Dilipak yine İstanbul Sözleşmesi'ni hedef aldı: Sünneti de yasaklatabilirler

Dilipak yine İstanbul Sözleşmesi'ni hedef aldı: Sünneti de yasaklatabilirler

İstanbul Sözleşmesi'ni savunan kadınlara "fahişe" diyerek büyük tepki toplayan Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, bugünkü yazısında yine şaşırtan ifadeler kullandı.

Kadınlara "fahişe" diyerek skandal yazıya imza atan ve AKP'nin dava açmaya hazırlandığı Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, bugünkü "Daha söyleyeceklerim var!" başlıklı yazısında yine İstanbul Sözleşmesi'ni hedef aldı.

Dilipak, bu kez de "Sözleşmenin 36/1a maddesine dayanarak yarın erkeklerde de sünneti bile yasaklatmaya kalkışabilirler" iddiasında bulundu.

Dilipak,  "Ayasofya birilerinin midesine oturdu. Hırslarını bir yerlerden çıkaracaklar." ifadelerini kullanırken "Bu yapıda, fuhuş meşru hale getiriliyor ve korunmak isteniyor. Din ve ahlak, gelenek sanık sandalyesine oturtuluyor." dedi.

DİLİPAK'IN YAZISI ŞÖYLE: 

Size buna benzer birkaç düzine tuzak gösterebilirim. Mesela “birey”! “Bu birey ne” diye sorsanız, o zaten bir cinayet! “Partner” vs.. Daha CEDAW’ı konuşmuyoruz. Lanzarote de var bu hesapta. Bu 3 sözleşme bir “Şeytan üçgeni” olarak önümüzde. “Yeni Malthusçu hareket” 1980’lerden sonra bunu planladı. İşe, aile planlaması, ana-çocuk sağlığı, doğum kontrolü filan diye başladılar. Bugün Covid’19 diye devam ediyorlar. Bu global bir insansızlaştırma hareketinin bir parçası. Aslında bu iş dine karşı bir meydan okuma, insanlığa karşı bir suç!

İstanbul sözleşmesini düz okuyunca, birçok fitne görülmüyor, ama kavramların açıklanması ve AİHM içtihadları, GRAVİO’nun denetim ve yaptırımlarına esas raporlarla sözleşmenin öteki yüzü ortaya çıkıyor. Tek başına “Birey” tanımı, “Din, mezhep, ahlak, gelenek” gibi değerlerin referans alınmasını engelliyor. Hatta bunların  Kur’an-ı Kerim’deki “Islah”, “Nush/Nasihat”, “Hakemlik”, Şahidlik, “Arabuluculuk” kavramlarını yasaklayabiliyor, aynı zamanda “fuhşiyat”ı “dezevantajlı topluluk” başlığı altında, “göçmen ve engelliler” öne çıkarılmak sureti ile perdeleyerek koruma altına alıyor ve meşrulaştırıyor. KADINLARIN VE ERKEKLERİN TOPLUMSAL OLARAK KLİŞELEŞMİŞ ROLLERİNE DAYALI ÖN YARGILARIN, TÖRELERİN, GELENEKLERİN VE DİĞER UYGULAMALARIN KÖKÜNÜN KAZINMASI (İngilizce metin, Türkçe’de yumuşatılmış. Asıl niyet bu. AİHM’de geçerli olan bu) AMACIYLA KADINLARIN VE ERKEKLERİN SOSYAL VE KÜLTÜREL DAVRANIŞ KALIPLARININ DEĞİŞTİRİLMESİNE YARDIMCI OLACAK TEDBİRLERİ ALACAKLARDIR. 36/1a maddesine dayanarak yarın erkeklerde de sünneti bile yasaklatmaya kalkışabilirler. Şimdi bu sözleşmeler yürürlüğe girdi de ne oldu? Geziyi hatırlayın: Bu sözleşme ile sağlanmak istenen kadına şiddetin önlenmesi değil, ailenin, iffetin, namusun yargılanması, her türlü fuhşun meşrulaştırılması, HÂLÂ ANLAMADINIZ MI? Satır aralarına gizlenen fitneyi görmek istemeyenler göremiyor ne yazık ki!

Garip bir durum var: İstanbul sözleşmesinin ayağına basıyorum, ses başka yerlerden geliyor! Bu da iyi oldu. Kim kimdir daha görünür oluyor.. Benim günahımı taşıyacak hamallarım çoğalıyor. Ayasofya birilerinin midesine oturdu. Hırslarını bir yerlerden çıkaracaklar. İstanbul sözleşmesi ile ilgili ilk itirazlarımızı da “Komplo” diye geçiştirmişlerdi. Kenevirde yaşanan olayları biliyoruz. Bahaneleri hazır: “Bakanlıklardaki o kadar profesör, uzman bilmiyor, siz mi biliyorsunuz!”, “Reis bilmiyor siz mi biliyorsunuz!”.. Klişe sözler. Aynı şablon, gıda, sağlık, bilişim için de temcid pilavı gibi tekrarlanır. Pedofilide ABD %36.6 ile ilk sırada. Bu konuda ABD’de skandal üzerine skandal yaşanıyor. Cinayetler işleniyor. Batı ensesti tartışıyor artık. Pandasex’i tartışıyor. LBGT’nin +’sında sınır yok..

Bakın 2011’de İstanbul sözleşmesi imzalanmış ve 6284 gündeme gelmiş. O yıl öldürülen kadın sayısı 121. Bir yıl sonra 201’e çıkmış. 2015’de bu rakam 303’e yükselmiş. 2017’de 409, 2019’da 474.. 9 yılda 2996 kadın cinayete kurban gitmiş. İstanbul sözleşmesinin kabulünden 8 yıl sonra yıllık cinayet sayısı neredeyse 4 kat artmış. Yeni gelen bir dünya evlilik dışı çocuk sayısı verisine göre, 2000’den 2028’e Avrupa ortalaması %25’den %42’ye yükselmiş. İzlanda’da durum vahim, aynı sürede %65’ten %70’e yükselmiş. İstanbul sözleşmesi, CEDAW gibi sözleşmelerin uygulandığı ülkelerde durum bu. Tek gerçek cinayet değil. Kaldı ki, sözleşmeden sonra cinayet dört kat artmış. Boşanma patladı, evlilik durdu. Çocuk sayısı düştü. İntihar ve şiddet olayları arttı.

Fransa’nın durumu en kötülerden biri. Aynı dönemde %43’ten %60’a yükselmiş.

Bakın bu rakamlar evlilik dışı çocuk. Bu beraberliklerde çocuk yapma eğilimi çok düşük.. Asıl trajedi bu çocuk sayısı ile sınırlı değil. Liste Bulgaristan, Slovenya, Portekiz, İsveç, Danimarka, Estonya devam ediyor. Kıbrıs Rum Kesimi %3’ten %20’ye fırlamış. İtalya %11’den %35’e. Hollanda %45’ten %52’ye. İngiltere ve Norveç’te de durum vahim. Bu olaylarla birlikte uyuşturucu, alkol, intihar, şiddet olayları, akıl hastalıkları da tavan yapıyor.

Sonuçta hem CEDAW, hem İstanbul sözleşmesi, hem Lanzarote bir işe yaramadığı gibi, yaranın daha da derinleşmesine sebeb olmuş. Cinayetlerin %85’ten fazlasının sebebi alkol. Taciz de öyle. Babayı evden uzaklaştıralım ama, alkolü değil!?. Kadın ölümlerinde %20’si daha önce şiddet görmüş. Erkekten erkeğe şiddette ölüm oranı %80. Bu o kadar tartışılmıyor. Cinsiyet üzerinden okumalar bazan gerçeği bir bütün olarak görmemizi ve çözüm üretmemizi engelliyor.  Mevcut yasa “aile içi şiddet”, “ev içi şiddet” tanımları ile konuyu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Kadın-erkek, anne-baba - çocuk ya da gelin - kaynana derken detaylarda boğuluyoruz. O konular savcıların, hakimin işi. Yani şimdi bir de gelin-kaynana şiddetini önleme yasası mı çıkaracağız!. Erken evlilik, evden uzaklaştırma, kadının beyanının esas alınması, partner, nafaka, evlilik birliğinin kurulması, cinsiyet eşitliği, kadının beyanını esas alan düzenleme, birey tanımlaması, hakemliğin reddi gibi konularda mevzuat sorunun çözümüne yardımcı olmuyor, dahası yarayı daha da derinleştiriyor. Bu yapıda, fuhuş meşru hale getiriliyor ve korunmak isteniyor. Din ve ahlak, gelenek sanık sandalyesine oturtuluyor.

Batıdan bize örnek gösterilen, sözkonusu sözleşmelerle çerçevesi çizilen medeniyetlerde ailenin akıbeti belli. Doğan çocukların % 50’si gayri meşru. Bir de çoğu zaman babası da belirsiz. Bazı batılı ülkeler bu oran %70’e gelmiş. Yani yeni doğan 3 çocuktan 2’si evlilik dışı. Biz de bu yoldan devam edelim istiyorlar. Bu sözleşmelerden çıkmamız gerekiyor. Buna dayanılarak, bu sözleşmelerin kavramsallaştırdığı ve tanımladığı kavram ve kurumlardan arındırılmış yeni bir yasa çıkarılması gerek. Bu sözleşmeler olsa yasa olmasa, ya da yasa olsa bu sözleşmeler olmasa yine aynı sonuç olur. Bu yasayı da kaldırsanız, yerine doğru düzgün bir yasa çıkmazsa, yine sorun devam eder. Yasa da çıkarsanız, mevcut durum aile, okul, media, toplum, cemaat vakıfları, akademi hepsi birden bu alanda yeni bir çaba içine girmezse, sıkıntılar azalarak da olsa devam eder. Selâm ve dua ile.

Abdurrahman Dilipak'ın yazısının tamamı için...

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler