Cüneyt Şaşmaz

Cüneyt Şaşmaz

Kod Adı: "PROJE DEMOKRASİ"/2

Sayın Okur,
Adli Tıp Öğretim Üyesi ve Adalet Partisi Genel Başkanı Dr. Vecdet Öz diyor ki;
"Ege'de 19 adamız hala Yunan işgali altında ve üstüne üstlük bu adalarda ABD üs kurdu, ne hükümetten bir açıklama geldi ne de TSK'dan, sineye çekip sustuk..
Kıbrıs müzakereleri son aşamaya geldi, savaşla, şehit kanıyla aldığımız topraklar masa başında müzakere ediliyor, susuyoruz..
Yetmedi, Yunan savaş gemileri Ege’de gövde gösterisi yapıyor, yine susuyoruz..
Musul ve Kerkük'ü Barzani'ye, Süleyman Şah Türbesi'ni YPG'ye verdiler; öz kardeşimiz olan Suriye Bayır Bucak Türkmenleri ve Kuzey Irak Türkmenleri ağlayıp yardım çığlıkları atarken, Arap'ı kardeş ilan edip Katar'a asker gönderdiler, yine sustuk..
Rusya ve Suriye Silahlı Kuvvetleri İdlib’de 34 Türk askerini katletti, iktidar sineye çekip hesap sormadı, sustuk..
Yetmedi, Putin'in ayağına gidildi, Cumhurbaşkanı kapıda, üstelik de ayakta 2 dakika bekletilip küçük düşürüldü, ülkenin onuru yerle yeksan edildi, yine sustuk..
Tank palet fabrikası Katar’a ikram edildi, sustuk..
Generallerimiz suçsuz yere hapse atıldı, ilerlemiş yaşlarına ve sağlık sorunlarına rağmen ısrarla salıverilmiyor, susuyoruz?!"
...
31 Mart yerel seçimlere çok az bir süre kaldı ama görüleceği üzere ülkede alışılagelmiş bir seçim heyecanı yok?!
Vatandaş seçim derdinde değil, geçim derdinde!
Dövizin ve enflasyonun yeniden artış trendine geldiği şu günlerde, bireylerin yaşama tutunma gayreti ve yarınlara dair umutları tamamen tükendi!?
Toplumun ruh sağlığı profili en üst seviyede alarm vermeye başladı!?
Nitekim...
Ülke, tarihinin en vahim sürecini yaşamaktadır ve durum içler acısıdır...
Hal böyleyken...
Bugünlere gelmesinin tek nedeni, hiç tartışmasız, sağcısıyla-solcusuyla, komuta merkezi dışarıda olan ‘İslamcı, Milliyetçi, Osmanlıcı ya da Atatürkçü’ kisveye bürünmüş bukalemun siyaset ve örtülü ihanettir!
...
Bu kapsamda dün yayınlanan Kod Adı: "PROJE DEMOKRASİ"/1 başlıklı yazımın devamını bugün bilgilerinize sunuyorum:
13. Casuslar yerine yayın muhabirleriyle yerinden bilgi elde etmek için yaygın bir yayıncı eğitim programının gerçekleştirilmesi.
14. Gizli ve yarı gizli istihbarat çalışmalarının azaltılması, buna karşılık medya muhabir ağıyla açık ve yaygın istihbarat toplanması, olanaklıysa Amerikan televizyonlarının yerli şubeleriyle yayına geçilmesi, eksik-yanlış bilgilendirme ile kitlelerin yönlendirilmesi, eğitim-konferans-gezi düzenleyerek yerel medya ile kalıcı bağlar oluşturulması.
15. Yanlış ve eksik bilgilendirme:
Kitlelerin akıl denetimlerini ele geçirmek üzere yoğun propaganda ve yanlış bilgilendirme ile tarihsel devlet kurumlarının ve etnik sürtüşmeleri önleyen geleneksel kurumların yıpratılması, toplumsal kimliği karıştırmak için tarihsel ve toplumsal gelişim gerçeklerini tahrif ederek, yeni kimlikli topluluklar yaratılması.
16. Etnik kışkırtıcılık:
Etnik ayrılıkları güçlendirmek üzere kültür anımsatma programlarına başlanarak yerel toplantılardan uluslararası toplantılara adam taşınması, ulusal-bölgesel tarihin bütünleştirici özelliklerinin azımsanılarak, yerel tarih, yerel kültür araştırması adı altında en eskiye özlem yaratılması.
17. Kültürel kaynaşmanın yıkımı:
"Çok kültürlülük" propagandasıyla toplumsal ortak kültürün temellerinin yıkılması.
Uluslararası karşı kampanyalar ile ulusal kurtuluşun simgesi olan anma günlerini ve toplumun tarihten kalma bağımsızlık ve onur simgesi özelliklerini sözde dostluk adına silikleştirerek güdülebilir bir topluluğa dönüştürmek.
Din kültürünün parçalanması, geleneksel akışın kesilmesi ve ulusal dayanışmayı pekiştirici etkisinin yok edilmesi için, "medeniyetler/dinler arası diyalog" programıyla, Batı’nın dinsel kurumlarının güdümünde eritilmesi.
Böylece azınlık din kurumlarıyla, ulusal egemenliğin karşısında ortak, dinsel cephe oluşturulması.
18. İnanmış örgüt liderlerinin yetiştirilmesi:
Liderlik programlarıyla, güdümlü yeni dünya düzenine tapınan ultra-liberal önderlerin üretilmesi ve yeni partiler kurulması, var olanlara yeni liderler yerleştirilmesi; parti programlarının rejimle hesaplaşmaya yönelik, birer kışkırtma programına dönüştürülmesi.
19. Silahlı gücün zayıflatılması:
İktisadi bunalımı bahane ederek, toprak bütünlüğünü koruma aracı ulusal ordunun, silah donanımlarında, komuta kontrol ve iletişim sistemlerinde yenilenme alımlarının kısıtlanarak, zayıflatılması ve ulusal sınırların gevşetilmesi.
20. Orduları ulusal savunma kimliğinden koparma:
Güvenlik güçlerinin ulusal yapıların korunmasına yönelik müdahalelerini önlemek için, profesyonelleştirmek.
Devlet egemenliğine sahip çıkmaya çalışan orduları geriletmek için, kışkırtmalara başvurularak, ordu yönetimlerinin günlük siyasete çekilmesi, ordu içinde politik tartışma, ordu ile halk arasında cepheleşme yaratılması.
21. Devlet yönetiminin kargaşayla ele geçirilmesi:
Seçim darbesiyle egemen devletin ele geçirilmesi.
Merkezi direniş olursa, yaygın ve sürekli kitle gösterileri düzenlenmesi.
Bu sürecin hızlandırılması için halkı ikna edici etnik çatışmaların düzenlenmesi, ölümle sonuçlanan kışkırtmalarla etnik ya da mezhepsel kimliklerin kemikleştirilmesi.
Ulusal egemenliklerinden ödün vermeye yanaşmayan bu tür devletlerin sınırlarının eleğe döndürülmesi işi, örtülü, kirli işlerle becerilemez ve ilgili ülkelerin insanlarının onayı alınmadan gerçekleştirilemezdi.
Bu nedenlerle, "hür dünya" işlerinden, "insan hakları" ve "din hürriyeti" bekçiliğine evirilen operasyon ile ABD’nin uygun göreceği türden demokrasiler kurulmalıydı.
Demokrasi ihracını konu edinen bu incelemenin amacı, adı "Project Democracy/PROJE DEMOKRASİ" olarak Reagan tarafından konulan ve 1980’lerin başından bu yana 92 ülkede uygulanan ve yeni-mandacıların işbirliğiyle örülen AĞ’da, yani "örümcek ağı" içinde çırpınmakta olan Türkiye'de olan bitene az da olsa ışık tutmakta ve "toplumsal-siyasal yaşamın yabancılar tarafından ele geçirilmesini" bir parça olsun sergilemektedir.
(...)
"Yabancı bir devletin, bir ülkenin içinde örgütler kurmasının, eski örgütleri, sendikaları, odaları yönlendirmesinin, onlardan raporlar almasının, bu raporlara göre o ülkeye yön vermesinin bir tek anlamı olabilir.
O da, ülkede var olan devlete paralel, merkezi dışarıda bir yönetim oluşturmak.
Bunun tek sonucu da operasyon nesnesi olan devletin egemenliğinin örtülü olarak yok edilmesidir."
(...)
"İçine sızılan devletin bürokratlarının da yardımıyla, yaygın bir 'medyatik' ve 'entelektüel' yedek güç operasyonuyla, Amerikalıların 'manifacturing public perception' dedikleri 'kamuoyunun algılama dizgesini üretme' sürecinde, aşamalar bir bir geçiliyor.
'Algılama dizgesi üretimi' sonucunda, o ülke insanları, aslında kendilerine benimsetilmiş olan düşünceleri, ya da eylem planlarını, bizzat kendi kurumlarının, kendi beyinlerinin ürünüymüş gibi algılayıp, eyleme geçiyorlar."
(...)
"Ülke yasalarının ve anayasalarının çok etnikli, federatif bir yapı oluşturacak biçimde yeniden düzenlenmesi, operasyonun temel aşamaları arasında, küçük yada büyük, kanlı yada kansız olaylarla testler yapılarak, oluşumun düzeyi ölçülerek hız ayarlanması ve küçük program değişikliklerinin gerçekleştirilmesi asıldır…"
(...)
"Aşamalar birer birer geçilirken, ülke dışında da paralel süreç yürütülür.
Çok kültürlülük propagandasıyla etnik ayrıştırma ve çatışma sürecinin güçlendirilmesi için, insan hakları raporları giderek etnik azınlık hakları raporlarına dönüştürülür.
Avrupa ve Amerika'da etnik ve dinsel ayrılıkçı 'diaspora'ya parasal ve siyasal destek verilir.
Küllenmiş tarihsel çatışmalar, acılar yeniden ateşlenir.
Ülkede özgüveni sarsılmış halkın, gün geçtikçe yabancı kültürüne, yabancı düzenine özenme eğilimleri kışkırtılır."
(...)
"Yıllardır barış içinde yaşayan toplumlar inanılmaz bir hızla önce ayrışır, sonra da çatışır.
Sonuç, ekonomisi yabancıların eline geçmiş, zayıflamış merkezi egemenliğiyle dış politikada bağımsız karar verebilme yetkinliğini yitirmiş, yabancıların dayattığı kararlara mahkum olmuş bir devlet ve tarihsel-kültürel kimliğini yitirmiş Batı’nın alt dereceli bir hizmetkarına dönüşmüş bir halk topluluğu…"
(...)
"Her ülkede olduğu gibi, şirketler için esas olan devlet politikalarına ve kararlarına yön vermektir.
Yön verilecek olan devlet yönetimi ve yasama organları olunca, yönlendirici elemanların niteliği de önem kazanıyor.
Bu nedenle elemanların büyük çoğunluğu, devlet deneyimine sahip eski ve yeni görevlilerden seçiliyor.
İkinci eleman kaynağı ise, yine devlet organlarıyla içli dışlı olmuş akademisyenleri barındıran üniversitelerdir…"
(...)
"Dış ülkelerde izlenecek ABD çıkarlarına uygun ayarlama işlerine denk düşen araştırma, inceleme, değerlendirme çalışmalarını gerçekleştirecek olan dernek, vakıf, enstitü adı altında kurulan, eski memurları, akademisyenleri, şirketlerin seçkin yöneticilerini bir araya getiren örgütlenmeler 'think tank' (düşünce topluluğu) adı altında toplanıyorlar.
Bu sivil örgütlerin (diğer adı ile NGO) Amerika’daki merkezlerinde, emekli dışişleri ve istihbarat elemanları, Amerikaya yerleşmiş üçüncü dünya elemanları, operasyonlarda dünya deneyimli CIA eski istasyon şefleri ve akademisyenler görev alıyor.
'Think tank' örgütlerinin en önemli yararı, ABD yönetimini sorumluluktan kurtarmalarıdır.
ABD resmi organlarının başka ülkelerde araştırma ve incelemeler yapması, o ülkelerce, şimdilerde pek kullanılmayan eski deyimle 'casusluk' etkinliği olarak değerlendirilebilir ve devletler arası anlaşmazlıklara neden olabilir.
Teslim edilen raporlar, ABD resmi belgeleri olarak ele alınıp, casusluk suçlamalarına yol açabilir."
(...)
"Project Democracy" adı altında sürdürülen bu operasyon için CIA eski Direktörü William Colby: "CIA’nın örtülü olarak yaptıklarını açıktan yapıyoruz" demiştir.
(...)
"Türkiye'deki sivil toplum kuruluşu ,think tank, institute veya vakıf adı verilen dernek, yani genel adıyla örgüt, Türkiye’de gerçekleştireceği araştırma, çalışma veya proje için bu iş yada bu işleri bitirince bir rapor, bir kitap, radyo yayını, televizyon belgeseli, hatta roman hazırlayıp, size sunacağım; şu tür bir ekiple çalışacağım ve paraları şöyle harcayacağım.
Bu işler için, sizden şu denli dolar/sterlin/euro istiyorum diyerek, başvuru özet-raporu hazırladığında, bu ön rapor ABD'nin Dışişleri Bakanlığı’na, hem de siyasi işler bölümüne verilmektedir.
İşin bir başka yönü daha yakıcı olabilir.
Para verilmeden önce, ABD Dışişleri’ne ön rapor sunulmasının öteki yüzünde, ABD Dışişlerinin yada ABD NSC (National Security Committee/Milli Güvenlik Kurulu)'nin isteği doğrultusunda 'project' hazırlanması olasılığıdır.
NED’e (National Endowment for Democracy/Demokrasi için Ulusal Fon) bağlı olan bu örgütler, Türkiye'de yürütecekleri projeler için paraları da NED’ten almaktadırlar.
Aslında para kaynağı doğrudan ABD hazinesi, yani devlettir.
NED ise paranın kasasıdır.
NED ile ABD Dışişleri Bakanlığı, şu konularda anlaşmışlardır:
a) NED herhangi bir 'project' işine girişip para vermeden önce ABD Dışişleri’ne bilgi verecektir.
b) NED yönetim kurulu’nun onayına sunulan tüm 'project' önerilerinin bir kopyası, ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Yardımcılığı’na verilecektir.
Yüzlerce bağıştan birkaç örnek:
(1988’ten bugüne diğer bağışlar için 56-69 arası sayfalar)
1991- Parayı veren: NED
Bağış alıcı: CIPE (Centre International Private Enterprise)
Alt bağış alıcı: Türk Demokrasi Vakfı (TDV)
Konu: İş ve Ekonomi
Miktar: 80.000 $
TDV’nin, Türkiye’de özelleştirme için 18 aylık programı desteklenecek.
1997- Parayı veren: NED
Bağış alıcı: CIPE
Alt bağış alıcı: Liberal Düşünce Topluluğu (LDT)
Konu: İş ve Ekonomi
Miktar: 61.710 $
Serbest piyasa ekonomisinin İslam diniyle bağdaştığı anlatılacak."
Bu sivil toplum örgütlerinin ne kadar sivil olduğunun yorumu size kalıyor.
(...)
"Kendi ülkelerinin iç düzenine muhalif olan gruplar, ABD gibi bir kurtarıcı bulmuş olmaktan mutlu olduklarından, yaşadıkları ülkelerini bu sivil örgüt adı altındaki Amerikan misyonerlerine/istihbaratçılarına ihbar etme fırsatını kaçırmamalarının yanında, dünya egemeni olarak gördükleri ABD devlet aygıtı tarafından desteklenmekten de son derece hoşnut kaldılar."
(...)
"Dünyada yerleştirilmek istenen yeni düzenin, demokratik bir düzen olacağı sonucuna varılabilir!?
Bu düzen içinde dünyanın tüm ülkelerinde devletler merkezi otoritelerini yitireceklerdir.
Olabildiğince etnik ayrıma uğramış küçük eyaletlere ayrılmış ülkelerde (Not: dünyada 1000 adet ülke olması öngörülmektedir, şu an sayı 200 civarı, 1980’lerdeki sayı 182 adet) tarihsel partiler eriyecek, vakıflardan, düşünce topluluklarından, ticaret odalarından, insan hakları denetim örgütlerinden oluşan bir siyasal yapı oluşacaktır.
Bu oluşumlar, doğrudan doğruya ABD’nin siyasi partilerine bağlı enstitülere, konseylere, ABD şirket vakıflarına bağlanacaktır.
Ülkelerdeki eğitim kurumları da vakıflaşacak ve ABD akademik dünyasıyla organik bağlar kuracaktır.
Merkezi otoritesini yitirmiş, salt denetleyici kurumlara dönüşmüş devlet örgütlerinin yanı sıra ordular da ulusallığını yitirmiş devletlerin savunma gücü olmaktan çıkacak ve ortak güvenlik güçlerine katılacaklardır.
Herhangi bir bölgesel başkaldırıya (bu bağımsızlık uğruna bir başkaldırı da olabilir) karşı anında silahlı müdahalede bulunulması…"
(...)
"Bu son derece ileri projeye engel olabilecek en önemli kurumlardan biri de dinsel kurumlardır.
Dünya egemenliğinin kurulmasında engel oluşturacak dinsel çatışmaların önlenmesi için 'dinler arası diyalog'un geliştirilmesiyle birlikte kurumsal yapının da oluşturulması gerekir.
En yaygın ve güçlü dinsel kurumlardan başlayarak, tüm dinlere bir yeni merkezi eşgüdüm gereklidir.
Eşgüdümün merkezi elbette Washington’da bulunacaktır.
Öncelikle Amerikalılardan oluşturulan bu kurumsal yapı, IRFC (International Religious Freedom Committee/Uluslararası Din Hürriyeti Komitesi)’dir.
Bu komitede belli başlı dinlerin ve mezheplerin temsilcileri bulunmaktadır."
(...)
"Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir ve hatta denilebilir ki , şöyle veya böyle Amerika ile dostça geçinmeden, destek almak değil, Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar.
Bu realite kabul edilmeli.
Amerika göz ardı edilerek şurada, burada bir iş yapmaya kalkılmamalı."
(...)
"Fethullah Gülen, (Fethullah Hoca ile New York Sohbeti-4, Yeniyüzyıl, 23 Temmuz 1997) Kasım 1996’da, ABD’nin devlet sekreteri Warren Christopher, 'Din ve inanç hürriyetini yaygınlaştırmanın Birleşik Devletler’in çıkarlarının arttırılmasını sağlayacağı' gerekçesiyle ACRFA (Advisory Committee on Religious Freedom Abroad/Dış Ülkelerde Din Hürriyeti Danışma Komitesi)'yi oluşturdu.
Bu yeni kurumlaşmanın gerekçesi olarak 'ABD’nin kuruluşunun temelinde dinsel kurumların bulunduğunu ve Birleşik Devletlerin dünyada din hürriyetini gözetleyerek yaptırımlarda bulunma hakkı olduğu belirtildi.'"
(...)
"23 Ocak 1998’de, 'Din ve inanç hürriyetinin yayılmasının ABD dış politikasında birincil önceliğe sahip olmasını', Dışişleri bakanlığı bünyesinde bir 'Uluslararası Din Hürriyeti Bürosu' kurulmasını sağlayacak yasa taslağı hazırlandı.
Aynı yıl Ulusal Kongre’de çıkarılan yasa; 'Din hürriyetinin yaygınlaştırılması ve (bu hürriyetin) baskı altında tutulmasına karşı çıkma görevi temel (olarak) Amerikan değerleri içindedir ve Birleşik Devletlerin (politikalarına) uygun, önemli ve gerekli bir dış politika hedefidir.
Birleşik Devletler, evrensel insan haklarına bağlı bir dünya lideri olarak ve değişik dinsel nüfusa sahip bir ülke olduğundan, dinlerin tamamıyla ilgili haklardan (da) sorumludur.'"
Kaynak: Sivil Örümceğin Ağında: Project Democracy, M. YILDIRIM

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.