaylıklarım oldu ancak çokta istekli olmamıştım. Benden istenildiği için birkaç kez aday olmuşluğum var. Siyasette bir beklentim yok imkanım olduğu sürece gazeteciliğe devam etmek istiyorum.  

NÇ: ‘Ankara’da neler oluyor?’ diye meşhur bir soru vardır. Bunu bugünler için size sorsak 

MY: Ankara’da değişen bir şey yok aslında.  İktidar açısından alttan alta seçime hazırlık olduğu söylentileri geliyor kulislerden. Muhalefette kendisini sürpriz bir seçime karşı kendisini hazır tutmaya çalışıyor.  

Türkiye’nin nefes almaya ihtiyacı var

NÇ: Gelecek için bir gazeteci olarak ne düşünüyorsunuz. Türkiye’yi kısa orta ve uzun vadede neler bekliyor? 

MY: Türkiye’nin bir an evvel medya açısından da normalleşmeye ihtiyacı var. Her alanda olduğu gibi. Adalette çok ciddi sıkıntılar var, ekonomide çok ciddi sıkıntılar var ama konumuz medya olduğu için medyanın da normalleşmesi gerekiyor. Türkiye’nin artık bir nefes almaya ihtiyacı var. Türkiye’nin konuşabilmeye ihtiyacı var. Bir an evvel bu sıkıntılı korku ortamından çıkıp, herkesin kendi görüşünü rahat bir şekilde beyan edebileceği bir ortamın oluşması lazım. Bunun da en önemli aracılarından birisi televizyonlardır, gazetelerdir. Medya çalışanlarının kendisini daha güvenli ve özgür hissettiği zamanlarda ekonomik ve siyasi sorunlar da çok hızlı bir şekilde ortadan kalkacaktır. Güven olmayan yerde ekonomi de siyasette sıkıntıya düşer. İnşallah bir an evvel normalleşmenin çabası içerisine girmesinde fayda var. Bahsettiğim korona dönemi normalleşmesinden bahsetmiyorum. Bu normalleşmeden de en karlı çıkacak taraf iktidar olur. Muhalefet en başta iktidara lazım.  

 

İlgili Haberler
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler