HATAY’A SARILMAK…(2)

NURAY BAŞARAN

Dinlerin ve medeniyetlerin de başkenti Hatay. Ve bu seçim kampanyasında sokaklarını, Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın seçim sloganı olan ’ birbirimize sarılalım’ ruhu  kaplamış durumda. 

Tam da bugünün ihtiyacı olan o sihir ve o sihirli kelime!

Keşke tüm ülkenin sokaklarını bu hale getirebilsek. Keşke siyasetin dilinin karşılığı sokakta hep  bu olsa…ve birbirimize sarılabilsek. Sımsıkı. 

Zira bugün çok kutuplaştırıcı olan siyaset dilimiz,  daha da sertleşirse seçim sonrasındaki 1 Nisan sabahına nasıl uyanacağımız konusunda herkes tek kelimelik bir tespit yapıyor: 

KAOS!

Alternatifsizliğin getirdiği ve siyasetin dilinin sertleşmesi ile geldiğimiz bu durum,  maalesef her an Hatay için de tehlike demek. 

Zira her ne kadar afişler ve kampanyanın ruhu Hatay’da  ‘sarılmak’ olsa da,  Hatay için tarihsel sıkıntıların her an yeniden yaşanma riski var.

Bunu anlamak için Hatay’ın Türk topraklarına nasıl katıldığını bilmek yeterli. 

Bilindiği gibi Fransızlar San Remo Konferansı'nda Suriye'nin bağımsız bir devlet olmasına karar vermişlerdi. Bu sırada Hatay meselesiyle ilgilenen Türkiye de Milletler Cemiyetine başvurarak, Hatay'a bağımsızlık verilmesini istedi. Milletler Cemiyeti, Hatay'da Türk çoğunluğunun bulunup bulunmadığını anlamak için plebisit yapılmasına karar verdi. 
(Ki bugün Hatay’daki Suriyelilerin, kaç yıl sonra Hatay’da nüfus olarak çoğunluğu elde edeceği tartışılıyor.  Bu zaman diliminin 10-12 yıl olabileceği konuşuluyor. Ve herkesi bu konuyu düşünmeye davet ediyorum!)

Türk hükümeti bu koşulu kabul etmedi ve milletler cemiyeti ile ilgisini keserek, doğrudan doğruya Fransızlarla görüşmelere başladı. O sırada Atatürk, Mersin'e gelerek askeri kıtaları teftiş etti. Hatay'daki halk da Fransızlara karşı direnmeye başladı. Nihayet Fransa ile Türkiye, Hatay'da iki ordunun işbirliği yapması için bir anlaşma imzaladılar.  (3 temmuz 1938). 

İki gün sonra Türk askerleri halkın sevinç ve göz yaşları arasında Hatay'a girdi. Bu olay hasta olan Atatürk'ü çok sevindirdi. Yurdun her köşesinden aldığı tebrik telgraflarına; ‘ Hatay milli meselemizin dostça tedbirlerle müspet neticeye ulaştırılmasından duyulan sevinç yerindedir’ cevabını verdi. 

Hatay'da Türk çoğunluğuna dayanan bir cumhuriyet kuruldu. Bu devletin bayrağı tıpkı Türk bayrağı gibi, yalnız ay ve yıldızının içi kırmızıydı. Bu durum uzun zaman devam etmedi. Bu sırada Avrupa’da Nazi tehdidi artmaktaydı. Fransa Hatay’daki askerlerini çekerek bölgeyi Türkiye’ye bıraktı. Bu durum üzerine 23 Haziran 1939 tarihinde Hatay Meclisi oy birliği ile aldığı bir karar ile Türkiye’ye katıldı. Aynı gün Fransa ile bir antlaşma yapıldı. Fransa Hatay’ın Türkiye’ye bağlı olduğunu kabul etti. 

Durum böyle olduğu halde; seçim kampanyasında özellikle Sayın Cumhurbaşkanına eksik sunulan video ve bilgiler de çok önemli hale geliyor.. Mesela dünkü yazımızın sonunda belirttiğimiz Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı  Lütfü Savaş’ın köylü kadılarla olan, ‘oy vermezseniz yol da yok ‘ dediği iddia edilen videosu. 
 

Aynı zamanda bir televizyoncu da olduğum ve uzun yılları TRT’de çalışmış biri olarak  şunu söylemek isterim ki, canlı olmayan her çekim risktir. Eğer bir bant yayın izliyorsanız,  onun aynı zamanda ‘montaj’ riskini ve izlediğiniz bölümün çekimin ne kadarının olduğunu da de hesap etmeniz gerekir. Sayın Cumhurbaşkanına sunulan bu bölümün kendisine tamamı seyrettirilseydi ya da verilseydi, Sayın Cumhurbaşkanı Lütfü Savaş’ı da tanıdığı için, (Ki kendisi geçmişte Ak Parti’de de siyaset yapmıştır) bunun köylü kadınlar ile bir şakalaşma olduğunu  zaten hissederdi. 

Dedim ya salt siyaset yapmak uğruna,  demek ki kurmaylar bazen böyle şeyler yapabiliyor. 

Dünkü yazımda belirttiğim gibi  bölgedeki 4 baraj ile ilgili gerçek bilgilerin, raporlarının Sayın Cumhurbaşkanına hala sunulmadığı gibi…

Tabii bu arada ilk kez bu seçimlerde,  Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hem Ak Parti Genel Başkanı, hem de Cumhurbaşkanı göreviyle meydanlarda olmasının da büyük önemi ve zorluğu var. 

Ak Parti Genel Merkezi tarafından hazırlanan bazı stratejilerin , Ak Parti Genel Başkanı görevine uygun ama Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan  olarak seslendirildiğinde kafaları karıştırdığı görülüyor.  

Zira Cumhurbaşkanı olarak herkesin cumhurbaşkanı olma felsefesi ile,  Ak Parti Genel Başkanı olan Tayyip Erdoğan’ın muhalefete tepkisi ve tepkisel söylem ile davranışlarının aynı çizgide buluşması mümkün değil.

Bu da bizi ve toplumu zorluyor. Eminim tanıdığım Erdoğan’ın  kendisi de zorlanıyor. Yoksa bir Cumhurbaşkanı, Türkiye’de yüzde 49 oyu olan muhaliflere ve onlara oy verenlere,  daha görevinin bitmesine ve kendi seçimine 4.5 yıl varken,  bu kadar tepki göstermek ister mi?  Çok değil 10 gün sonra, seçimler bittiğinde Cumhurbaşkanı olarak bu topluluktan birlik olmayı isteyecek.

Tabii burada ‘ustalık’ dönemindeki Erdoğan’a büyük iş, sorumluluk ve yük düşüyor. 

Ey uzun ve yalnız adam,  seni kimsenin zor durumda bırakmasına izin verme.  Kes raconu!



 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum