ŞAHBABA?!

ŞAHBABA?!

ŞAHBABA?!

Kitabın adı: "Şahbaba"!
Yazarı: Murat Bardakçı!

Vahideddin’in, sade bir "insan" olarak, dönemsel öyküsünü çok güzel anlatıyor.

Kitap'ta, o dönemin "devlet"indeki çürümeyi, "milli mücadele" ve Ankara ile İstanbul arasında oynanan "iktidar" ve/veya "devletler oyunu"na dair birçok belgeli iz var!

Vahideddin’in iktidarı boyunca tek derdi var, o da "Saltanat"ını kurtarmak!
 
Kurtuluşu, İngiliz & Fransız statükosunda ve/veya mandasında görür!
 
Ağabeyi Abdülhamid’in "denge politikası"nı (İngiliz ile aranı iyi tut, Fransız ile dost kal) aynen tekrarlar!
Alman arka planlı "İttihat Terakki"den nefret eder.

Ne var ki, küresel aksta konjonktür değişmiştir!?
"Denge politikası"nı uygulamak mümkün değildir...
 
Yalnız, "yüksek siyaset"ten anlamadığı için Vahideddin bunun farkında değildir!
"Başyaver"inin dilaltı mesajlarını dahi doğru okumaktan uzaktır!

Mustafa Kemal’i, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduğu, "Saltanat"ı kaldırdığı için kendisine "ihanet" etmekle suçlar!
 
Çünkü; Gazi, Samsun’a gizli görevle giderken, Saltanat’a sadakat yemini etmiştir.

Ne var ki, Gazi, vatanı düşman işgalinden kurtardıktan sonra "İşte Padişahım zafer! Devletinizin başına geçip yönet" dese, Damad Ferid’e söz geçirememiş, elinde oyuncak olmuş Vahideddin’in, "yeni devlet"i yönetme imkan ve ihtimali var mıdır?!

Yoktur!
 
Çünkü, hem korkak, hem de devlet işlerinden anlamaktan uzaktır!
 
Ordu ile arasında sıcak bir bağ yoktur, çünkü "Başkumandan" olmaktan uzak, hasta ve yaşlıdır!
 
Padişah olması bile büyük "sürpriz"dir, onun için!

Osmanlı tasfiye edilmemiş olsa, Vahideddin muhakkak ya devrilip hapse atılacaktı ya da öldürülüp yerine aileden biri geçirilecekti!
Tarih benzer örneklerle dolu!

Osmanlı’nın son Padişah’ı olduğu ve "işgal"e seyirci kaldığı için "hain olmak"la suçlanması ağır olmuştur!
O da tüm açıklamalarında, dilinin döndüğünce, "hain" olmadığını anlatmaya çalışmıştır!

Vahideddin’in zavallılığı, "işgal altında saltanatı"nı sürdürebileceğini zannetmiş olmasıdır!
"Manda"cı bir padişahın peşinden gidilir mi?!

Mustafa Kemal’i eşsiz kılan ise "özgürlük benim karakterimdir" demesi, inadına ölümüne zafere, milli kurtuluşa yürümesidir!

Padişah Vahideddin de ataları gibi olabilseydi, bu tatsız son yaşamazdı!?
 
Ki, Osmanlı, Vahideddin "Padişah" olmadan çok önce çökmüştü!
Sadece nasıl tasfiye edileceğiyle ilgili uzlaşı yoktu!

Demem o ki:
"Saray"da ürkek vücut dili ile dolaşan, "tilki" olan Vahideddin, "Milli Direniş" sırasında mesajları doğru okumakta zorluk yaşamış bir fanidir.

Azrail fıkrasında olduğu gibi önce Damad Ferid kaçtı!
Sonra "Kuvva-yı Milliyeci"lerin "Vahideddin’i asacakları" dedikodusu İstanbul’da dolaştı!
 
Ardından bazı Nazırlar sessiz sedasız istifa etti..
Sadrazam, mührü teslim etmeden gitti, kayboldu!

Saltanat’ın kaldırıldığı haberi geldi!
Buna rağmen, çocuklarının "Şahbaba" dedikleri Vahideddin, mesajı almakta zorlandı!

Azılı "Ankara" ve/veya Mustafa Kemal düşmanı, milli mücadelenin kazanılmasının ardından övgü düzmüş olsa da, Ali Kemal yakalandı, sonra da linç edilerek öldürüldü!

O sırada linç edilen kendisi idi, yine anlamakta zorlandı!
Bu ortamda dünürü Abdülmecid, sırtını döndü!

Cuma namazı sonrası dua okunurken, ilk defa Sultan ve Halife’nin adından hiç bahsedilmedi!
 
Oysa ki, bunların hepsi, sonun geldiğinin, "git"in mesajı idi!
Çanlar, "Şahbaba" için çalıyordu!

Hal böyleyken...
Vahideddin ne yaptı?!
Gitti, 16 yaşında Nevzad Hanım’la evlendi!
Daha doğrusu, sarayın "bahçıvanının kızı" olduğu iddia edilen 16 yaşındaki bir hanımı, nikahına aldı!

Öldüğünde son nefesini, son eşinin, Nevzad Hanım’ın kucağında verdi!
Son sözü ise "Biraz safram kabarıyor, bana bir tas getir" oldu!

Vahideddin hakikati anlayana kadar, Ankara’da sabah oldu!

Dünya’da devlet tanıtmak zordur, ne var ki, aynı "Dünya" Ankara’yı, TBMM’yi, Atatürk’ü tanıdı!
 
Sonra da "Şahbaba" arkasına bakmadan İngilizler’in katkısı ile bu diyarlardan ayrılıp gitti!

"Milli Mücadele"yi doğru anlamak, okumak için Başyaver Naci Paşa’yı ve milli mücadeleye eşsiz katkılarını çok iyi bilmek şarttır!

Sözün özü:
Her daim, gördüklerinin yarısına duyduklarının hiçbirine!
Sadece ter akıtmak yetmez, neyi neden yaptığını da bilmek şart!
Aynı zamanda "Mesajları" da doğru okumak elzem!

"Kukla"nın sonu?!

Sırtını bir dış güce yaslayıp "mandacılık" yapanları dışarıda nasıl bir hayat bekliyor?!

Bu soruya, kıdemli gazeteci ve "yazar" Murat Bardakçı’nın "Şahbaba" kitabından birkaç alıntı ile cevap verelim:
(Öncelikle bir not:
Kitap kapağındaki Vahideddin tablosunda manidar bir el hareketi var; başparmak, işaret parmağı ile orta parmağın arkasına saklanmış, her an çıktı çıkacak hissi veriyor!)

Vahideddin, İngiliz askeri gemisine binip kaçtıktan sonra hayatı cehenneme döner!
Zaten İstanbul’dan kaçarken tıbben ölüdür!
Ciğerlerinden biri iflas etmiş, kalbi zordadır!
Malta’ya "Cem Sultan" vücud dili içinde getirilir!

Ne var ki, hemen akabinde Londra’da büyük bir tartışma başlar!
"Vahideddin’in masrafı kimin cebinden karşılanıyor?" diye!
"Şahbaba"nın 279, 280, 281, 281. sayfalarında bunun satır satır öyküsü var!
İmkanım olsa, o bölümleri satır satır yazıp yayınlamak isterdim.

Gazeteler kalem kalem, İngiliz Hükümeti’nin yaptığı masrafı yayınlarlar!
Utanç vericidir!
Sonra, bu masrafların hepsi Vahideddin’in cebinden karşılanır.
(İngiliz bankalarında 20 bin İngiliz lirası karşılığı mücevheratı vardır.
O hesabı kullanması sürecinde de ciddi sıkıntılar yaşar!)

İş bununla kalmaz!

Vahideddin, her halukarda kendisini İngilizler’in koruyup kollayacağına inanmıştır, bu yüzden satacaklarını hiç aklına getirmez, kabul etmek istemez!

Malta’dan Hicaz’a, Şerif Hüseyin’in yanına doğru yol alır!
İki İngilizci yanyanadır!

Halife Abdülmecid mektup yazıp karşı çıkar ama "Şahbaba" gider.

Atatürk’e "hain" diyen Vahideddin, Osmanlı’yı İngilizler ile işbirliği yapıp parçalayan Şerif Hüseyin’e tek kelime etmez!
Gırtlağını oracıkta sıkıp hak ettiği dersi vermez!
"Halife"lik üzerinden yeniden bir dönüş arayışı içindedir.

Demek ki neymiş, İngiliz'e uşaklık edince her şey serbest, İngiliz’in oyununu bozan ise hain!
"Hadi canım sende"!

Kitabın 298. sayfasında, "İngilizler tarafından son kullanım tarihi geçmiş", şimdi de atılma vakti gelmiş eski bir Sultan olarak diplomatik dille "istenmeyen adam ilan edilmiştir" ama o anlamamakta ısrarcıdır.

Her yere mektup yazar, netice alamaz!
Hiç kimse Ankara’daki Hükümet ile başını belaya sokmak istememektedir.
Son derece dokunaklı, zavallı boş çırpınışlar!

Ezcümle:
2012 Türkiyesi’ne gelene kadar da, BOP’un Turkuaz kıyafetli hainleri, alçakları oldu!
Operasyonu yapan güç merkezlerince kullanıldılar!

Onlar da kaçıp kurtulacaklarını zannediyorlarsa, Vahideddin’in tecrübesi, sefaleti ortada!

Damad Ferid’e gelince...
Bir sefil gibi ölür!
Son sözü, "Mazhar bana yasin oku! Hayır! Hayır! Namazdan sonra oku!" olur!

Mustafa Kemal, Vahideddin’in öldüğü haberini alınca (Sayfa 413) iddia odur ki, şöyle der:
"Çok namuslu bir adamdı!
İsteseydi, Topkapı’nın bütün cevahirini götürür ve öyle bir ordu kurup dönerdi ki!?"


Murat Bardakçı, bu sözü Hamdullah Suphi Tanrıöver’e atfen söylüyor.

Hemen sağlamasını yapalım:
Vahideddin'in "namuslu" bir adam olduğu doğru!
Dürüst!
Ailesi, kızları da öyle!

Ne var ki, cümlenin ikinci kısmı söylenmiş olamaz!

Neden, niçin, niye?!

Böyle cevvaliyeti olan bir fani, önce vatanını ve/veya mülkünü işgal eden güçlerin karşısına dikilirdi!
Cesaret, yürek ortaya koyardı!

İkincisi, İngilizler, Vahideddin’de bu gücü görmüş olsaydı, parası olmasa da, silahlandırıp, peşine de Arapları takıp, Ankara’ya hücuma geçirirdi!

Hülasa:
Son kullanım tarihi geçmiş olanın yükünü kimse taşımak istemez!
Tasfiye eder!


Hamdullah Suphi’ninki ölünün ardından güzel söz söylemekten ibaret!
Gazi hayatta iken söylemiş olsaydı, muhakkak tekzip yerdi.
Bunlar hoş ama boş lakırdılar!
"Nutuk" ortada!

Sözün özü:
Vatana ihanet edenin, sığınacağı güvenli bir liman, o gün de yoktu, bugün de yok!
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler