Çidem Ayözger Ergüvenç

Çidem Ayözger Ergüvenç

MASA DÜŞÜNDÜ

Atatürk’ün kendilerine vermiş olduğu onurlu görevi hakkıyla yapabilmeleri için çok çalışkan, çok akıllı ve çok sağduyulu olmaları gereken tüm gençlerin ve değerli okurlarımın 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor bayramını kutlarım.

Bu kez de masa neler düşünmüş, görelim bakalım.

“Ben çok şanslı bir masayım. Evimizin başköşesine kuruldum. Etrafımda hepsi bir örnek askerlerim var ve onların koruması altındayım sanki. İnsanlar askerlerimin üzerine oturup benim üstümde yemek yiyorlar; bazen dirseklerini bana batırıyorlar, hiç hoşuma gitmiyor. Geçenlerde askerlerimden bir tanesi sakatlandı. Evin beyi koca vücuduyla üstüne çıktı üst dolaptan karısının istediği tabağı alırken düştü, hem kendi canı acıdı hem tabak kırıldı hem de askerim topal oldu; ama tedavi ettireceklermiş, aralarında konuşurlarken duydum. Valla adam düşünce hiç acımadın. Merdivene çıksaydı; benim askerlerimi böyle hor kullanmaya nereden hak buluyor kendinde? Zavallımın tek bacağı sallanıyor ama aldıran yok kim bilir ne zaman doktora götürecekler. Bizim doktorlarımıza marangoz diyorlar ve aslında ayrımcılık yapıyorlar. Her kim ki hastadır, onu iyileştirene de “doktor” denir. Topal askerimin üstüne biri otursa da kendisini yerde bulsa diye dört gözle bekliyorum; insan zahmet edip hiç olmadı bir tutkallar garibanı… Evde ilk yardım önemlidir.

“Bizim evimizde benim bir iki kardeşim daha var ama onlar benim kadar iyi bir yerde oturmuyorlar. Bir tanesi mutfakta; üzerinde neler yapılmıyor ki, kirli tabaklar konuluyor, sebzeler doğranıyor, hamur bile açılıyor. Ev halkı misafir yoksa onun üzerinde yemek yiyor. Ona çok acıyorum, gece yatana kadar bir dakikacık olsun dinlenmeye olanak bulamıyor. Hem üstüne eski püskü örtüler örtüyorlar, benim gibi bakımlı değil. Mutfaktaki kardeşimin bir şanssızlığı da evin kızları! Gece yarısı akıllarına esince kalkıyorlar, buzdolabında ne varsa çıkarıp atıştırıyorlar bir de zahmet edip yediklerini toplamıyorlar bile. Zavallı kardeşim uyandığıyla kalmıyor bir de üstünde bırakılmış olan artıkların kötü kokularla yeniden uyumaya çalışıyor.

“Evin hanımı ile eşinin odasında da bir kardeşim var; ona tuvalet masası diyorlar. Ne çirkin isim; sanki tuvaletten başka bir isim bulamamışlar; bir kez çağrışımı kötü. İnsan süslenirken yüz numarayı mı düşünür? Ama evin hanımı onun karşısına geçip pek güzel süsleniyor; önüne oturduğu haliyle önünden kalktığı hali arasında dünyalar kadar fark var. Bu kadıncağız bir de dağınık ki sormayın, rujunu alıyor, beğenmedi, hop fırlatıyor kardeşimin üstüne, kardeşimin karnından başka bir ruj çıkarıyor, tamam onu beğendi, dudağına sürüyor ama insan yerine koymaz mı? Nerde? Onu da kardeşimin üstüne fırlatıp atıyor. Zavallıcık her zaman düzensizlik çekiyor. Hem karnının içi de üstünden farklı değil. Allıkmış, pudraymış, adını bilemediğim daha nice güzelleşme malzemeleriymiş hepsi darmadağınık.

“Hoş, misafir gelmediği zamanlar benim de halim pek parlak sayılmaz aslında. Kızlar okuldan gelince çantaları, giysileri ne varsa benim üstüme atıyorlar. Benim adım masa, portmanto değil ki! Evin en küçüğü oğlan çocukla da başım dertte. Üstümde ne varsa eliyle süpürür gibi kenara itekliyor, askerlerimin birini üstünde dizleriyle oturuyor, ders çalışıyor. Yazı yazması gerekince kurşun kalemiyle kâğıt üstünde bastıra, bastıra öyle bir yazıyor ki,  canım nasıl da acıyor;  yazdıklarının izi karnıma kazınıyor sanki.

“Ben bu eve geldikten sonra bir akşam yemek yemeğe misafir çağırdılar, aman Allah! Beni nasıl da süslediler; çocuklarının yığdıkları bütün saçma sapan şeyleri temizlediler, üzerime çok güzel bir örtü serdiler, en güzel tabaklar, çatallar, bıçaklar, bardaklar falan yerleştirildi; inanır mısınız bilmem göbeğimin ortasına,  bir de güzel çiçek koydular. Beni yapan adam beni buraya getirdiğinden beri ilk kez bu eve geldiğime sevindim.  Kendimi bildim bileli en güzel halime kavuştum.

“Konuklardan biri bacağı sallanan askerime oturdu, az kaldı düşüyordu. Eh! Oh olsun, zamanında o zavallı topala gereken şefkati göstermediler, olacağı buydu; ama ne yazık ki benim başıma daha beteri geldi. Evin hanımı çorba servisi yaparken topal askerime oturan konuk daha dikkatli oturacağını söyleyerek yine o zavallının üstüne oturdu ve de olanlar oldu. Dengesini kaybetti, servisle uğraşan kadının koluna tutundu; bir kepçe dolusu çorba üstüme döküldü. Sanki ciğerim yandı! Kimin umurunda ki! Herkes aman da örtü kirlendi, yok efendim evin hanımı üzüldü, onların peşinde! Bu insanların duyarsızlığı beni nasıl da üzüyor anlatamam.

“Benim yüreğimin yanmasına kimse aldırmadan peçetelerle falan örtü kurtuldu diye sevindiler, oysa benim makyajım bozulmuş, bir bölümüm cilâsız kalmıştı. Yediler içtiler, üstüme ufak tefek şeyler döktüler ama onlar neyse ki canımı acıtmadı, hatta konuklardan biri tam da yanan yerim üzerine su dökünce yüreğime su serpildi sanki. Sonunda öyle, böyle derken gece bitti. Ben küçük oğlanın böğrümü deşmesine falan artık aldırmıyorum; ne de olsa beterin beterini yaşadım. Bir davet verdiler, kahraman askerimin de benim de başıma gelmeyen kalmadı.  

“Neyse ki izleyen gün çok ilginç bir şey oldu. Bizim üst katımızda bir yaratık yaşıyor ne olduğunu anlayamadım. Küçük, küçük adımlarla tepemde koşuşturup duruyor. Öğleye doğru, henüz benim üstüm portmanto haline gelmeden kapı çalındı. Bir hanım yanında benim şimdiye kadar görmediğim kadar küçük bir insanla bize geldi. Bu küçük insanın adı çocukmuş. Çocuk gelir gelmez askerlerimin birinin üstüne tırmandı; kaşla göz arasında sırtıma çıkıp o duyduğum küçük pat patlarlara bir aşağı bir yukarı koşturmaya başladı. Yanındaki hanım çığlık çığlığa onu yakalamaya çalışırken o diğer yanımda koşmasını sürdürdü. Nasıl da hoşuma gitti bu koşturmalar anlatamam. Yorgun sırtıma nefis bir masaj oldu. Allah razı olsun. Sonra çocuğu indirdiler, ben de sıradan üzüntülerimle baş başa kaldım. Bu da bir kârdır.

“Ben, masa olalı bu kadar acı görmedim dememeliyim. İllâki benden beter durumda olan arkadaşlarım da az değildir; örneğin ütü masası olmayı asla istemezdim. Ben bir gün azıcık bir yerimin yanmasına katlanamadım, onlar ne yapsınlar.

“Cefakâr kardeşlerimden biri de kuşkusuz bilgisayar masası. Gece gündüz demeden ev halkının biri oturuyor biri kalkıyor, dur durak yok, zavallıcık bırakın uyumayı, başını kaşıyacak vakit bulamıyor.  Bir de üstüne, bilgisayar başındayken insanlar sürekli atıştırıyorlar. Kimi sandviçini üstüne koyuyor, içindekiler zavallının göğsüne dökülüyor, kimi sigarasını yanık bırakıyor, zavallının olmayacak yerleri yanıyor, bir başkası oturuyor, çayını ya da kolasını döküyor. İnsaf yani!

“En kıskandığım arkadaşım ise kızların çalışma masaları. Her zaman derli toplu ve düzenli çünkü üzerilerinde pek çalışan yok.

“Bir de benim hiç görmediğim ama varlıkları hakkında bilgi edindiğim kötürüm kardeşlerim varmış, öyle yaratılmışlar. Onlara nasıl da üzülüyorum bilemezsiniz. Bazı evlerde, bacakları olmadığı için onları yere serip üstünde yemeklerini yiyorlarmış. Ayıp olmasın diye üstlerine bir örtü seriyorlarmış ama ne fayda. Engelli oldukları için bizim dünyamızda çok fazla rastlanmıyor ama açıkçası insanların bu yaptıkları resmen azınlık sömürüsü!  Yok, böyle demek yetmez, aynı zamanda engelli haklarına saygısızlık!”

Şimdi yemek tarifi, acı sevenler için çok pratik bir meze ya da atıştırmalık; çok da kolay. Biberli yoğurt, ya da yoğurtlu biber: Acı sivri biber, torba yoğurdu,  zeytinyağı, sarımsak ve tuz.

Sivri biberleri ateşte közleyin, kabuklarını soyun, havanda ya da blenderde ezin. Torba yoğurdunuza katın, sarımsam, isteğinize göre tuz ve zeytinyağı ekleyin. Hepsini birden karıştırın. Cipslere dip, ekmek üzerine sürerek ya da doğrudan meze olarak sofraya koyabilirsiniz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.