Çidem Ayözger Ergüvenç

Çidem Ayözger Ergüvenç

DÜNYA OTİZM GÜNÜ

Dünyayı ve Türkiye’yi sarsan koronavirüs salgını nedeniyle birçok önceliğimizi görmezden gelmek durumunda kaldık. Ancak öylesi önemli konular var ki koşullar ne kadar zorlayıcı olursa olsun ikinci plana atılmamalı ve otizm de bunların arasında.

Birleşmiş Milletler kararı ile tüm dünyada Nisan ayı “Otizm Ayı” 2 Nisan da Dünya otizm günü olarak benimsenmiştir. Bu özel ayın daha çok ilk on gününde radyo, televizyon, gazete ve dergilerde otizmle ilgili haberler, konuşmalar ve yorumlar yer alır. Özellikle 2 Nisanda devlet büyükleri kendileri gibi büyük, büyük laflar ederler, yapılan konuşmalarda otizmli çocukları yüreklerinde taşıdıklarını falan belirterek bu konuda neler, neler yapmış olduklarını anlatırlar. Oysaki yalnız Türkiye’de değil, tüm dünyada da yapılanlar yapılması gerekenlerin ne acı ki ancak çok ufak bir bölümünü karşılamaktadır. (Otizm konusunda daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler başka kaynaklara yönelebilecekleri gibi, benim yine Ngazetede yayınlanmış olan “Otizm Nedir Ne Değildir” başlıklı yazımı da okuyabilirler.) Nisan ayı bittikten sonra ne olur? “Otizm” büyük ölçüde rafa kalkar...  İyi niyetlerinden kuşku duymadığım hiç kimseyi ya da kurumu rencide etmemek için bu gerçekleri daha fazla ve örnekleriyle irdelemeyeceğim; o nedenle otizm konusunda çok yaygın olan yanlış bilgilerden birine değinmek istiyorum.

Otizmliler konusunda çok belirgin bazı yanlışlara düşüyor insanlar. Öncelikle otizmli çocuklar birer dahi değildir; olağanüstü bazı yetenekleri, onların içinde bulundukları durumdan kaynaklanır. Dikkat ettikleri şeyler biz sıradan insanlarınkinden farklıdır ve bu konulara çok yoğunlaşırlar. O nedenle bizlerin bilmediğimiz bazı şeyleri bilebilirler ama bunlar asla fazla gelişmiş bir altıncı his, sanki bir vahi gibi nedenlerden meydana gelmez.

Bu konuda kendi yaşamımdan bir iki örnek vermek istiyorum. Şimdilerde bir yetişkin olan oğlum çocukluğunda takvime çok meraklıydı. Daha yeni, yeni okumayı söktüğü sıralarda yılbaşında evimize gelen takvimi inceleyerek çok vakit geçirmeğe başlamıştı. O yılın takvimini incelerken (genellikle takvimlerin üzerinde bir önceki yıl ile birlikte bir sonraki yılın da tarihleri de bulunur) oğlum onları da inceliyormuş. Güçlü belleği yüzünden takvimin kapsadığı o üç yılını da ezberlemiş. Rastlantı bu ya bu yıllardan bir tanesi artık yıldı, yani Şubat ayı 29 çekiyordu. Bir gün kendisinin yanında örneğin yedi ay sonra olacak olan Şeker Bayramının hangi tarihe geldiğini karı koca birbirimize sorduğumuzda oğlum hemen “Kasım ayında … tarihte” deyiverdi. Tarihi kontrol ettiğimizde doğru olduğunu gördük.  İlgimizi çekmişti. Şeker Bayramı önemli bir tarih ne de olsa bilebilir diye düşünerek Ekim ayının … tarihini sorduk, yine yanıt doğru. Bu kez geçmiş aylardan herhangi bir tarih sorduk, aynı durum. İlgilendiğimiz görünce kendisi benim bir yıl sonraki doğum günümün hangi güne rastlayacağını söyleyince biz de sorularımızı geliştirdik. Bir önceki yıldan, bir sonraki yıldan tarihler sorduğumuzda da doğru yanıtlar aldık. Bu, çevrenin de dikkatini çekti. Herkes ona olur olmaz tarihler soruyor ve doğru yanıtı alıyordu. Bir arkadaş nereden aklına geldiyse kendisinin 1951 yılının bilmem kaç tarihinde doğduğunu söyleyip hangi güne geldiğini sordu. Oğlum şöyle otuz saniye kadar düşünüp doğru günü söyledi.

İnsanların ilgisi büsbütün artmıştı. Herkes geleceğe ya da geçmişe ait tarihler veriyor, hepsinde de doğru cevabı alıyorlardı. O denli ki otuz sene önce ya da yirmi yıl sonranın herhangi bir tarihi sorulsa hangi güne geldiğini söyleyebiliyordu. Oğlum bu konuda bir ilgi odağı olmuştu. Ben ise onun sıradanlaşmasına engel olduğunu düşündüğüm bu özelliğinin bu kadar ilgi çekmesini istemememe karşın yine de nasıl yaptığını merak ediyor, ama böyle bir konu açıldığında lâfı değiştirmeğe çalışıyordum. Kendisine nasıl bildiğini sorduğum zaman da , “kolay anne sorma işte” diyerek geçiştiriyordu. Neden sonra delikanlılık yaşına geldiğinde yine sordum: “Bak bir yılı bilirsen gerisi kolay. Her gelen yıl bir önceki günden bir gün ilerde, giden yıl ise bir gün geride. Dört senede bir artık yıllarda iki gün atılıyor ya da eksiliyor. Öyle hesapla.” dedi. Bırakın hesaplayabilmeyi, dediğini dinlerken bile aklım karıştı.

Bir başka örnek, bir gün bana devlet büyüklerinden birinin adını söyleyip, “biliyor musun falanca bey cümlelerini … ve … sayıda sözcüklerle kuruyor” demez mi? Çok şaşırdım. Ben de o kişinin bir cümle içinde kullandığı sözcük adedini saydım, haklıydı!  “Peki, başka?” diye sorunca, “örneğin (x kişi) şu kadar sözcükte bir on beş saniye duruyor, sonra konuşmasına devam ediyor” deyince eh! Pes valla!

Tüm bunlar oğlumu dahi yapmaz; yalnızca ilgi alanı içinde edindiği bilgileri gösterir. Kuşkusuz yüksek bir zekâ göstergesidir ama yalnızca o kadar.

Şimdilerde oğlum ne yapıyor diye sanırım merak ediyorsunuzdur. Çok kısa bir özetle oldukça sıradanlaşmış, kendi parasını kazanıp harcayan, tek başına oturan bizler gibi yaşayan bir yetişkin. Bu durumu da erken tanı ve yoğun eğitimine borçluyuz.

Şimdi İlgi Otizm Derneğinin durumunu sizlerle paylaşmak istiyorum. 1988 yılından bu yana otizmle savaşım veren derneğimizin eğitim ve rehabilitasyon okulu da ne acı ki eli kolu bağlı, eğitim veremez durumda beklemektedir. Derneğimiz kâr amacı gütmeyen bir kurum olduğu için birikmiş maddi geliri bulunmamaktadır. Devlet yetersiz de olsa, çalışanlarımızın maaşının bir kısmını ödeyeceğini taahhüt etmiştir. Ne var ki kira, stopaj, diğer personel giderleri v.b. bizim büyük sorunumuzdur. Bu günlerde böyle bir şey istememi doğal karşılamanızı dilerim. Ayakta kalabilmemiz için fitre, zekât ve diğer bağışlarınızda derneğimizi de anımsarsanız bu karanlık günler aydınlığa çıkınca yine otizmli yavrularımıza hizmet olanağını bizlere kazandırmış olursunuz. Eğitim otizmin tek sağaltım yoludur.

Türkiye İş Bankası Emek ŞubesiTR49 0006 4000 0014 2070 7663 29 İlgi Otizm Derneği.

Sözü fazla uzatıp sizleri bunaltmamak için bir başka yazımda birlikte olmak üzere şimdilik sizlere seslenişimi noktalıyorum.

Yine pratik bir tarif, ama bunun adı yok çünkü kendim uydurmuştum:

  1. 100 gram margarin ya da tereyağı, bir kahve fincanı sıvı yağ, bir tutam tuz, 1 çorba kaşığı soğuk su, 2 çorba kaşığı elma sirkesi, 3 neskafe fincanı kadar un, biraz kabartma tozu.
  2. 6 adet yumurta, bir çorba kaşığı mısır nişastası, bir tutam tuz, 200 ml çiğ krema üçgen doğranmış sucuk.

Oda ısısındaki margarin ya da tere ayağı, sıvı yağ, kabartma tozu, tuz ve unu çatalla karıştırın. İçine soğuk su ve sirke ekleyerek parmak uçlarınızla yoğurun. Hamuru buzdolabında soğuyana kadar bekletin. Soğumuş olan hamurunuzu hafif unladığınız yağlı kâğıt arasında pişirme kabınızdan biraz büyük açın, pişirme kabınızın kenarlarını da kaplayacak biçimde yerleştirin. Fırınınızın önceden ısıtılması şart değil. Piştiğini kontrol etmek için bıçak ya da kürdan saplayın. Kuru çıkarsa pişmiş demektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.