TİYATRO SANATÇISI TURGAY YILDIZ NGAZETE'YE KONUŞTU: ONURUMU KORUMAYA ÇALIŞIRKEN CESUR GÖRÜNÜYORUM

TİYATRO SANATÇISI TURGAY YILDIZ NGAZETE'YE KONUŞTU: ONURUMU KORUMAYA ÇALIŞIRKEN CESUR GÖRÜNÜYORUM

Youtube’da milyonları güldürürken düşündüren Turgay Yıldız, nam-ı diğer fanatik Ak Partili seçmen Ngazete’ye konuştu: BERAT BEY ÇOK İYİ MALZEME!

Youtube’da milyonları güldürürken düşündüren Turgay Yıldız, nam-ı diğer fanatik Ak Partili seçmen Ngazete’ye konuştu:

-BERAT BEY ÇOK İYİ MALZEME!
-ONURUMU KORUMAYA ÇALIŞIRKEN CESUR GÖRÜNÜYORUM

Tam da eleştiri ve tiyatronun bittiğinin düşünüldüğü bir iklimde O,  Youtube’a yüklediği 3-5 dakikalık videolar ile milyonlara ulaştı...
Bizleri gülümsetti. 
Gülümsetirken düşündürdü. 
Yarattığı iki önemli karakter,  milyonların sevgilisi oldu. Evet , Ak partili fanatik seçmen ve Raif Abi’den bahsediyoruz. 
Ve onların yaratıcısı: Tiyatro sanatçısı Turgay Yıldız’dan.
‘Ama Ayasofya İbadete açıldı’ diyerek bizlere ‘her şeyi unutturan’ Turgay Yıldız ile çok keyifli bir sohbet yaptık. 
Biz çok keyif aldık. 
Umarım aynı keyfe bu röportajda sizleri ortak etmeyi  başarabiliriz. 
İşte o sohbet...
Keyifli okumalar.

Nuray Başaran

whatsapp-image-2020-10-25-at-16-28-37-3.jpeg

ONURUMU KORUMAYA ÇALIŞIRKEN CESUR GÖRÜNÜYORUM

N.B (Nuray Başaran) : Tiyatroya  ve sanata hasret kalmıştık .Siz YouTube'da minik skeçler ile karşımıza çıktınız ve Türkiye sizi çok sevdi. Nereden aklınıza geldi böyle bir şey?

T.Y (Turgay Yıldız):  Aslında aklıma gelmedi yaptığım iş buydu . Daha doğrusu şöyle ; biz 94 yılında başladık politik mizah programlarına Flash TV'de. Önce Nargile Kahvesi, sonra Sabah Kahvesi, sonra Akşam Kahvesi, sonra Bizim Bakkal. Hatta içinde ‘Düm Teke Tek’ diye Fatih'in programını tiye alan program yaptık. Akşam Tıraşı yaptım. Akşam Tıraşı da politik konukları alıp birbirimize tıraş yapıyorduk. Berber dükkanında gelen politik konukları ağırlayıp mavra yapıyorduk. Biz 99'da Flash TV'den kovulduk .Sonra BRT’ ye  geçtik.

N.B:  Niye kovuldunuz? Muhalif olduğunuz için mi?

T.Y:  Politik nedenlerden bütün kovulmalarımız.

N.B: O dönem Kim vardı iktidarda

T.Y:  Üçlü koalisyon geldi.

N.B: Hangisini rahatsız etmiştiniz?

T.Y: MHP'yi, büyük ihtimal. Mesut Bey bizi zaten çok severdi. İyi izlerdi bizi, eşi de çok severdi bizi. MHP'nin oklarını çekmiş olabiliriz üzerimize.

N.B: Ama şimdi daha farklı bir iklim var ülkede.

T.Y: Çok demokratik bir iklim var.

N.B:  Muhalif olmak eleştirmek çok zor. Korkmuyor musunuz?

T.Y:  Geçen o soruyu yine sordu arkadaşlar, herkes zaten cesaret üzerine odaklanıp soruyor. Ben dedim ki , cesur değilim onurlu bir insanım. Onurumu korumaya çalışırken, cesur gözüküyorum. Dolayısıyla cesur gözüküyorum. 
Ben de her insan gibi korkarım ölüm var, sevdiklerimiz var. 
Çara demişler ‘Gorki evlendi’  o da, ‘ yarı yarıya bizden sayılır’ demiş. Evlilik mesela bir muhafazakarlaşma işidir. Ben evli değilim ama ailem var.  Babam var, kardeşlerim var onlar için  İnsan bazen sessiz kalabiliyor üzülmesinler diye. Onur denilince benim canım yanıyor ve sessiz kalamıyorum. 

N.B: Aslında ben o YouTube’daki o koyduğunuz skeçlerde hakaret yok, eleştiri var. Hatta bazen böyle severken dövüyormuşsunuz gibi hissediyorum. İyi bir yöntem var.

ZEKA İŞİDİR ESPRİ

T.Y: Normalde mizahın bin türlü tonu var. ‘Ne hakla 35’e Bakla’ da komik oluyor. Çok felsefi derinliği olan espri de yapabilirsiniz. Zeka işidir espri. Yapmak da ,  anlamak da  zeka işidir. Aslında yapanla anlayanın anladıkları ve yaptıkları ölçü onların zekâsının kalitesini gösterir. Ben hakareti zeki insanların işi olarak görmem. Çünkü çaresizlik anında ortaya çıkar hakaret. Diyecek lafınız yoktur küfür edersiniz. Ben de onu kendime hakaret edilmiş sayarım. Ben zekama güvendiğim için her zaman zeki işlerin peşinde oluyorum. Nezaketle insanlara çok daha ağır laflar söyleyebilirsiniz 

N.B: Aslında tiyatro yavaş yavaş tükendi ne yazık ki, son zamanlarda pandemi ile final yaptı.  Tam da bu noktada siz tek başınıza bize büyük bir tiyatro da getirdiniz. Hem de ayağımıza kadar..

T.Y:  Evet. Tiyatroyu araç olarak kullanıyorum 

N.B: Tek başınıza ama iki karakter getirdiniz ve sevdirdiniz bize. Bir tanesi Ak Partili ve Reis’i ölümüne seven bir seçmen yani siz.  Bir de Raif Abi var. Anladığımız kadarıyla muhalif. Siz kimsiniz,  Raif Abi kim?

T.Y: Benim canlandırdığım karakter Ak Partili.

N.B: Evet. Onun için dedim, severken dövüyorsunuz.

T.Y: O bir yöntem. Şöyle; aslında ne yazık ki Ak Parti seçmeni, hatta AK Parti'nin içindekiler bizatihi, ya meselenin ayırdığında değiller, ya farkına varamıyorlar, ya işlerine gelmiyor ya da hakikaten kötücül düşünülüyor.

N.B:  Ama Ak Partililer de izliyor sanırım sizi.

T.Y: E eğleniyorlar, gülüyorlar.  Ben inceliğin peşindeyim. Birine bağırdığınızda onu daha fazla militanlaştırıyorsunuz. Ben de istiyorum ki -ben yanlış olabilirim bu arada- benim gözümden yaptıkları yanlışları   mizahın imbiğinden geçirip anlasınlar diye anlatıyorum. Belki düzelirler diye. Onlar doğruysa, onlar bana doğrusunu söylesinler görelim. Ama hayat beni teyit ediyor. Çünkü ekonomi ortada. Yerlerde sürünüyoruz. Herkes ya hapse giriyor , ya davalık. Binlerce dosya var adliyede. Sadece sayın Cumhurbaşkanı ile alakalı. Böyle özgürlük mi olur yani?

whatsapp-image-2020-10-25-at-16-28-37-2.jpeg

KİMİ ZAMAN YÖNETENLERİNİZ DE KÖTÜ YOLA DÜŞEBİLİR
 
N.B: Peki o zaman siz bir AK Partili olarak korkmuyorsunuz o karakteri canlandırırken. Nasıl bir AK Partili'siniz?

T.Y: Oradaki yöntemim şu:  Aslında mütedeyyin, gerçekten vatan millet sevgisi var o Ak Partilinin. Fakat kafası şunu almıyor. Yani onu yönetenlerin kötü bir şey yapacağını düşünemiyor. Çünkü şüphesiz Allah korkusu olan bir insan iyidir diye düşünüyor. İlk bakışta doğru. Ama bu kullanılabilir bir malzemedir aynı zamanda. 
Çünkü, insan Allah'tan korkuyorsa ve buradan yönetilme biçimi elde edilecekse, ben de Allah-kitap diye insanları yönetebilirim. Bakın işte o tarikat liderleri, çocuk istismarcıları, hem kadına,  hem kocasına tecavüz edenler -daha üç gün oldu taze haber bu- bunlar var, hepsi din üzerinden yürüyerek insanları kandırıyorlar. Demek ki bu kandırılma araçlarından bir tanesi. Kimi zaman yönetenlerimiz de bizi kötü yola düşürebilir. Ben de uyarıcı oluyorum burada. Ak Partilinin  anlayamadığı soruları Raif abi uyarıcı etkisiyle, biraz dikenli şekilde -gülde var ortada-  uyarıyor.

N.B: Raif abi karşı partiden sanırım. Hangi partiye mensup? Nasıl bir karakter? 

BEN, ‘ BİZ KARDEŞ OLABİLİRİZ’ DİYORUM

T.Y: Aslında Raif Abi partisiz. Benim çizdiğim Raif Abi. Çünkü o hakkın yanında. Yani bir partiden ziyade, doğrunun peşinde olmayı yeğleyen bir adam. Ben de onu istiyorum. Çünkü partizanlık öteki tarafı yine kalınlaştırıp militanlaştırıyor. Öteki dediğim, ötekinin öteki olarak gördüğü kişi. Ben de ötekileşmenin bu ülkeye çok büyük zarar verdiğini düşünüyorum. Bu kavganın sonu yok. Çünkü herkes kendine doğru derse ,biz mahalleleri ayırmak zorunda kalırız. Ben de tam tersine biz kardeş olabiliriz diyorum.

N.B: Peki Raif Abi’nin Almanya'da yaşaması, rahat muhalif olabilmesi için mi?

T.Y: Almanya'da olduğu için rahat konuşabiliyor.

N.B: O da herhalde önemli bir detay.

RAİF ABİ BİR TOPLAMIN SÖZCÜSÜ

T.Y: Yani tabii orada bir soyutlama yapıyorum. O bir toplamın sözcüsü gibi. Söyleyemeyenlerin ya da söylenilmeyenlerin sesi gibi oluyor orada. Ya da şöyle... Herkes bu soruyu soramadığı için,  Raif abi özgür ve soyut bir karakter, o soruyor. 
Mesela Shakespeare, döneminde kendi memleketinin sistemini eleştirirken olayı tabii ki İngiltere'de geçiremiyordu. Ya Danimarka ya Kıbrıs'ta geçiriyordu. Kıbrıs mitolojisinde ya da Antik Yunan hikayelerini alıp kullanıyordu. Sanatın yöntem sorunu olmaz. Sonsuz tane yöntem bulup, yasakları delip söyleyeceklerinizi söyleyebilirsiniz. Yeter ki hakaret etmeyin 

N.B: Sayın Erdoğan’ı, Türkiye’de ölümüne sevenler var. Ancak öyle bir kesim de var ki, ‘ölsün’ diyor. 

T.Y: İkisi de yanlış.

N.B: Yani arada kalan pek bir kısım yok .Herhalde siz o ölümüne seven tipi canlandırıyorsunuz .

T.Y: Bu refleks. Aslında ikisi de yanlış. Ölümüne sevmek ve ölümüne nefret etmek düşünceyi askıya almak demektir. Yani birine kuşkusuz bir varlık olarak bakmak ...Yani o zaman o yaradan olur. Yani kuşkusuz varlık diyeceğimiz tamamlanmış varlıktır. O da Tanrı’ dır zaten. Herkesin hatası olabilir. Ama ‘hayır bizimki hata yapmaz’ diyorlar. Öteki de her yaptığına hatalı diyor. İkisi de yanlış. Solda olanlar, ‘ Tayyip Erdoğan şüphesiz hatalı bir adamdır’ diyorlar. Sağdakiler de, ‘ şüphesiz hatasız bir adamdır ‘diyorlar. İkisi de metafizik. Tehlikeli bir şey bu.

N.B: Bir gün sayın Erdoğan sizi davet etse, çağırsa?

T.Y: Ben davete icabet ederim. Kindar bir insan değilim. Şöyle ...Kim çağırırsa çağırsın.

N.B: onu çok seven bir seçmeni, bir vatandaşı canlandırıyorsunuz.

T.Y: Evet ben aynı şekilde onunla konuşuyorum.

N.B:  Mesela şimdi karşınızda Erdoğan var diyelim ne dersiniz? ‘Gel bakalım Turgay’ dedi. ‘Otur bakalım şuraya, ben nerede yanlış yapıyorum’ dedi. 

T.Y: Vallahi sayarım hepsini.

N.B: Şimdi saysanız birkaç tanesini...

T.Y: Yok o zaman ona diyecek bir şey kalmaz. 

N:B: Çok şey var mı sayağınız?  

T.Y: Ya şöyle... Çok var ama ben sadeleştirerek söyleyebilirim. Ben onun yerinde olsaydım kriz yönetimini çok daha başarılı hallederdim. 

N.B: Pandemi krizini mi?

whatsapp-image-2020-10-25-at-16-28-37-1.jpeg

BAĞIRAN İNSANLAR YORULURLAR

T.Y: Her türlü krizi. Şöyle...Bağıran insanlar yoruldular. Çok bağırıyor. Bu kadar bağırmam. Bağırma bir süreden sonra etkisini yitirir ve sıradanlaştırır insanı. Bunun farkında değil.

N.B: Aslında üç şey ile gelmişti biliyorsunuz: yasaklar, yolsuzluk, yoksulluk.

T.Y: Y’lerin kendisi var da içini başka türlü doldurabilirsiniz.

N.B: Ne dersiniz mesela?

ERDOĞAN’A , ‘KASMAYIN BU KADAR ‘DERDİM

T.Y: Kasmayın bu kadar derim. Çok kasıyor. Çok geriyor insanları. Bütün siyaseti  tırnak içinde söylüyorum  ‘Ce-ha-pe’ üzerinden kurulu. Ve ötekileştirmeye dayalı. Bütün yönetim biçiminde de bir tehdit yaratıyor. Ve bu tehdit ya ‘Ce-Ha-Pe’ üzerinden Ya da ‘Batı’ gibi bir soyutlama. Bizim halkın ezbere bir ‘batı korkusu’ vardır. ‘Batı bizim ülkemizi bölecek, ele geçirecek’,  ‘Din elden gidiyor’ gibi. Bu temel korkuları kullanıp olmayan bir soyut varlık yaratıyor. ‘Ben gidersem bunlar gelir’ diye insanları korkutuyor ve bununla da yönetiyor. Böyle olmaz bu iş.

N.B: Ama hep kavga ederek -kendine göre mücadele- bize göre kavga- iktidar oldu. Şu anda da dediğiniz gibi bir düşmanla kavga ederek hep onun mücadelesini verip kazanarak kendini iktidarda tutuyor.

T.Y: Bu kadar kavgaya gerek yok. 

N.B: Ama bir sabah bakıyor ki muhalefet yok. Muhalefet kalmadı. Ondan da sıkılıyor olmalı.

T.Y: Ayna var, kendisi ile kavga edebilir.

N.B: Geçen bir video vardı gördünüz mü? Yaşlı bir amca vitrinin camında kendini görmüş. Herhalde uzun zamandır kendi de aynada bakmıyor, izlediniz mi onu?

T.Y: Bir sarhoş vardı onu mu diyorsunuz?

N.B: Sarhoş değil. Yaşlı, beyaz sakalları var.

T.Y: Yaşlılıkta bir çeşit sarhoşluk oluyor bazen.

N.B: Ama siz muhalefeti de eleştiriyorsunuz. Oraya da muhalifsiniz. ‘Kılıçtar’ diyorsunuz. ‘Kılıçtar’ size göre nasıl?

T.Y: Ben sempatik buluyorum. İyi insan elektriği var. Fakat lider anlamında beni coşturan bir adam değil. Mesela ben onu dinleyip ayağa kalkmam. 

N.B: Neden?

KILIÇDAROĞLU HEYECANLANDIRMIYOR
 
T.Y: Heyecanlandırmıyor. Şöyle, mesela bana deyin ki ‘Kılıçdaroğlu'nun şöyle bir vaadi var.’ Benim için bir gelecek projeksiyonu olsun. Ben de heyecanlanıp ayağa kalkayım. Yok. Yani, yapacağı iyileştirmeler falan başka bir şey. Ama bir sloganı yok ki. İnsanın bir şeye ihtiyacı olması lazım. Bir yol haritasına. Uğruna kavga edeceği bir şeye. Bu vatan olur, bayrak olur, iyi bir dünya ülküsü olur. Adını korsunuz ben de heyecanlanırım. Sosyal demokratların böyle bir sorunu var. Çok yumuşaklar. Ve zannediyor ki halk bunu öyle deyince anlıyor. Öyle değil ama o işler.

TAYYİP BEY’İN BİR BAŞARISI VAR

N.B: Peki az önce yarım kaldı. ‘Tayyip Bey beni heyecanlandırıyor’  gibi bir şey diyordunuz galiba? 

T.Y: Tayyip Bey'in bir başarısı var. Kendisi beni heyecanlandırmıyor. Beni yoruyor. Kendi kitlesinin kültürel kodlarını çok iyi bildiği için, İslami terimle terminolojiyi çok yerinde kullanıyor. Milliyetçi muhafazakar söyleme çok hakim. Nerede sesini yükselteceğini biliyor. Kitle de buna hazır. Teşne yani. Hazır bunların etkisi altında kalmaya. Çünkü öteki dünyaya inanıp bu dünyadan umudunu kesenlerin cennet beklentisi ve cehennem korkusu oldukça,  sonsuza kadar yönetirsiniz bu insanları. Diyorlar ki zaten bu dünyada bir şey olacağımız yok.

N.B: Siz bir skecinizde diyorsunuz ki ‘bir kere seçtik yeter’ 

T.Y: O,  Müşteba söylemi.

N.B: Evet Müşteba çok ilginçti.

T.Y: Müşteba karakteri bir toplamdı. Birçok defektin yok olmuş, kül olmuş hali. Bütünleşmiş haliydi.

N.B: Bir dönem Zeki Alasya, Metin Akpınar vardı. Uzun süre Türk halkı onları çok sevdi ve hep mevcut sorunları onlar dile getirdikçe rahatladık. Uzun süredir böyle bir şeye ihtiyaç vardı. Ve siz birdenbire bize ufuk açtınız.

T.Y: Estağfurullah.

İYİ İNSAN İÇİN İLAÇ OLABİLİRİM KÖTÜNÜN CANINI YAKARIM

N.B: Çok keyifle izliyoruz. Siz bu karakterlerden hangisisiniz? Kendinizi kimin yerine koymak istiyorsunuz? Bundan sonraki süreçte ne gibi bir yol haritanız var?

T.Y: Sanatı araç olarak kullandığım için onu bilemiyorum. Koşullar beni bazen zorlayıp yaratıcı kılıyor, bilmiyorum sonraki aşamayı. Çünkü mesela Müşteba benim kafamda yoktu daha öncesinde. Raif Abiyle konuşan abi de yoktu. Birçok insan yoktu aslında. Ben başlangıçta kendim olarak var ettim. 
Amerika'da başladım skeçleri çekmeye. Vatan hasreti çekerken, gazete haberlerini okuyup sinirlenip skeç çekip rahatlıyordum. Orada biraz karşılık görünce izleyici tarafından...  Sonra kitle giderek çoğaldı. Sonra ben de kendi evrimi mi yaşadım. İşlerim daha olgunlaştı. Özellikle ben kamera ışık falan kullanmıyorum, cep telefonuyla çekiyorum. Hatta tersine kimi zaman çirkin olmak pahasına yapıyorum. Çünkü o gerçeklik duygusunu artırıyor. Bu seçtiğim yöntemin dünyada örneği yok. Bu yaptığımı da ekol gibi görüyorum. İçinde subliminallerin saklı olduğu, gerçeklerin bazen o anda, bazen güldükten sonra canınızı yakabilecek şeyler bunlar. Bazıları zehirli , bazıları iyileştiren. İyi insan için ilaç olabilirim ama kötünün canını yakarım. Mizahla. Ama hakaret yine olmayacak onun içinde.

N.B: Başka karakterler de görecek miyiz? sizi hep AK Partili olarak mı izleyeceğiz? Mesela bir CHP'liyi de görebilir miyiz?

T.Y: Tabii, yaptım aslında ben. Mesela Kılıçdaroğlu’nun iskambille ilgili açıklamasının -bana sorarsanız talihsiz açıklamasının- skecini yaptım. Orada kahvedeki bir tipleme teşekkür ediyor Kılıçdaroğlu'na 

N.B: Onu kaçırmışım ben.

LEİNDE GÜCÜ TUTAN İNSANLA HESABIM

T.Y: Yaptıklarım var. Ama şöyle... Hani nasıl oylara baktığınızda AK Partinin bir gücü var, medyanın %95'i ona ait. O yüzden ben pozitif ayrımcılık yapıp CHP’yi, İYİ Parti’yi ve HDP’yi biraz daha bu tarafta tutup masum kılıyorum. Masum olduklarından değil. Görece. Elindeki gücü tutan kişi ile benim hesabım var. Ötekilerin yapma yeteneği  yok. Ancak seçim zamanı onlarla kavgaya girerim. Şu anda onlar muhalefet partisi. Zaten biri her gün dayak yiyor; yani HDP. Gözaltılarla kayyumlarla falan canı yanıyor. Evet içinde tartışılmaya açık bir kapı var. Çünkü bu Kandille ilişki sürdüğü sürece ,soru işareti kaldığı sürece , o adamlar sizi her zaman döverler. Dövme lafını tırnak içinde söylüyorum. Bu dayak -dilemem olsun ama- musallat olacaktır. 

N.B: Ne kadar aralıklarla YouTube'a skeç yüklüyorsunuz?

T.Y: Hemen her gün. Bazen skeç çok iyi gidiyor, onun tadılması lazım daha. Bazen çok nadir İki üç gün falan tuttuğum oluyor arayı. Mesela Raif abi ile ilgili Ayasofya skecinde ben 3 gün skeç koymadım, çünkü milyon izlendi.

N.B: O mükemmeldi.

T.Y: O da şöyle... O gün ben bir skeç koymuştum, akşam evden çıkarken haberler düştü telefonuma: ‘Ayasofya ibadete açıldı’ diye. Ben geri döndüm, ayakkabıları çıkardım, hemen kılığımı kıyafetimi değiştirdim, bıyığımı yaptım ve geçtim karşısına çektim. O spontan, yani bir metin yok. Doğaçlamadır o, mesela diğerlerinde olduğu gibi.

HERHANGİ BİR PARTİM YOK

N.B: Peki şu anda, ölümüne Tayyip Bey'in arkasından giden bir seçmeni görüyoruz. Onu canlandırıyorsunuz. Turgay Yıldız aslında kim ?

T.Y: Benim herhangi bir partim yok. Hiçbir zaman zaten bir düşüncenin -külliyen bir düşüncenin- parçası olamam. Çünkü her düşüncenin düşüncedaşları , düşünceden bağımsız defektler yaratıyor. O defektlerin parçası olmak istemiyorum. O yüzden bir örgütün içerisinde yer almayı yeğlemem. Tek başıma olmayı isterim. Tek derdim iyi bir dünyada yaşamak, yani mutlu olmak istiyorum. Mutluluktan kastım öyle bir evim olsun deniz kenarında falan gibi değil. İnsanların öldürülmediği, canlıların yaşamını sürdürebildiği bir dünya hayalim. Kendimi anlamaya çalışıyorum. Dünyayı da anladığımca dile getirmeye çalışıyorum. Kendimle ilgisi olanlar bana. Ben kendi skeçlerimi kendime çekiyorum, içinde yayınlıyorum onları ama dış dünyaya da söyleyecek sözlerim var. Bir de yeteneğim var. O yetenekle belki insanlara katkım olur. Nasıl  doktor hastalıkları tedavi ediyor. Ben de insanları güldürerek , biraz kafaya diken atarak, kıymık  beyinde yürüsün diye işler yapıyorum. Yazmayı çok seviyorum. 

N.B: Öyle mi? Var mı yazı çalışmanız? 

T.Y: Tabii. Zaten tek kişilik bir gösterim var: “Ülkeyi Yedi Cüceler”  Yazdığım çok oyun var. Müzik yapmayı çok seviyorum.

N.B: Evet, onu kaçırmışım ben. Gördüm, ama çok kısa süre oynamış galiba değil mi?

T.Y: Ne yazık ki... Pandemi girdi. Normalde Almanya turnem vardı. Pandemi başladı. Salon falan kiralanmıştı.

N.B: Onu da Youtube’dan yayımlama imkanınız olmuyor mu?

T.Y: O profesyonel bir çekim. Tiyatronun tadı tiyatroda alınıyor. Sinema tekniği ile tiyatro örtüşen bir sanat değil. Yani mesela bir oyunu seyredin, bir de aynı oyunu videodan seyredin, batıyor.
 
N.B: Doğru. 

T.Y: Çünkü tiyatro iki boyutlu, sinema gibi değil. Tiyatroda sizin optiğiniz ne kadarsa mesafe de o kadar. Tekli olsun diye çok ciddi çalışmanız lazım. Ancak Cem Yılmaz'ın yaptığı gibi işe yarayabilir. Onu çünkü teyp olarak da dinleseniz ses olarak da dinleseniz gülebiliyorsunuz ona. Benim işim de biraz tiyatral malzeme olduğu için aynı lezzeti vermeyecektir.

N.B: Cem Yılmaz şu anda galiba sağlık çalışanları için bir şey yapıyor. Dün gündeme geldi. Sizin öyle bir çalışmanız var mı?
T.Y: Ben Tiyatrolar için yaptım. Moda sahnesi yararına. 1 Kasım’da da Moda Sahnesi yararına oynayacağım. Ben zaten o çağrıyı başlattıktan sonra bu oldu bunlar. Ben bir  Video çektim.  Dedim ki, ‘Moda Sahnesi ve diğer tiyatrolara gücüm yettiğince tek başıma çıkıp, geliri tiyatrolara  bırakmak için gösteri yapacağım’ dedim. Ondan sonra çıktı onlar ortaya . Onların daha önce düşünmesi gereken bir şey Çünkü onların omuzu kalabalık. Cem Yılmaz'ın 15 milyon takipçisi var Bugün nereye otursa,  o salon dolar. Ben diyelim ki, 300 koltuklu bir yerde 100 koltuğa oynuyorum .O, 3000 kişilik bir yerde, 1000 kişiye oynayabilir.

N.B: İnşallah, sizi öyle de bekliyoruz.

T.Y: Politik işler de zor. İnsanlar kendisini suça ortak hissediyor.

N.B: Eskiden böyle işler  televizyonlardan da çok hızlı bir şekilde teklif alırdı, televizyonlar için cazip alanlardı, televizyondan bir teklif var mı, gelirse değerlendirir misiniz?  

T.Y: Öyle cesareti olan ya da öyle bir gücü olan televizyon yok.

N.B: Cesaret ve güçten kastınız ne?

T.Y: Şöyle… Muhalif kanal beni çağırabilir en fazla...Hemen sayalım, kimler olabilir… Halk TV, TV1, KRT. Üç tane kanal var. Vallahi ben ortadayım. Ben Halk TV'den daha cümle duymadım. Konuk olarak çağırıldım ama komedyen olarak çağırılmadım.

N.B: Sürpriz oldu ATV çağırdı ne yapacaksınız?

T.Y: Benim dediklerime karışmadıkları sürece çıkarım. 

N.B: Mesela dediler ki ‘Kılıçdaroğlu’ nu taklit et’ ne yapacaksınız?

whatsapp-image-2020-10-25-at-16-28-37-4.jpeg

SANATÇININ PATRONU OLMAZ

T.Y: Yok ben asker değilim. Ben sanatçıyım. Bana Kılıçdaroğlu da bunu yap diyemez. Hiçbirisi söyleyemez o cümleyi. Benim öyle bir patronum yok. Zaten sanatçının patronu olmaz . O zaman iş değişir. Hani nasıl sizin mesleğinizde; eskiden gazeteci patronlar vardı şimdi patronların gazetesi var. 
 
N.B: Yok benim için öyle değil. Zaten ben onlara itiraz ettiğim için kendi gazetemi kurdum. 

ŞU AN GAZETECİ DE KALMADI

T.Y: Meslek için söylüyorum. Zaten şu an gazeteci de kalmadı. Birtakım isimler var geçmişlerini bilmiyorum , ‘gazeteciyim ‘ diyorlar.

N.B: Gazete ve TV’ler PR şirketlerine dönüştü adeta.  Muhalefete hizmet edenler, iktidara hizmet edenler diye.

MEDYADA TETTİKÇİLER GALİP ŞU ANDA

T.Y: Tetikçilerle etikçilerin savaşı var. Tetikçiler galip şu anda. Çoğu tetikçilik yapıyor.

N.B: Maalesef. Kimin adına yaptığının da önemi yok yani.

T.Y: Bu Halk TV’de olabilir,  fark etmiyor. İlla birini gömmek değil mesele. Mesela CNN’e bakın, BBC’ye bakın. Veri oluşturur, size sunar. Veri ne? Haberin kendisi. ‘Kaza oldu’ gibi. Yorumu ‘anchorman’lar yapıyor. Önce haberi ver, yorumu sonra yap. Atıyorum,  ‘Kahpe Yunan’ dediğinizde o ideoloji oluyor.

N.B: Bir de o dil haberciliğe uygun bir dil değil. 

T.Y: Habercilik değil. Ama yani hem doğru veri sunmuyorlar,  hem de gerçekte seçme yapıyorlar. Her haberi seçmiyorlar. Görmezden geliyorlar. Bir sürü haber var ortada,  haberi görmüyor.

N.B: Öyle. Keşke sadece görmezden gelse,  manipülatif şeyler de çok fazla.

T.Y: Evet bir de değiştirip,  karıştırıyorlar.

N.B: Sokağa çıktığınızda en çok ne ile karşılaşıyorsunuz? Vatandaş ne diyor?

BANA KİMSE ŞÖHRET MUAMELESİ YAPMIYOR, TANIŞ MUAMELESİ YAPIYOR

T.Y: Bana kimse şöhret muamelesi yapmıyor. En çok hoşuma giden kısım o. Tanış muamelesi yapıyor. Garson geliyor, ‘abi ne haber’ diyor, sarılıyor.

N.B: Kendinden görüyor yani? 

T.Y: Evet evet. Mesela büfeci oradan fırlıyor. Geçen İzmir'de bir çekimimiz vardı –bir de arabanın içindeyim nasıl gördü bilmiyorum- fırladı bir çocuk ‘ağabey izliyoruz’ falan diye. Bazen polis arkadaşlardan da görüyorum izleyenler, gülümsüyorlar. Mahkemeye gittiğimizde avukatlardan hakimlerden izleyenler var.

N.B: Mahkemeye gittiğimizde derken , açılan davalar var mı?  

T.Y: Tabii var.

N.B: Ne için ya da kaç tane?

T.Y: İki tane dava var.  Bir tanesi takipsiz, zaten bir dava girişimiydi. Saçma bir dava daha var; Cumhurbaşkanına hakaret davası.

N.B: Öyle mi?

T.Y: Evet.

N.B: Ne zaman?

T.Y: 11 Kasım.
 
N.B: Hangi skeçteydi?
 
T.Y: Skeç değil, aslında iki tane yazı. Biri bir paragraf, biri şiir. Birinde gizli özne ‘bu adam’ diye geçiyor. Onu niyete yoruyorlar, ‘sen bunu bu niyetle yaptın’ diyerek niyetimi okuyorlar. İkincisi de Muharrem İnce ile olan seçim yarışında,  ‘Reis bizi kekle kekliyor’ diye nakaratı olan bir şiir yazmıştım. Onu hakaret sınıfına koymuşlar,  hakaret yok. Ben olanın resmini çizdim.

N.B: Kaç tane dava var açılmış hakkınızda?

T.Y:  Bir sürü, şuan yüreğimi dağlar. Bir tane dava girişimi var, karakola ifadeye gittim. Gazeteci bir arkadaşım var Didem, onunla alakası olmayan bir skecti. Ben Cüneyt Özdemir'in parodisini yaptım. Bana sorarsanız, Cüneyt Özdemir'in kalınlaştığı ve saçmaladığı bir anlatımın parodisini yaptım. Orada  Didem’ in de  adı geçiyor. Önceki bölümde Cüneyt'in çok amiyane bir tabirle: “Otobüste bir kadın Cüneyt Bey ‘Bana neden yaslıyorsunuz’ diyor. O da Hanımefendi ben size neden yaslıyım” diyor. Bu anlatımın dalgasını geçtim. Didem'in ifadesinde diyor ki; ‘burada Turgay Yıldız bu lafları bana yöneltmiştir.’ El insaf dedim, yani bari izle. Parodi o. Daha dava oluşmadı, ifade verdim. Açacaklarsa açacaklar yani. 

N.B: Çok enteresan. 

T.Y: İkinci bölümde de adı geçiyor. Ama orada konu, HDP’lileri konuk etmeyişi. Yine Cüneyt'in parodisi. Cüneyt diyor ki: “Kardeşim oraya çıkmadıysan gel bana çık” diyor HDP’lilere. Ben de Cüneyt’in yaklaşımını -son dönem özellikle- beğenmediğim için onun parodisini yaptım. Yani Cüneyt’in dalgasını geçtim ben. Cüneyt bana dava açsa anlarım. Açsın yani, ama Didem’le alakası yok konunun. Orada adı geçiyor sadece. O beni ilişkilendirerek ve niteleyerek ifade vermiş. Üzüldüm yani. Severim onu, izlerim ve hiç öyle kafamda husumet yok, önyargı yok onunla alakalı. Onun ifadesini verdim, daha dava açılmadı. Karakolda ifade verdim sadece. Düşünün yani 850 video çekmişim toplamda 1000 küsur videom var. Bir şiir, bir yazı ve bir paragraftan oldu. 

N.B: Ama 850 video da başarı yani.

CHP MAJÖR DEĞİL, YOKSA HERGÜN ONLARIN HATALARINI DA İŞLERİM

T.Y: Tabii, benim beğeni oranım %98. Hadi aşağı yukarı %95 diyim.  Bazen refleks beğenmeyenler var; militarist tayfa. Herkes beğeniyor yani. Ak partililer de diyorlar ki: “biz severek izliyoruz ama biraz CHP'ye de dokunsan.” Sitemle yazıyorlar 
Yani kardeşim 50 tane hatasını onların da çekerim ama onlar majör değil. Yani düşünün, bir nehir akıyor ve taşmak üzere , sen diyorsun ki , ‘buradaki dereyi niye çekmiyorsun?.’ Dere o, sen taşmışsın ve yıkıyorsun. Ben yıkanın peşine gidiyorum. Ne yapayım dereyi. Ama onun majör bir hatası olduğu zaman,  onu da ti’ ye alıyorum. Kaçırmam yani, mesleki deformasyon.

N.B: Herhalde pandemi de youtube da büyümeniz konusunda size katkı sağladı.

T.Y: İzlenmenin artışında sağlandı. Çünkü insanlar eve hapis olunca, e izleyecek bir şey de çok fazla olmayınca... Ne televizyon ,ne programı , ne de eğlenceleri kaldı. Mesela kanserli hastalar yazıyor -çok hoşuma gidiyor onlar-, lösemililer yazıyor ‘sayenizde gülüyoruz’ ya da ‘ben umudu kesmiştim, sayende gülüyorum evladım’ falan. Onlar beni manen mutlu ediyor , çok değerli yani.

N.B: Peki çok özel olmayan, böyle sizi şaşırtan eleştiriler veya tepkiler var mı? ‘Bu da oldu !’ dediğiniz.

YAZIDAN ÇOK KORKUYORUM, HERKES KENDİSİ KADAR ANLIYOR

T.Y: Yazıdan çok korkuyorum. Sokrates’i çok iyi anladım. Platon'a diyor ya: “Benim dediklerimi yazma! Yanlış anlaşılır” diye. Muhtemelen Platon da yanlış anlamıştır. Çünkü herkes kendisi kadar anlıyor. Siz ne kadar anlatırsanız anlatın, anladığımız kadar düşünce. Bir şey yazıyorum ‘Turgay Bey size yakıştıramadım’ Adam yanlış anlamış beni. Dediğimle anladığının ne alakası yok.

N.B: Ben de en Ngazete’de yazsanız ne iyi olur diyecektim.

T.Y: Yazmayı çok seviyorum, benim kendi bloğum da var. Kapattım en sonunda. Çünkü yazının değeri yok artık. Kimse yazı okumuyor. Bir de yanlış anlıyorlar.

N.B: Doğru söylüyorsunuz, ne yazdığınızdansa karşınızdakinin ne anladığı önemli. 

T.Y: Bir gün bana Yıldız İbrahimova  ‘yazar-okur’ dedi. Ben ‘abla okur-yazar’.dedim. O: “Hayır, biz önce yazıp sonra okuyoruz Turgay. Siz yanlış biliyorsunuz.” Doğru söylüyor. Bulgaristan’da alınan eğitimde yazar-okur olarak söylüyorlar. Doğru, çünkü önce yazarak başlıyoruz. Yazma eylemi çok değerli, çünkü yazan insan ‘düşünen insan’ anlamına geliyor. Bir şey yazarken düşünmeniz gerekir. Okurken böyle bir şeyimiz yok. Yani ne anlıyorsak, kafada ne varsa kırıntı. Bir de birikim olmayınca, siz tren diyorsunuz o ‘öpsün sizi Zeki Müren’ yani mesele başka bir tarafa gidiyor. 

N.B: Peki. Herkesin bir hayali vardır. Mesela benim hayalim bir televizyon kurup yazılı gazete falan, bir medya oluşturmak. Pandemi biraz bizi etkiledi. Her şey yolunda giderse siz ne yapmak istiyorsunuz?

T.Y: Onlarca projem var. Oyun projem var. Sinema, film projem var. Onları hayata geçirmek istiyorum. Şiirlerim var, çok kıymet verdiğim yazılarım var. Aslında ben radyoculuğu da çok seviyorum. İnsanlara bir şeyler anlatmayı. Televizyonun  görselliği  olduğu için şeyi   dağıtıyor, ses insanı bir şeye zorluyor.

DURUN YANLIŞ YAPIYORSUNUZ DEMEK İSTİYORUM

N.B: Radyo daha kolay ama yapabilirsiniz.

T.Y: Tabii tabii, radyo daha kolay. Televizyonda insanın ilgisi dağılabiliyor. Radyo bana hala sihirli kutu gibi geliyor. Ben on sene TRT Ankara Radyosu’nda program yaptım, çok keyifli mesela radyoculuk. Hayatım televizyonda geçse de , televizyon bana pek cazip gelmiyor. Şöhret denen şeyi de zaten sevmiyorum. Ama insanlara bildiklerimi aktarmayı isterim. Mizahla felsefeyi de kullanarak falan. Ben insanların mutlu olmasını isterim,  temelde istediğim bu. ‘Durun yanlış yapıyorsunuz’ demeyi istiyorum. Çünkü bunu gerçekten kimse söylemiyor.

N.B: Önce gülsünler mi , düşünsünler mi?

T.Y: Onun bir sistemi yok. İğne battı canımı yaktı gibi refleks olan insan gülüyor, sonra düşünüyor. Onun sıralamasına dair bir algoritma yok, bazı bulduğunuz türükler lafla kendisini taşıyor yani sözün değeriyle. Kimisi komik olunca daha önde oluyor, biraz bulduğunuz malzemeyle alakalı.

N.B: Peki hayalinizdeki siyasetçi nasıl sizin?

T.Y: Valla şöyle... Ben entelektüel bir insan olmasını isterim. Ne yazık ki siyasetteki en büyük sorun bu.  Çok sığ siyasetçilerimiz var. Yani İsmail Cem gibi rahmetlilerin ayarında; ya da Ahmet Ecevit gibi derinliği olan, mürekkep yalamış, okuduğunu-konuştuğunu anladığınız, metne bakmadan konuşabilen, oturduğu zaman size düşünce tarihinin size her türlü çiçeğinden verecek kadar birikimi olan insanlar… Öyle bir insan görmedim, yani insan anlaması lazım, canlı sevmesi lazım, vicdan adalet duygularının olması lazım. Espri yok bu adamlarda-.,

N.B: Ümitli misiniz? 

T.Y: Çok kötü. Yani daha kötü. Siyaset çünkü, terk edenlerden dolayı kalanlarla giden bir yer oldu. Kalanlar da bana sorarsanız -n’olur yanlış anlaşılmasın- bence çöp. Görece olarak söylüyorum. Kalan dediğim kimse o kirliliğe bulaşmayayım diye kendisini geri çektiği için. Kalanların yaptığı işten bahsediyorum. Kalanlar da bu, hızlı olanlar yani.

N.B: Aslında son yerel seçimlerde de on bir büyükşehir belediyesini CHP aldı. Yerel yönetimlere baktığınızda,  Türkiye’nin %60’ının yönetimi ana muhalefette. Hiç oralara bakma fırsatınız oluyor mu? Hani ‘Ce-ha-pe Belediyeciği’ diyor ya Tayyip Bey, nasıl gidiyor oralarda durum?

T.Y: Takip ediyorum. Orada da şöyle, mesela Mansur Bey’i çok seviyorum. Elektirk olarak da yani, ondan kötülük gelmez diye düşünüyorum. Çok olumlu bir karakter. Meclis konuşmalarını dinliyorum siyaset yapmamaya özen gösteriyor.

N.B: Evet, işini yapıyor.

T.Y: Çözüm odaklı konuşuyor. ‘Uzatmayalım, memkeletin hayrına bir şeyler yapıyorum’ gibi. Öteki taraf muhalif olmak için konuşuyor ya da onu yıpratmak için konuşuyor. Sayın İmamoğlu’nun işi çok daha zor. Çok büyük bir şehrin başında, derdi de çok. Oda çok meşguliyetten. Bence ona kanmaması gerekir. 

N.B: İmamoğlu da zaman zaman eleştiriliyor. Belediye Başkanlığı değil de, birden bire  Tayyip Bey’in karşısındaymış gibi hareket ettiği söyleniyor. Ne bileyim işte, depremden çıkıp kayağa gitmesi filan çok eleştirildi biliyorsunuz.

T.Y: Ben bunu çok acımasızca görüyorum. İmamoğlu’nun bana sorarsanız zaafları var.

N.B: Nedir size göre zaafları?

İMAMOĞLU’NUN ZAAFLARI VAR

T.Y: Yani, Cumhurbaşkanıyla bir yarışa giriyor algısını yaratmak doğru değil. En azından şu an değil. Ben olsam kendimi gösteririm. Mesela niye Mansur Bey’e yakıştırma yaptı herkes. Çünkü -den dolayı. Eylemleri vardı, hoşa gitti ve halk dedi ki ‘sen busun’. İzin ver ben seni tanımlayım, kendini tanımlamaya çalışırsan halk ondan hoşlanmıyor çok. Siyasetçi ‘ben buyum’ dedikçe itici oluyor.

N.B: Öyle mi diyor İmamoğlu biraz? Yani bir sanatçı gözüyle, daha doğrusu siz çok eleştirel bakıyorsunuz ya şimdi siyasetçiye. Ne görüyorsunuz onda? İmamoğlu ile ilgili bir skeciniz yok galiba.

T.Y: Çektim, onunla da ilgili var.

N.B: Ben tabii, hepsini seyretmedim.

T.Y: Hayata değen bir şey varsa; bir majör, bir yanlış, hemen skecini çekiyorum. İstanbul aşağı yukarı Türkiye ekonomisinin hem bel kemiği, hem  en çok nüfusunun olduğu il. O yüzden benim için önemli bir şey. Egosunu görüyorum İmamoğlu’nun, egoyu görmemem lazım, egosunu törpülemesi gerekir. Birde etki altında kalmaması gerekiyor. Hani resim çizsek hemen egoyu oraya koyarım. Bir de tribünlere oynamamak lazım. Çünkü bu halk bundan yoruldu.

N.B: Tribünlere mi oynuyor?

HAYAT CANLI YAYIN GERİ BASMA TUŞU YOK

T.Y: Kimi zaman. Yani şöyle, niyeti bu olmayabilir ama sonucu böyle gözüküyor. Mesela geçen yine birisi benzer bir şey söyledi. Canan Hanımın ‘Gazi Mustafa Kemal ve Atatürk’ söylemi. Niyeti o değildi ama efekt olarak o an öyle gözüktü. Sonuçları öyle olunca değiştirmesi çok zor oluyor. Halk bir kere hazır kıta sizi gömmeye çalışıyorken, bir sürü olumsuz yürütücü sizin aleyhinizde propaganda yapıyorken daha özenli olmak zorundasınız. Bir şey izaha muhtaçsa,  geçmiş olsun. Çünkü hayat canlı yayın. Geri basma tuşu yok. hadi sar beni izle diyemiyorsunuz kimseye. Kafada kalıyor. Hele bizim insanımız kahvede duyduğuyla.  ‘Ya gördün mü kardeşim Atatürk ... Babasının oğlu Mustafa Kemal diyor...’ Bitti! Kahvedeki insan bu kadar konuşur.

N.B: Son yaptıklarınız mı haz verici yoksa ondan önceki yaptıklarınızdan daha fazla mı haz alıyordunuz. Ne sizi mutlu ediyor yani sanatçı olarak hangisinden daha çok keyif alıyorsunuz?

BEN TİYATROCUYUM MESLEĞİMİ YAPAMIYORUM

T.Y: Ben burada biraz suya itilmiş gibi oldum, yani niyetim böyle bir şey değildi. Ben tiyatro aşığı bir adamım, mesleğime aşığım. Ben mesleğimi yapamıyorum çünkü mesleğimin işlerliği çok fazla. Tiyatro iyi bir akustik istiyor, iyi bir ışık istiyor. İyi dekor...İyi kostüm... Daha doğrusu oyun ne istiyorsa , onu orada görmek istiyor. Benim mesleğimi yaptığım süre içerisinde tiyatroda ışık aydınlatma aracı olarak kullanıldı ne yazık ki. Seyirci bizi görsün diye. Biz atmosfer yaratamıyoruz. Bir Fransızın bir Almanın bir İtalyanın yaptığı gibi... Orada bilmem bir kontrastı koymak için ne merceğim var ne olanağım var. Parasız pulsuz yaptığınız işte de ne yazık ki böyle. Kendimi de eleştiririm bu açıdan. Yüz akı işlerin altına imzamı atamıyorum. Sahneye çıkıyorsunuz doğru, metniniz güzel olabilir doğru. Ama biçem anlamında sanatta ödünler vermişsiniz yani.

N.B: Birde kazandırmayan bir şey değil mi tiyatro?

T.Y: E tabii, tiyatro para kazandırmaz.Tabii, tiyatrodan para kazanamazsınız.
N.B:  Ama dizler tiyatrocunun imdadına yetişti.  O sektörü nasıl değerlendiriyorsunuz? Biraz tiyatrocular ya da tiyatro oraya kaydı,para kazandı. Ama  burası tiyatro zayıfladı sanki bu nedenle de?

DİZİ SEKTÖRÜ SANATI TESLİM ALDI

T.Y: Sektör sanatı teslim aldı. Sanatın olanaklarını… Daha doğrusu kapitalizm. Dizi bir sanayii artık, dizi sanayii ve film sanayii var. Orada ışıkçısı, setçisi çok fazla para harcanıyor. Sanatı alıp, devşirip bir de konuyu kendisi belirlemek kaydıyla teslim aldı. Yani aldatan kadın aldatılan erkek ya da aldatan karı-koca. Ahlaksızlaşmayı, değersizleşmeyi izlenme uğruna insanların hayatına öykündürecek kadar hayatına sokup, şiddeti meşrulaştırıp. 
Düşünün bu ülkede Polat Alemdar gerçeği var. Gıyabında mevlit okumuş bir Oktay Kaynarca var. Böyle bir şey olabilir mi? Sanat bu kadar hayatı etkiliyorsa ,çok tehlikeli. Biz Aristoteles okuduğumuzda; politikada sanat hareketin taklidiyken,  hareket sanatı taklit eder hale geldi. Yer değiştirdi her şey. Dizi sektörü sanatı teslim aldı. Sanatçı arkadaşlarda parasız kalmama korkusuyla , metnin altına imza atmadığı işlerin içinde kendilerini var ettiler. Yani o arkadaşa sorsan, ‘ mafyayı onaylıyor musun?’  diye,  ‘asla’ der ama mafya karakteriyle, bir de kahraman olarak çıkıyor karşımıza. Oturuyorsunuz diyelim Beyoğlu’nda bir meyhanede. Garson hesap almıyor ‘abi senden almayız’ diye. Çünkü kahraman. Hangi kahraman? Mafya kahramanı. O kadar kötü bir şey yani. Etkisi büyük.

N.B: Hiç dizide oynamayı düşündünüz mü? Teklif geldi mi, yoksa kendi tercihinizle mi ayrı durdunuz?

T.Y: Şöyle, ben menajerlerle falan çalışmam zaten, eğer beni beğeniyorlarsa telefonum var bana illaki ulaşır insanlar. Ben dizilerde oynadım bu arada. Hiç büyük dizilerde oynamadım ama TRT’nin yaptığı işlerde -eski ortağımla hatta biz yazıp oynadık- üç sene. TRT’de çok işin altına imza attım. Bir ara Tekin Akmansoy’un -rahmetlinin- ‘Sonradan Görmeler’ de oynadım on üç bölüm. Böyle şeylerim var. Ama bunlar sayacak, cv’ me koyacak şeyler değil. Ben öyle dizi peşinde koşmam. Ya da ‘şu programın içerisinde olayım’ falan demem. Tiyatroyu yeğlerim. Tabi bende Nazım Hikmet gibi parasız kaldığım zamanlar- takma isimle olmasa da- yaptığım fason işler var. Senaryolar yazdığım, para kazandığım, belgesel yazdığım falan. İkinci sınıf işler diyeyim. Sanat olmayan, ama sanatı kullandığınız malzeme olarak. Altına imza attık parasız kaldığımızda.

N.B: Peki, son olarak sizin izleyicinize, hayranlarınıza ne diyeceksiniz? Bir Ak Partili karakter olarak, birde Raif abi olarak. Yani iki önemli karakter var şu anda sizin yarattığınız?

T.Y: Ben Ak Partili karakteri anlıyorum. Korkuları yerli değil, ama anlıyorum. Korkuları yersiz. Çünkü elinde bilgi olmayınca söylenen şeyin gerçek olduğunu zannediyor. Ben o yüzden diyorum ki , lütfen bakın! Yani kim söylüyor, niye söylüyor ve neden şimdi söylüyor. Dün mesela Sayın Cumhurbaşkanının daha önce söylediği ve sonra söylediği arasında dünya kadar fark var. Taban tabana zıt. Dedim dedi. Demedim dedi. Demedim demedim dedi. Demedim demedim, demedim de dedi. O zaman de ki aynı insan bir konuda dört farklı düşünce sunuyorsa,  o zaman ben düşünmek zorunda kalırım niye böyle yapıyor diye. Bunun adı pragmatizm. O gün; o geçer akçeydi o gün o türküyü söylüyordum. Bugün; bu geçer akçe bu türküyü söylüyorum. E bir ara milliyetçiliği ayaklar altına aldı, kendisi söyledi. Bugün milliyetçiliği seçim sloganı haline getirdi. Ve slogan haline getirdiği dünya görüşüyle düşmanken kardeş oldular. Şu an ittifak halindeler.

N.B: Tayyip Bey, çok pragmatist bir lider.

T.Y: Evet, yani bende bunu doğru bulmuyorum. Etik bulmuyorum daha doğrusu. Ben ne olursa olsun kimsenin suyuna gidecek bir adam olmadım. Suyuna gitmeyin çünkü suyuna gittiğin zaman en çok başkasının suyundan atlıyorsunuz.

BERAT BEY ÇOK İYİ MALZEME

N.B: Berat Bey ile de ilgili çok skeç yapıyorsunuz? 

T.Y: Berat çok iyi malzeme.

N.B: Nasıl yani?

T.Y: Komik. İngilizcesi Türkçesinden daha iyi bir kere. Çok akıcı bir İngilizcesi var. Bir Amerikalı gibi, ayırt edemezsiniz. Çok akıcı konuşuyor. Ama Türkçesi berbat. Bakın ben ekonomi okumadım. Zerrece anlamam ama ben ondan daha iyi ekonomi yaparım, onu söyleyeyim size. Ekonomi yönetiyor bir de.

EN BÜYÜK EKSİĞİMİZ AHLAK

N.B: Çağırsa mesela sizi, ne diyeceksiniz? 

T.Y: Doların yükselişini görüp ben dolarla dövizle ilgilenmiyorum ne demek ya? ‘Sen maaşını dövizle mi alıyorsun’  diyor Ahmet Hakan’a. Böyle soru mu olur? Hayatımızda aldığımız her ürünün arkasında döviz var. İhraç malları bunlar. Bütün her şeye fiyatı öyle yansıyor. E benzin her gün artıyor. Doğalgaz her gün artıyor. Dolara bağlı hem de. Ve sen diyorsun ki ben dövizle ilgilenmiyorum. Tabii ki senin ihtiyacın yok çünkü. Ben ilgileniyorum dövizle zaten sorun o. Ve çok demagoji yapıyorlar. 
Şunu da anladım insanlar onlara inanıyorlar. Ne derlerse desinler. ‘Bizimki söylüyor’ diyorlar. Bende diyorum ki bunun bizimkisi olmaz. Doğrunun bizimkisi olmaz. Doğru doğrudur. Ama bütün insanlara diyeceğim şey: “din sizi bağlar ama ahlaklı olmak zorundasınız.” Bizim en büyük açığımız şu anda ahlak. Ahlak eksiğimiz var. Beş vakit namaz kıl, kiliseden çıkma … Bilmem hangi dine inanırsın. Ama ahlaklı olmak zorundasınız. Ahlaklı olamazsak biz bu toplumu kaybederiz.

N.B: Tesadüf bu ya karşılaştınız Berat Bey ile.

T.Y: Ben cümle kurmam. Yani tanışmıyoruz. 

N.B: Tanışmak ister misiniz?

T.Y: Yani, şöyle... Niye isteyim o istiyorsa oturup konuşurum. Bana soracakları varsa cevap veririm ama benim ne öyle tanımış bir insana konuşma durumum olmaz. Kızgınlıklarım var. Onu da mizahla dile getiriyorum. Çünkü ülkeye yazık oluyor. Gerçekten bu kadar iş bilmezlik olmaz, yani bilmiyor. Ne okuduğunu bilmiyorum. O diplomayı nasıl aldığını bilmiyorum. Ben vermem mesela ekonomi profesörü olsam. Ya da işletme okuyorsa.

N.B: Bunu söylüyorsunuz zaten bir skecinizde.

T.Y: Evet. ‘Berat abi sen ciddi misin?’ diye sordum yani. E dalga mı geçiyorsun bizle yani. Benim paramla keyif çatıyorsun, benim paramla hava atıyorsun benim paramı batırıyorsun, değersizleştiriyorsun ve dolar 9 lira oldu. Euro 10 liraya kapı çaldı. 9.90.

N.B: Evet öyle.

T.Y: Rica edeceğim, yani bunun onda birini herhangi bir muhalif parti olsa,  şu anda yer yerinden oynamıştı ben size söyleyeyim.

N.B: Ne dersiniz mesela şu an bir cümle kursanız Berat Bey’e?

T.Y: ‘Berat abi ciddi misin?’ derim. Yani ciddiysen beraberliği nikah dairesinde noktalayalım. Muhtemelen benimle evlenecek herhalde. Bu kadar halisane duygularla baktığına göre. Ama ben heteroseksüelim, yani o yüzden olmaz.

N.B: Peki, teşekkür ederim. Sağ olun.

T.Y: Ben teşekkür ederim.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler