Prof. Dr. Anıl Çeçen

Prof. Dr. Anıl Çeçen

RUSYA SICAK DENİZLERE İNİYOR

       Dünya haritasına bakıldığı zaman büyük bir çarpıklık olduğu göze çarpmaktadır. Avrupa kıtasında küçük küçük devletçikler yer alırken, Avrupa’nın yanı başında Avrasya bölgesinde dünya karalarının altıda biri oranında uçsuz bucaksız kara parçalarının, tek bir devletin çatısı altında olduğu anlaşılmaktadır. Sekiz milyarlık dünya nüfusu belirli bölgelerde küçük ülkelere sıkışmak durumunda kalırken, yeryüzünün bütün kuzey toprakları boyunca uzanan bir Rus devleti geleceğe dönük bir belirsizlik içerisinde varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Tarihin her döneminde bir yaşam ve yerleşim alanı olarak kullanılan Rusya topraklarının, yer kürenin kuzey bölümünün büyük çoğunluğunu meydana getirdiği görülmektedir. Kuzey kutbu ve bu bölgeyi çevreleyen kuzey buz denizi gibi alanlarda sınırsız hegemonyasını sürdüren Rusya Federasyonu, yeni bir dünya düzenine doğru gidilen bir aşamada, kendisine eskisine oranla daha güçlü bir yer aramakta ve bu doğrultuda son derece aktif ve etkili bir dış politika ile dünya kamuoyunun önüne çıkmaktadır. Böylesine bir dönüşümün gündeme getirilmesinde Rus devletinin beş yüz yıllık birikimi olduğu kadar, devletin geleceğe dönük bir veliaht olarak yetiştirmiş olduğu yeni başkanının da istikrarlı ve güçlü bir yönetimi kararlı bir biçimde sürdürmesinin rolü bulunmaktadır. Yirmi birinci yüzyılın ilk yarısında geçmişten gelen hatalı tutum ve davranışların sürdürülmesi ile batılı ülkelerin bir türlü emperyalizmden vazgeçmemeleri nedeniyle, insanlık sonu karanlık bir KAOS ortamına doğru sürüklenirken, en kararlı ve etkili dış politikayı uygulayan bir büyük devlet olarak Rusya Federasyonunun uluslararası alanda eskisine oranla daha etkili bir güç merkezi olarak devreye girdiği görülmektedir.

       Jeopolitik kitapları Kırım ile Kıbrıs arasında kalan orta alanı dünyanın merkezi coğrafyası olarak ilan ederken, Rusya’nın konumu önem kazanmakta ve bu alanın bütün kuzeyini kapsayan böylesine geniş bir devletin merkezi alana girmesinin önlenmesi, dünya çapında bir batı hegemonyasının korunabilmesi açısından zorunlu olarak gösterilmektedir. Orta çağ sonrasında Atlantik ülkeleri küresel doğrultuda dünya imparatorluklarına yönelmişler, beş büyük kıtanın her yerine el koymuşlar, beş yüzyıl boyunca dünya kıtalarını sömürgeleri üzerinden yönetmişler ama merkezi coğrafyaya bir türlü girememişlerdir. Böylesine bir durumun ortaya çıkmasına merkezi alandaki Türk gücü olarak yedi asırlık Osmanlı İmparatorluğunun direnişi yol açmıştır. Roma ve Bizans İmparatorlukları sonrasında Selçuklu İmparatorluğu ile merkezi alana gelen Türkler, daha sonra oluşturdukları Osmanlı İmparatorluğu ile merkezi alandaki boşluğu doldurmuşlar, Devleti Aliye adı altında bir büyük devletin çatısı altında yedi asır orta dünyaya egemen olarak, batılı emperyalistlerin ve haçlıların önünü sürekli olarak kapatmışlardır. İşte bu aşamada doğup büyüyüp gelişen Rus devleti, Atlantik okyanusundan Büyük Okyanusa kadar uzanan kuzey bölgesi topraklarında yayılırken, kendisinde önceki dönemlerde bu bölgelerde var olan bütün Türk imparatorluklarının yaşam alanlarını eline geçirerek, tam anlamıyla bütün kuzey yarı kürenin egemen gücü konumuna gelmiştir. Dünyanın kuzeyindeki bütün alanlara yayılarak doğal genişleme alanlarını ele geçiren Rus İmparatorluğu on dokuzuncu yüzyıldan sonra güneye doğru gözlerini dikmiş ve Rusların kızıl elması olarak, Türkiye’nin Antalya kentini gözüne kestirmiştir. Rusların dünya hegemonyası planlarına göre, Antalya Rusların olduğu zaman, evrensel alanda mutlak bir Rus hegemonyası tesis edilebilecektir.

       İşte Rusların bu jeopolitik bakış açıları yüzünden batılı ülkelerde yazılmış olan bütün jeopolitik kitaplarında, devleşen Rus ayısının kuzey bölgesine hapsedilmesi ve kesinlikle güneye inmesine izin verilmemesi gibi doğal bir tepki ortaya konulmuştur. On beşinci yüzyılın başlarında bugünkü Ukrayna’nın başkenti olan Kiev kentinde ilk olarak kurulmuş olan küçük Rus prensliğinin, sonraki yıllarda genişleyerek bütün kuzey yarı küresini işgal etmesi batılı emperyal ülkelerde, küresel yayılma ve hegemonyalarının devam ettirilebilmesi açısından ciddi tehlikeler yarattığı için, Rusların güneye inmesinin önlenmesi doğrultusunda büyük bir işbirliği yapılmıştır. Kiev prensliği batıya doğru kaydırılırken, kuzey bölgesindeki yayılmasına ses çıkarılmamış ama Kırım’ın işgalinden sonra Rus Çarlığının Kafkasya ve Balkanlar üzerinden merkezi bölgeye inme aşamasına gelindiği noktada, Osmanlı ordusu Rusların karşısına çıkartılmıştır. Rusların önünün kesilebilmesi için, Kırım’da yeniden Osmanlı yönetimi batıya bağlı olarak oluşturulmak istenmiş, İngiltere ve Fransa’nın öncülüğünde batılı devletler Osmanlıları Ruslara karşı kışkırtarak bir büyük Kırım savaşını gündeme getirmişlerdir. Batılı ülkelerden borç alarak Kırım savaşına sürüklenen Osmanlı İmparatorluğu, hem hazırlıksız olarak yakalandığı bu savaşı kaybetmiş, hem de altına girmiş olduğu borç yükünden kurtulamayarak iflas etme gibi bir bitiş senaryosuna sürüklenmiştir. Bizans sonrasında merkezi alandaki boşluğu dolduran Osmanlı devleti on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, Rus genişlemesinin kuzeyde durdurulabilmesi açısından batılılar tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Kırım savaşını kazanarak Karadeniz’in bu çok stratejik yarımadasını kendisine bağlayan Rus Çarlığı, daha sonraki aşamalarda Kafkaslara ve Balkanlara girerek güney bölgesine doğru açılım sürecini başlatmıştır.

       Mutlak dünya egemenliği açısından Antalya kentini kendi kızıl elması olarak ele geçirilmesi gereken bir hedef olarak önüne koyan Rus yayılmacılığı, on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde Kafkasya ve Balkanlar bölgelerinde ilerlemeye başlamış ve bu alanlar üzerinden Osmanlı devletinin merkezi bölgesi olan Anadolu yarımadasını ele geçirme doğrultusunda ilerleyerek, Osmanlıların Kars, Ardahan ve Batum kentlerini ele geçirerek Van gölü kıyılarına inmiştir.  Kırım yarımadasını ele geçirdikten sonra doğuda Kafkasya’ya, batıda Balkanlara doğru yürüyüşe geçen Rus orduları, İstanbul kentinin yanı başındaki Yeşilköy’e kadar gelerek Osmanlının başkentini ele geçirme aşamasına gelmişlerdir. Aynı dönemde Kafkaslar üzerinden Kars, Ardahan ve Batum’u ele geçirerek Anadolu topraklarına ayak basan Rus orduları, merkezi devlet olarak Osmanlı İmparatorluğunu tarih sahnesinden silmeye yönelmiştir. Kuzey bölgesine hapsedilmekten bıkan Ruslar, Kırım savaşı sonrasında Balkanlar ve Kafkaslar’da özgürce yayılırken, İngiliz ve Fransızların desteği ile toparlanmaya çalışan Osmanlılar, toparlanarak bağımsız devlet olma statüsünü sürdürmek istemişler ama bu konuda yeterince etkin bir sonuç elde edemeyince, kuzey bölgesinin devi olan Rusya’nın sıcak denizlere doğru yürüyüşü devam etmiştir. Avrupa’nın ortasından Asya’nın ortalarına kadar uzayıp giden bir merkezi coğrafya üzerinde ipek yolu ile dünya ticaret yollarının güvenliğini sağlayamaya çalışan Osmanlılar, Rusların büyük ilerlemesi karşısında sürüklendikleri savaşları sürekli olarak yitirerek, merkezi alanda yeniden bir siyasal boşluğun doğmasına meydan vermişlerdir. Ruslar doğu Avrupa’dan Avrupa kıtasına inerek bu küçük kıtayı kendilerine bağlayabilmenin yollarını aramışlar ama her defasında Avrupalılar bir araya gelerek bu kuzey bölgesinin devini Asya kıtasının boşluklarına doğru iteklemişlerdir. Avrupa açısından doğudan gelen iki tehdit olarak, Ruslar ve Osmanlılar birbirleriyle sürekli bir savaş dönemine batılıların kışkırtmaları ile sürüklenmişler ve böylece iki büyük doğu devinin Avrupa kıtasından uzak kalmalarını sağlamışlardır. Ruslar ve Osmanlıların üç yüz yıllık sürekli savaş dönemi sayesinde, Ruslar ve Osmanlılar Avrupa kıtasını ele geçirememişlerdir. Avrupa ülkelerini bu iki doğulu deve karşı birleştiren batı hegemonyası, Osmanlıların Viyana’yı ele geçirmesi ile Rusların Kuzey Avrupa bölgesini işgal etmelerine izin vermemiştir. Bir anlamda Avrupalılar kuzeyden ve doğudan gelen tehditleri karşı karşıya getirerek aradan sıyrılmasını bilmişler, böylece Avrupa’yı Asyalıların yönetmesini önlemişlerdir.

       Rus ordularının Kafkas halklarını çiğneyerek Kars’a girdiği günün ertesinde Büyük Britanya İmparatorluğu Kıbrıs’a girmiştir. Bugün hala Kıbrıs’ta varlığını koruyan bu askeri üsler Atlantik hegemonyasının merkezi alandaki gücünün bir göstergesi olarak devam ettirilmektedir. Kıbrıs üzerinden bütün Orta doğu bölgelerine sızan İngiltere ve o zamanki ortağı Fransa, merkezi alanda Osmanlı İmparatorluğu sonrası için yeni bir siyasal yapılanma hazırlamışlar ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında bunu uygulama alanına koymuşlardır. Böylece, eski Osmanlı hinterlandında egemenlik Osmanlı Türklerinden Atlantikçi İngilizlerin eline geçmiştir. Batı hegemonyasının o dönemdeki temsilcisi olarak İngilizler, kesinlikle Rusların güneye doğru ilerleyişini ve sıcak denizlere inişini öncelikle önlemişlerdir. İkinci aşamada ise, on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde ulusal birliğini sağlayan Alman imparatorluğunun bir Germen gücü olarak doğuya doğru açılmalarına izin verilmemiş ve Fransa-İngiltere işbirliği ile merkezi alanda hem Ruslar üzerinden Slav hem de Almanlar üzerinden bir Germen hegemonyasının önü kesilmiştir. Cihan savaşı bu doğrultuda yönlendirilmiş, savaş yıllarında hem Rusya’nın içerden çökert ilmesi doğudan Japonların kuzey bölgesine girmesiyle sağlanmış, hem de Balkanlar’da Almanya’nın ilerlemesinin önünü kesecek savaşlar ile merkezi alanda bir Germen asıllı bir Töton imparatorluğunun kurulmasına izin verilmemiştir. Osmanlı yönetiminde Abdülhamit’in sağladığı istikrar Ruhsar’a ve Almanlar’a karşı kullanılmış, Osmanlı ülkeleri işgal edilirken, buralarda batı Avrupa devletlerine bağlı yeni sömürge yönetimleri oluşturularak, otorite boşluğu doğmasına giden yolun önü kesilmiştir.

       İngilizler Kıbrıs’tan Filistin’e geçerek bütün Arap yarımadasına yayılmışlar, Fransızları’da yanlarında getirerek, Lübnan ile Suriye bölgelerinde onların da kendilerine paralel yeni merkezi alan sömürgeleri oluşturmalarını sağlamışlardır. İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı’nın Orta Doğu topraklarını ele geçirerek merkezi alanda yayılırken, Rusların önü Doğu Anadolu topraklarında kesilmiş ve Rus ordularının, Kars, Batum ve Van üçgeninin ilerisine doğru gitmesine izin verilmemiştir.  Vladivostok bölgesinden kuzey topraklarına giren Japon orduları Rus çarlığının büyük topraklarını ele geçirince, Rus Çarlığı çökme aşamasına gelmiş ve Japon saldırıları yüzünden kendini korumaya yönelen Rusya, Van gölü kıyılarından Akdeniz’e inme yollarını kullanamamıştır. Rus orduları kuzey bölgesine Japonların desteği ile hapsedilince, Sevr Antlaşması sonrasında İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan orduları Anadolu yarımadasının belirli bölgelerini işgal etmeye başlamışlar ve böylece orta dünyada bir kuzey gücü olarak Rusya’nın egemen olmasına izin verilmemiştir. Rusların en büyük hayali olarak Antalya kenti sıcak Akdeniz sularının kıyısında soğuk kuzeyin büyük gücü önünde ana hedef olarak bulunurken, Atlantik okyanusunun iki büyük emperyal gücü olarak İngiltere ve Fransa bütün Orta Doğu’ya girerek, merkezdeki Türk hegemonyasına son vermişler ve bu bölgede ikinci bir Asya insiyatifi olarak Rus devletinin yayılmasının önünü kesmişlerdir. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında güneye doğru yolculuğa çıkan Rus orduları, sıcak denizler üzerinde de tıpkı kuzey bölgelerinde olduğu gibi bir emperyal hegemonya oluşturmaya yönelirken, batı dünyasının Avrupalı ülkeleri öne geçerek, çeşitli siyasal manevralar aracılığı ile kendilerine bağımlı sömürgeler düzeni oluşturmuşlardır. Rusların önü Yeşilköy de batılı ülkelerin araya girmesiyle önlenmiş, başkent İstanbul’a Rus askerinin girmesine izin verilmemiş ama daha sonraki aşamada, İngilizlerin Türklerin payitaht merkezi olan İstanbul’da askeri bir işgal yönetimi kurmalarının yolu açılmıştır. Asya kıtasından gelen iki büyük Asyalı güç olarak Türkler ile Rusların küçük Asya adı verilen Anadolu yarımadası üzerinde birlikte bir düzen kurmaları, batılı devletlerin ordularının işgali ile önlenmiştir.

       Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Dünya savaşını bütünüyle kaybetmesinden sonra ortaya çıkan merkezi alandaki otorite boşluğu, savaş sonrasında toplanan Bakü Doğu Halkları Kurultayı aracılığı ile giderilmeye çalışılmıştır. Tam bu aşamada, Atatürk’ün öncülüğünde Ankara hükümeti devreye girerek, Misakı Milli sınırları içerisinde yeni bir devleti ulusal bir modele dayanan bir biçimde kurarak, Türklerin tarih sahnesinden silinmelerini önlemiştir. Batılı emperyalistler, merkezi imparatorluğu yıkarken, burada ikinci bir Asyalı yapılanmaya izin vermemişler, batı blokunun kontrolü altında sömürge devletleri kurarak, bunlar üzerinden emperyal hegemonyalarını orta dünyaya taşımak istemişlerdir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Rusların güneye inerek sıcak deniz kıyılarında yeni devlet düzeni kurmaları önlenince, batılı devletlerin askeri birliklerinin Anadolu yarımadası üzerinde at koşturmasından bu kez Ruslar rahatsız olmuşlardır. Çarlık rejiminin çöküşü sonrasında bir KAOS ortamına sürüklenen Rusya’da, Atlantikçiler bir siyasal devrimin önünü açarak bu bölgede yeni bir ideolojik imparatorluğun oluşumuna giden yolu dolaylı yollardan desteklemişlerdir.  İşçi sınıfının olmadığı bir kırsal toplumda batıdan ithal edilen aydın kadrolarının öncülüğünde Bir Bolşevik rejimi kurularak, yeni dönemde Kuzey bölgelerinin istikrara kavuşması sağlanmak istenmiştir. Bu ideolojik imparatorluğun başına gelen Tatar asıllı Lenin, ikinci enternasyonelin bir toplantısında, Anadolu’da yürütülen ulusal kurtuluş savaşının bir sosyalist hareket olmadığını ama antiemperyalist bir öze sahip olduğu için, batılı emperyalistlerin merkezi alanı işgal etmesine karşı bir mücadele olduğunu belirleyerek, Sovyetler Birliği’nin bu antiemperyalist ulusal kurtuluş savaşına destek vermesini sağlamıştır. Rusya Müslümanlarının kendi aralarında topladıkları maddi yardımın, Ankara hükümetinin eline geçmesini gerçekleştiren Sovyet yönetimi, batı emperyalizminin Orta Doğu’da yayılmasına karşı Ankara hükümeti ile yakın işbirliği içine girmiştir. Bu aşamada birçok Rus temsilcisi Atatürk Türkiye’sine gelerek, bu sıcak deniz ülkesi ile yakınlık kurma çabası içerisinde olmuşlardır. Bakü Kurultayından gelen işbirliği süreci, batı emperyalizmine karşı devam ettirilmiş ama Atatürk’ün öldüğü gün, yeni yönetim Atlantik güçleri ile gizli ittifaklar imzalayarak, Rusların Bakü kurultayı üzerinden Akdeniz’e inen bir emperyalizme yönelmesinin önünü kesmiştir.

        Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı’nın geri çekildiği Orta Doğu topraklarına Rusların girmesi önlenmiş ama ikinci dünya savaşı sonrasında Amerika’nın bu bölgeye girmesi önlenememiş ve bu durumun sonucu olarak da iki bin yıl aradan sonra üçüncü İsrail devleti bir Yahudi yapılanması olarak Arap ve İslam dünyasının tam ortasında oluşturulmuştur. Osmanlı sonrasında, Sovyetler Birliği ile batı dünyası arasında soğuk savaş dengeleri merkezi alanda kurulmuş ve böylece Osmanlı yönetiminin yokluğu ile gündeme gelen otorite boşluğu alanı bir güç ve şiddet dengesi ile doldurulmak istenmiştir. Rusların Kars’a girdiği gün Kıbrıs’ı işgal eden İngiltere bu merkezi adadan hiçbir zaman çıkmamış ve daha sonraki aşamada yanına Amerika Birleşik Devletlerini de alarak İsrail’in kurulmasına giden yolu açmıştır. Kuruluş yıllarında Sovyetler Birliği ile iyi geçinen Atatürk Türkiye’si, ikinci dünya savaşına doğru dünya sürüklenirken, Hitler ve Mussolini’ye karşı Balkan Paktını ve Sovyetler Birliği’nin sıcak denizlere inmesine karşı da, en büyük komşu ülke olan İran ile bir araya gelerek Sadabat paktı adı altında bir bölgesel işbirliği ve güvenlik yapılanmasına yönelmiştir. İkinci Dünya savaşı çıkarsa Rusların sıcak denizlere inme hedefi doğrultusunda  Kars üzerinden  Doğu Anadolu ve Orta Doğu bölgelerine ineceğini iyi bilen Atatürk, tarih boyunca uzun süreli Türk hükümdarlıklarının yönettiği İran ile bir savunma işbirliğine girmeyi, bölge dengeleri ve Türkiye’nin bağımsız yapısının korunabilmesi açısından gerekli görmüştür. Orta boy bir ulus devlet olan Türkiye’nin tek başına Sovyetler Birliği ya da batılı emperyal ülkelere karşı koyamayacağını iyi bilen Atatürk, tarihten gelen Türk-İran işbirliği ile merkezi alanının işgallere karşı korunabileceğini iyi biliyordu.

       Sovyetler Birliği dönemi, yirminci yüzyılda batı Avrupa devletlerinin sömürge imparatorluklarının sona erdirilmesinde etkili olmuştur. Atatürk’ün on yıl önceki öngörüsü ile ikinci dünya savaşını okyanus ötesi güç ile Bolşevikler kazanmış ve beş yüz yıllık sömürge imparatorluklarının merkezi olan Avrupa kıtasının üstünlüğü dönemi sona ermiştir. Amerika ile Rusya arasına sıkışan Avrupa ülkeleri kendilerini kurtarmaya çalışırken, Rusya merkezli Sovyet İmparatorluğu Amerika Birleşik Devletleri ile bir dehşet dengesi oluşturmuş ve bu doğrultuda bir barış içinde birlikte yaşama düzeni iki kutuplu dünya yapılanması sayesinde kurulabilmiştir. Sovyetler Birliği gibi bir ideolojik imparatorluğu ABD dengesi ile küresel alanda oluşturan Rusya, bu durumdan yararlanarak güneye doğru yönelmiş ve birçok Asya –Afrika ülkelerinde sosyalist devrimler yaptırarak, bu üçüncü dünya ülkelerini kendisine bağlayabilmenin çabası içerisinde olmuştur. Tıpkı İngiltere ve Fransa gibi küresel alanda sömürge imparatorluğu oluşturmaya yönelen Sovyet gücü Rusya merkezli yönetilirken, Rusların tarihsel olarak gündemde tuttukları sıcak denizlere yayılma politikasına devam etmişlerdir. Balkanlar’da Yugoslavya’nın kurulmasında ve Arnavutluğun sosyalist rejime yönelmesinde etkin olan Rus gücü, daha sonraki aşamada bu iki ülkenin, sosyalist sistemin güvenlik örgütü olan Varşova Paktından ayrılmasıyla gene sıcak denizlerde var olma şansını elinden kaçırmıştır. Balkanlar’da ABD destekli bir NATO yapılanmasında, Yunanistan ve Türkiye yerlerini alarak Sovyet yayılmacılığına karşı bir set oluşturmuşlar ama Hindiçini yarımadası üzerinden sıcak denizlere Sovyetler birliğinin açılması gündeme gelince, İngiltere Çin’de Maoist bir rejimin Sovyetler birliğine karşı bir çizgide örgütlenmesini sağlamış, ayrıca Amerika’da Vietnam adı verilen ülkede askeri bir işgale yönelerek Asya kıtasının güneyindeki sıcak denizlere doğru Sovyet yayılmacılığını önlemeye çalışmıştır. Bu bölgede başlayan Vietnam savaşı uzun sürmüş ve bütün dünya ülkelerinin emperyalizme karşı bir araya gelmesine giden yolu açmıştır. Bir Atlantik gücü olarak ABD, Rusya’nın Asya kıtası üzerinden sıcak denizlere inmesini önlemiştir. Benzeri bir set çekme operasyonu Pakistan üzerinden de yapılarak, batı Asya bölgesi de Rusların sıcak denizlere inmesi açısından kapatılmıştır.

       Jeopolitik kitaplarında yer alan kenar kuşak teorisi doğrultusunda hareket eden batı emperyalizmi, karşıt blok olan Sovyetler Birliğini kuzey yarı küresine hapsetmiş ve güneye doğru bütün iniş yollarını kapatarak, ideolojik imparatorluğun sıcak denizlerde Rus hegemonyası doğrultusunda yayılması süreci önlenmiştir. Ruslar bir büyük imparatorluğu yönetirken her yönden sıcak denizlere inebilmenin yollarını aramışlar, tıpkı Baltık denizindeki Petersburg kenti kenarındaki deniz çıkışı gibi açılma yollarını Akdeniz’de Basra körfezinde, Hint Okyanusunda ve Pasifik bölgesinde yaratabilmenin çabası içinde olmuşlardır. Bunu iyi bilen batının önde gelen emperyal devletleri de kıtaların denizlere açılan bölgelerindeki kenar kuşak ülkelerini ellerinde tutarak, ya da Yugoslavya ile Arnavutluk örneğinde olduğu gibi Rusların önünü kıtaların kıyılarındaki kenar ülkeleri kontrol altına alarak,  Ruslar ile sıcak denizler arasında yakın bağlantılar kurulmasını önlemişlerdir. Soğuk savaş dengelerinde bir türlü sıcak denizlere inemeyen Rusya, dünya ticaret yollarında öne geçememiş ve bu yüzden batılı ülkeler dünya ticaretini sürekli olarak ellerinde tutmuşlardır. Bu yüzden de Rusya’nın ideolojik imparatorluğunu bir ekonomik çöküntüye uğratarak yıkmışlardır. Sıcak denizlere inemediği için dünya ticaretinde geri kalan Rusya, güçlü ordusu ile elinde tuttuğu kuzey ülkelerini bir türlü doyuramamış ve bu yüzden kapitalist sisteme alternatif bir sosyalist ekonomik sistem kuramadığı için, ekonomik yarışı kaybederek çöküşe doğru geçmiştir. Bu durumu yerinde gören batı bloku ekonomik çöküntü sonrasında, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği yapılanması üzerinden insan hakları saldırılarına geçince, ideolojik imparatorluk çatırdamaya başlayarak kısa bir zaman dilimi içinde çökmüştür. Böylesine bir çöküşün kolayca elde edilmesinde, jeopolitik biliminin Rimland adı verilen kenar kuşak teorisinin uygulanmasıyla, Rusların kuzey yarıküresine hapsedilerek sıcak denizlere inişinin önlenmesinin büyük bir rolü olmuştur.

        Sovyetler Birliği çökünce Rusya gene eski sınırlarına geri dönmüştür. Federasyon çatısı altında da çok büyük alanları kontrol altında tutan Rusya devleti, Moskova merkezli jeopolitik konumu nedeniyle gene eskisi gibi bir büyük kuzey gücü olarak dünya haritasındaki yerini korumaktadır.  Ne var ki, soğuk savaş sonrasında içine girilen küreselleşme döneminde tek kutuplu bir küresel yapılanmayı, Amerika Birleşik Devletleri gerçekleştiremediği için çeyrek yüzyıllık bir süre sonrasında, Rusya tekrar dünyanın en büyük güçleri arasında öne çıkarak, küresel bir aktör konumuna gelmiştir. Özellikle küreselleşmenin batılı devletlerin emperyalizmi doğrultusunda gelişmesine karşı çıkan doğulu güçler olarak Rusya, Çin, Hindistan ve Brezilya bir araya gelerek BRİC ülkeleri ittifakına yönelince, Rusya Hindistan ve Çin ile bir araya gelerek dünya ticaret yollarına açılma doğrultusunda sıcak denizlere ulaşma şansını bir başka açıdan elde etmiştir. Daha önceden Küba adası ile kurulan ilişkinin bir benzeri yeni dönemde Brezilya ve Venezuella üzerinden Güney Amerika kıtası ile de kurulmuş ve böylece Rusya’nın sadece merkezi alandaki sıcak denizlere inme hedefi, yön değiştirerek bütün kıtalar üzerinden sıcak denizlere erişme girişimine dönüşmüştür. Balkanlar ya da Kafkaslar üzerinden Akdeniz’e istediği gibi inemeyen Rusya’nın Çin, Hindistan ve Brezilya ile oluşturduğu küresel birliktelik çerçevesinde, öne çıkmasını önleyen batılı emperyalistlere karşı, doğu ve güneyin en büyük devletleri ile işbirliği yaparak sıcak denizlerdeki ticaret yollarına erişme şansını elde ettiği görülmektedir. Ayrıca, batı emperyalizminin Asya kıtasını ele geçirmek üzere örgütlediği doğuya açılma girişimlerini karşı bir işbirliği örgütü olarak kurulmuş olan Şangay İşbirliği Örgütü de yeni dönemde bir savunma mekanizmasına dönüşerek, Rusya ve ortaklarının ekonomik açıdan batılı emperyal güçlere karşı bir alternatif yapılanmaya yöneldiğini göstermektedir. BRİC ve Şangay Örgütleri gibi küresel ortaklıklara giren Rusya, aynı zamanda komşusu olan eski Sovyet Cumhuriyetleri ile de bir Avrasya Birliği oluşumuna yönelerek batının küresel üstünlüğünü önlemeye doğru adım attığı görülmektedir. Gene bu doğrultuda kurulmuş olan Kollektif Savunma Birliği oluşumu da, Rusya’yı batılı rakiplerine karşı güçlendiren başka bir uluslararası örgütlenme olarak devreye girmektedir. Böylece, bölgesel yönlerden sıcak denizlere inemeyen Rusya’nın, daha geniş açılımlar ile alternatif örgütlenmeler üzerinden küresel rekabete yönelerek sıcak denizlerde etkili olmaya başladığı yeni bir döneme girilmiştir.

       Yeni bir yıla girerken, bazı büyük devletlerin ve araştırma merkezlerinin yayınlamış oldukları raporlarda, Orta Doğu bölgesindeki sıcak çatışmaların daha da yayılacağı, Irak ve Suriye’deki iç savaşlar benzeri sıcak olayların Arabistan, Mısır, Libya, Lübnan, Sudan, Somali, Ürdün ve İran’da da ortaya çıkacağı, merkezi alanda yer alan bütün İslam devletlerinin mezhep ve tarikat çekişmeleri aracılığı ile iç savaşlara sürüklenerek parçalanma noktasına gelecekleri açıkça dile getirilmektedir. Daha da ileri gidilerek Afganistan savaşının Pakistan üzerinden orta Asya bölgesine de yayılarak, bir Ön Asya ve Orta Asya savaş alanı yaratılacağı geleceğe yönelen tahminler olarak öne sürülmektedir.  Bu konular ile ilgili olarak kamuoyuna açıklanan İsrail raporunda, bütün İslam devletlerinin terör kullanılarak çökertileceği ifade edilirken, savaş süreci içinde bütün merkezi coğrafya da Rusya’nın etkisinin çok artacağı öne sürülmektedir. Beş yüz yıldır sıcak denizlere inemeyen Rusya’nın küresel ittifaklara yöneldiği bir aşamada kenar kuşak teorisini geçersiz kılarak, büyük ortaklıklara girmesiyle dengelerin değiştiği ve Rusya’nın konjonktürel olarak orta dünya da daha güçlü bir konuma geldiği görülmektedir. İsrail devletinin kurulduğu günden bu yana bölgeyi bir savaş alanına dönüştürdüğü dikkate alınırsa, Osmanlı İmparatorluğu ve Sovyetler Birliği sonrasında merkezi alandaki otorite boşluğunun doldurulamadığı göze çarpmaktadır. Böylesine bir boşluğu doldurmak üzere Atlantik emperyalizminin öne çıkardığı Yakın Doğu Konfederasyonu ya da Büyük Orta Doğu Federasyonu ile Büyük İsrail İmparatorluğunun kurulamadığı anlaşılmaktadır. Bu yüzden siyasal boşluk devam ederken, ya bölge devletlerinin bir araya gelmesiyle birlikte Atatürk’ün öncülük yaptığı Sadabat Paktı benzeri biçimde oluşturacakları bir Merkezi Devletler Birliğinin kurulacağı, ya da bölgeye en yakın büyük güç olarak Rusya Federasyonunun çatışma alanlarına girerek el koyacağı yeni bir döneme doğru gidilmektedir. Bu doğrultuda Rusya iki binli yılların başlarında yakın çevre doktrinini ilan ederek, kendi çıkarlarının bulunduğu komşu ülkeler üzerinde eskisi gibi etkili olacağını ve çıkarlarını koruyacağını açıkça ilan etmiştir. Rusya Avrasya Birliğinin oluşumunda öncülük yaparken, Orta Asya ülkeleri ile birlikte Ön Asya ülkelerini de bunun içine alabileceğini ve oluşturduğu Kollektif Savunma Birliği aracılığı ile sıcak çatışma alanlarına anında müdahale edebileceğini ortaya koymuştur.

       Yeni dönemde, kendisine karşı bir Arap Birliği kurulmasını istemeyen İsrail, Amerikan ve Türk askerlerini kendi savunmasında kullanamayınca ve Kuzey Irak üzerinden kendine bağlı bir güçlü ordu oluşturamayınca, bölgede kendisine tehdit edebilecek sıcak gelişmelere karşı Rusya’yı yeni kurtarıcı olarak ilan etmektedir. Bu doğrultuda Rusya’nın Kırım’ı bir oldubitti ile işgal etmesinde İsrail lobilerinin Rusya’ya yardımcı bir çizgide hareket ettikleri görülmüştür. İsrail: ABD, Avrupa, Çin ve İran ile yakın ilişkiler içerisine giren Rusya’nın askeri gücünden yararlanabilmek için, dolaylı yollardan Rusya’nın Kırım’ı işgaline destek vermiş ama bunun karşılığında Rusya’nın Kıbrıs’tan çıkmasını istemiştir. İsrail kendi çıkarları açısından karşı kıyı konumundaki Kıbrıs’ı kimseye bırakmak istememekte, Rumlara karşı Türkleri, Hristiyanlara karşı Müslümanları kullanarak ada sorununu çözümsüzlüğe terk ederken, Rusya’nın Güney Kıbrıs’taki varlığına da bir son vererek, adayı gelecekte Büyük İsrail devletinin bir eyaleti konumuna dönüştürmek istemektedir. Kıbrıs’a soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği yapılanmasından yararlanarak girmiş olan Rusya, adanın güneyini bir sıcak deniz merkezi olarak kullanmakta, Lefkoşe’de beş bin Rus devleti görevlisi diplomat statüsünde görev yaparken, yüz bin den fazla Rus işadamı da, bütün dünya ülkelerine yönelik dış ticaretlerini bu sıcak deniz adası üzerinden yürütmektedirler. Kıbrıs adasına yerleşen Rusya, bu nedenle artık bir sıcak deniz problemine sahip olan kuzey ülkesi olmak durumundan çıkmıştır.

       I958 de General Kasım darbesi ile Irak’a yerleşen Rusya, daha sonra Suriye’ye girerek Hafız Esat aracılığı ile bu ülkeye de yerleşerek Akdeniz kıyısında Taurus askeri üssünü kurmuştur. Orta Doğu’ya ABD’nin gelmesi ve İsrail’in kurulmasına tepki olarak Rusya Sovyetler Birliği üzerinden merkezi alana ve sıcak deniz kıyılarına yerleşirken, karşı kıyada yer alan Kıbrıs’a da Makarios sayesinde girmiş ve bu adada Akdeniz’in en güçlü komünist partisi olarak Akel’i kurmuştur. Sosyalist sistemin dağılmasına ve bütün komünist partilerin kapatılmasına rağmen, Akel yapılanması İngiliz üslerine karşı bir denge unsuru olarak bu adada Rusya desteği ile korunmuştur. Atlantik emperyalizminin İngiltere, ABD ve İsrail ortaklığı doğrultusunda İngiliz üslerini kullanmasına karşılık, Rusya da Akel partisi aracılığı ile Kıbrıs üzerindeki etkinliğini sürdürmekte ve iki yüz bine yakın vatandaşını bu adanın güney kısmında tutmaktadır. Ruslar’ın Kıbrıs’ta yüz bin kişilik ayrı bir Rus kenti kurduğu bir yeni döneme girilmiştir. Rusya, batının bütün engellemelerine rağmen, Suriye’deki askeri üssü ile Kıbrıs’taki kendine bağlı ekonomik ve siyasal yapılanmasını korumuştur. Bugün için Rusya’nın Kıbrıs adası üzerinden Asya ve Afrika ülkelerine açılarak sıcak denizler üzerinden dünya ticaretine girdiği görülmektedir. Rusya ile İsrail ilişkileri, bölgedeki sıcak gelişmelere göre yönlenirken, Rusya’nın Kıbrıs’tan çıkarılması için İsrail Kırım’ın Rusya ya verilmesini desteklerken, bir anlamda bölgedeki Arap ve Müslüman çoğunluğa karşı, Rusya ile yeni bir işbirliğini de başlatmaktadır. Brzezisnki, son kitabında batı emperyalizmi ile ters düşecek bir Rusya’nın Gürcistan, Ukrayna, Ermenistan ve Beyaz Rusya gibi bölge devletlerini işgal ederek, federasyon çatısı içine alabileceğini söylemektedir. Kafkasya’nın güneyinde yer alan Azerbaycan’da böylesine bir tehdit ile karşı karşıyadır. 2015 yılı başlarken Doğu Anadolu olayları yeniden gündeme getirilerek, Büyük Ermenistan’ın önü açılmaya çalışılırken, bugünkü Kafkas Ermeni devletini kurmuş olan Rusya’nın ilgisi yeniden Anadolu üzerinden Orta Doğu bölgesine doğru kaydırılmaya çalışılmaktadır.

       Avrupa ülkeleri ile büyük bir enerji ortaklığına girmiş olan Rusya, bu yoldan çok büyük zenginliklere sahip olurken, batı ülkeleri ile ilişkilerini yumuşatmaya çalışmakta ama orta Doğu ‘da bir İsrail yapılanmasının Hristiyan Avrupa ile karşı karşıya geldiği yeni aşamada, İsrail lobileri Rusya’nın ilgisini ve ağırlığını Orta Doğu bölgesinde Araplara ve Müslümanlara karşı kullanmaya çalışmaktadır. Kırım konusundaki işbirliği yarın Kıbrıs adasında da devam ettirilirse, bölge ülkelerini alt etmekte gücü yetersiz kalan İsrail Rusya’yı ve bu ülkenin büyük askeri gücünü bölgedeki komşularına karşı kullanmaya kalkışabilecektir. Kırım – Kıbrıs pazarlığı sonrasında benzeri bir pazarlık, Suriye üzerinde de gündeme gelebilir ve bu ülke üzerinde İsrail’in istekleri doğrultusunda hareket etmeyen ABD ve Fransa’ya karşı Rusya ‘nın ağırlığı, Siyonist lobiler tarafından dünya dengeleri için kullanılabilir. Olayların geliştiği son yıllarda Rusya’nın geçen dönemde girmiş olduğu Suriye ve Kıbrıs’tan çıkmaya pek de istekli olmadığı ve batının askeri saldırılarına karşı bu bölgede tıpkı Çin gibi İran ile beraber hareket etmeye çalıştığı göze çarpmaktadır. Bugüne kadar İran ile ortak hareket eden Rusya’nın, gelecekte İsrail’in çıkarları doğrultusunda bölge ülkelerine karşı kullanılması yeni bir dönemin başlangıcı olabileceği gibi, merkezi coğrafyadaki siyasal gelişmelerin yönünü de değiştirecektir. Merkezi alanda batı üstünlüğünün devam ettirilmesi konusunda, İsrail ile Avrupa ülkelerinin ters düşmesi noktasında Rusya bir kurtarıcı olarak Siyonist lobiler aracılığı ile devreye sokulabilecektir. Yeni dönemde Rusya’nın Suriye’deki askeri üs benzeri yeni yapılanmaları, Akdeniz kıyısında bulunan Mısır, Libya, Lübnan ya da Tunus, Cezayir gibi ülkelerde de kurması gündeme gelebilir. Eski Osmanlı ülkeleri zaman içerisinde Rusya Federasyonunun yeni eyaletleri olarak ortaya çıkabilir. Böylesine bir durumun gündeme gelmesi durumunda eskiden var olan Rus-Osmanlı çekişmesinin bir benzeri Türkiye-Rusya arasında ortaya çıkabilir.

       Artık sıcak denizlere inmiş olan Rusya’nın yeni dönemde eskisi gibi bir kuzey ülkesi olarak hareket etmesini beklemek mümkün değildir. Soğuk bölgelerden sıcak denizlere inmiş olan bir Rusya artık eskisinden daha fazla bir uluslararası aktör olarak hareket edecek, kurucu olduğu Şangay Örgütü, BRİC yapılanması, Avrasya Birliği ve Kollektif Savunma Örgütü üzerinden, batı merkezli politikalara karşı doğu merkezli politikaları dünyanın gündemine taşıyabilecektir. Latin Amerika ülkeleri ile sürdürülecek işbirliği beraberinde diğer Asya ve Afrika ülkelerine de yeni açılımları gündeme getirecek ve Rusya eskisine oranla daha fazla küresel alanda güçlü bir süper ülke olarak siyasal gelişmeleri etkileyecek ya da yönlendirecektir. Bu nedenle, Amerika Birleşik Devletleri de politika değişikliğine giderek, merkezi alanda Rusya ile yeni bir işbirliğine gitmeye çalışmaktadır. Soğuk savaş döneminin alışkanlığı olan ABD-Rusya paslaşması ile sorunların daha kolay çözüme kavuşması sağlanacak, ABD’nin en büyük rakibi olan Çin’e karşı Amerika, Rusya ile işbirliğini Avrasya bölgesi ve merkezi alanda daha geliştirerek sürdürecektir. Türkiye üzerinden kurulacak bir tahterevalli de Rusya ile Amerika merkezi alanda kendi siyasal oyunlarını oynayacaklar ve böylece Avrupa’nın emperyal devletleri ile Çin’in yeni bir emperyalist güç olarak Orta Dünyaya girmelerine izin vermemeye çalışacaklardır. Önümüzdeki dönemde ABD-Rusya işbirliği merkezi alanda gelişirken, Avrupa ülkeleri de Çin ile işbirliği yaparak bu yeni ortaklığı aşmaya çalışacaklardır.  Kenar kuşak çevirmelerini ya da, kuzeye hapsedilme senaryolarını aşan bir Rusya Federasyonu yeni dönemde küresel etkinliğini artırırken, sıcak denizlerde at oynatan bir küresel güç gibi hareket edebilecektir.

        Osmanlı tarihi incelendiği zaman, bu merkezi imparatorluğun yedi asırlık hükümranlığının ilk yarısında Selçuklu İmparatorluğundan devralınan bir misyon olarak Avrupa kıtasından gelen Haçlılara karşı uzun süreli mücadele yürütülmüştür. İmparatorluğun son üç yüz yılında ise, kuzeydeki tehlike olarak Rusya’nın sıcak denizlere inmesine karşı, sistemli bir karşı koyuş örgütlenmeye çalışılmıştır. Bu nedenle, Osmanlı ahalisi arasında bir Moskof düşmanlığı sürekli olarak örgütlenmiş ve Rusya’dan kovulan Türkler ile Müslümanların Osmanlı bölgelerine gelerek yerleşmesiyle, Rusya’nın sıcak denizlere iniş harekâtı önlenmeye çalışılmıştır. Osmanlı tarihi ile ilgili bütün kitaplarda kuzeydeki tehlike olarak ele alınan Rus Çarlığının güneye doğru genişlemesi, Rusların sıcak denizlere inişi olarak anlatılmaya çalışılmıştır. Karadeniz kıyılarını ele geçiren Rusların benzeri bir girişimi Akdeniz kıyılarında da gerçekleştirmeye çalışması yüzünden, Osmanlı İmparatorluğu son üç asırlık döneminde sürekli olarak Rus orduları ile savaşmak zorunda kalmıştır. Ruslar Balkanlar ve Kafkaslar üzerinden sıcak denizlere doğru ilerlerken, bu bölgedeki Türk imparatorluğu olan Osmanlı devleti önce çöküş ve sonra da yıkılış dönemlerini yaşayarak dünya haritasından silinmiştir. Bir kuzey devleti olan Rusya’nın sıcak denizlere inerek orta dünyaya egemen olması, merkezi Türk hegemonyasına son vereceği gibi, batılı emperyal devletlerin de merkezi alandaki etkinliklerini devre dışı bırakacaktır.                                                                                                                Türkiye’nin tam merkezinde yer aldığı Orta Dünya’da, hem ABD’nin hem de İsrail’in Rusya ile yeni ortaklıklara ve işbirliklerine yönelmesi, öncelikle Türkiye’nin meselesi olarak gündeme gelmektedir. Daha düne kadar Rusya’ya karşı Türkiye’nin işbirliği yaptığı batılı müttefiklerin, yeni dönemde küresel çıkarları doğrultusunda hareket etmesiyle birlikte, Türkiye içinde bulunduğu bölgede yalnızlığa terk edilmektedir. Bu durumda, Türkiye’nin de yeni bölgesel ve küresel açılımlara girmesi gerektiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Küreselleşme görünümünde küresel şirketlerin ulus devletleri yıkma dönemi sona ererken ve var olan devletlerarasında yeni bir ulusal rekabet aşaması gündeme gelirken, Türkiye cumhuriyeti de Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarından miras kalan siyasal birikim ile cumhuriyetin kurucu iradesinden devralınan jeopolitik bilinci kullanarak, yenidünya düzeninde kendine layık olan yeri bulacaktır. Yeni bir dünya düzeni kurulurken, Türkiye Cumhuriyeti de kendisi için uygun bir yer bulmak zorundadır. Aksi takdirde, Rusların sıcak denizlere inmesi operasyonu ile merkezi alandaki Türk devleti yapılanması sona erebilir. Büyük Avrupa,  Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail gibi projelerin yanı sıra, Rusların Avrasya stratejileri de Avrasya kıtasında hem Türk dünyası varlığına hem de Türkiye Cumhuriyetine karşı çok ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Amerika ve Rusya arasında kurulmak istenen tahterevalli senaryosuna alet olmak Türkiye’yi kurtarmaya yetmeyecektir.  İsrail Siyonizm’inin İslam dünyasına karşı bir Hristiyan güç olarak Rusya’yı Orta Doğu’ya getirmesi, Amerikan askeri gücü yerine Rus askeri gücünü bölge ülkelerine karşı kullanmaya çalışması da, merkezi alana kalıcı bir barış düzeni getiremeyecektir. Dünyanın merkezi bölgesinde kalıcı bir barışın sağlanabilmesi, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’ün gündeme getirdiği gibi, bölge devletleri arasında oluşturulacak bir güvenlik ve işbirliği dayanışmasının örgütlü bir yapılanmaya dönüştürülmesiyle sağlanabilecektir. Türk devleti şimdiye kadar yurtta ve dünyada sulh ilkesi üzerine dış politikasını yürütmeye çalışmıştır. Ne var ki, yeni ortaya çıkan koşullar bu kez bir de bölgede barış ilkesini öne çıkarmaktadır. Amerikan ya da İngiliz ordularının emperyalist güçler olarak bölgeye barış getiremediği dikkate alınırsa, yeni bir emperyal güç olarak, sıcak denizlere inmiş olan Rusya’nın orduları da merkezi alana barışı getiremeyecektir. Bölge barışı bütünüyle harita üzerinde yer alan devletlerarasındaki işbirliği ve dayanışmaya bağlı bulunmaktadır. Bölge devletlerini bölerek barış sağlanamayacağı yarım yüzyıldır ortaya çıkmıştır. Gerçek anlamda barış, bölge devletlerinin bir araya gelerek merkezi bir güvenlik ve işbirliği örgütlenmesine gitmeleriyle elde edilebilecektir.  George amcanın, Sam amcanın ya da Hans amcanın gerçekleştiremediği merkezi barışı İvan amca da bir emperyalist olarak hiç bir zaman istendiği gibi gerçekleştiremeyecektir. İvan amcanın, David amcanın Siyonist planlarına alet olması barıştan daha çok bölgede yeni tepkilere yol açarak çatışmaları tırmandırabilecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar