HAYVAN ÇİFTLİĞİ (ANIMAL FARM)

NURAY BAŞARAN

Hayvan Çiftliği, George Orwell'in siyasi hiciv romanı. Roman ilk olarak 1945'te Birleşik Krallık'ta yayımlanmış. 1996'da ise geçmiş tarihler için verilen Retro Hugo Ödülü'nü 1946 senesi için almış. 

Şimdilerde Digitürk’te bu romandan uyarlanmış filmi yayında.

Malum hem bayram tatili hem de karantinada olunca,  izleyeceğim film tercihlerim arasına Hayvan Çiftliği’ni de aldım. 

İyi ki de yapmışım. 

Usta yazarın romanı , ustaca bir sinema filmi yapılmış. 

Yönetmenliğini John Stephenson’un yaptığı 1999 yapımı filmin ana oyuncuları hayvanlar. Ama film sizi insanların başrol oynadığı bir film kadar etkiliyor ve sürüklüyor.

İngiliz yazar George Orwell, aslında ülkemizde daha çok Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı kitabıyla tanıyor. Hayvan  Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş bir diğer çok ünlü eseri. 

1940'lardaki "reel sosyalizm"in eleştirisi olan bu roman, dünya edebiyatında yergi türünün başyapıtlarından biri olarak da kabul ediliyor.

Hayvan Çiftliği'nin baş aktörleri  dediğim gibi hayvanlar. Bir çiftlikte yaşayan hayvanlar, kendilerini sömüren insanlara başkaldırıp çiftliğin yönetimini ele geçiriyor. Amaçları daha eşitlikçi bir topluluk oluşturmak. Aralarında en akıllı olan domuzlar, kısa sürede önder bir takım oluşturuyor ve bu devrimi yapıyor.  Ama devrimi de yine onlar yolundan saptırıyor. Ne yazık ki kısa zamanda insanlardan daha baskıcı, daha acımasız bir diktatörlük kuruluveriyor. 

Filmde insanları suskunlaştıran iletişim aracı olarak  televizyonun nasıl dikta noktasında kullanıldığı ve demokrasi getirmek üzere çıkılan yolun , nasıl daha ağır diktatörlüğe dönüştüğü ve liderlerin körleşebildikleri hayvanlar alemi üzerinden öylesine güzel işleniyor ki….Bu durumu erken gören ve hissedenlerin nasıl hain ilan edilip yok edildikleri de ayrı bir düşündürücü taraf. 

Kendi devrimini yaratanlar,  yeni devrimlere de sebep oluştururken , yıkımın ne kadar büyük olduğu da çok özel anlatılıyor. 

Elbette günün sonunda her zaman yeni kurtuluşlar ve yeni devrimler de hayatın akışı içinde süreklilik arz edecek bir gerçek olarak veriliyor.

Aynı zamanda İngiliz istihbaratı bağlantısı olduğu da bilinen Yazar George Orwell, bu romanında tarihsel bir gerçeği eleştiriyor. Romandaki önder domuzun, düpedüz Stalin'i simgelediği düşünülüyor. Diğer kahramanlar gerçek kişileri çağrıştırmasalar da, bir diktatörlük ortamında her zaman olabilecek kişiler.

Alt başlığı bir peri masalı olan Hayvan Çiftliği, bir masal anlatımıyla yazılmış ama küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değil, çarpıcı bir politik taşlama. Zaten bu nedenle de zaman zaman roman olarak yasaklanan eserler arasına girmiş.
1945 tarihli siyasi roman , Stalin'i ve ülkesini hicvettiğinden  ABD ve İngiltere,  2. Dünya Savaşı sırasındaki müttefikleri Stalin'i gücendirmemek için savaşın en kritik döneminde kitabı basmamayı tercih etmişler. Afrika'da yozlaşmış bazı liderler de kitapta anlatılanları üzerlerine alındığı için , 1991'de Kenya'da da yasaklanmış.

Bana göre film olarak çekilebilmesi büyük şans olmuş. 

Filmdeki domuz karakterlerinin yanında ‘koyun’ların rolü öylesine düzgün verilmiş ki; bence bugünlerde tüm siyasilerin izlemesi gereken baş yapıt niteliğinde. 

Zira o koyunlar ki,  her şeyin farkında! Hem de daha ilk günden… 

Sadece doğru zamanda, doğru hareketi yapmak üzere beklerlerken; hiçbir yanlışın başka bir yanlışla ortadan kalkamayacağı da öylesine ortaya konmuş. 

Günün sonunda ve filmin sonunda yeni düzeni kurmak üzere , -başta koyunlar olmak üzere - kolları hep beraber sıvamak kaçınılmaz oluyor. Ve , vazgeçilmez sanılan herkesten vazgeçilebiliyor. Bitmez denilen düzenler sona erebiliyor. 

Hayvanlar Alemi üzerinden anlatılan kuralların keyfiliği ve keyfi değişimin ise nelere mal olduğu film boyunca en ince işçilikle aktarılmış. 

Devrim amacıyla eşitlik ve demokrasi aramak için çıkılan yolda,  her liderin kendi varlığı için nelerden ve hangi değerlerden farkında olmadan ya da tercihen vazgeçebildiği, kendi ‘ötekiliği’ni kısa zamanda unutup nasıl o acımasız ‘insanlar’ –öteki- halini  aldığı, diğer hayvanların acımasız insanları tekrar arar duruma gelmesinin öyküsünü izlerken ,  o kadar derin mesajlar veriyor ki… Filmin sonunda, her devrimin nasıl diktatörleştiğini size gösteriyor. Hatta daha ileri gidip filmin sonunda ‘demokrasi’ denilen ya da sunulan şeyin aslında bir diktatörlük olduğunu da size düşündürüyor. 

Yani?

Demokrasi ve diktatörlük arasındaki çizgi; o çok ince bir çizgi! Onu yakalamak liderlik! Ve onu yakalayanları tarih ölümsüz kılıyor. Büyük lider olmak ile insanlık tarihine  ‘İYİ’ lider olarak yazılmak aynı şey değil. Her şey o ince çizginin sırrını çözebilmekte. Ve o ince çizgiyi yakalayabilmekte! İstikrarlı sürdürmekte cabası.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.