Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

BİR DE UN ÇEKEN OLSA ÇOK SÜPER OLACAK!

Bir köşe yazarı, burnundan tereyağı çekti. Vekil danışmanı, pudra şekeri çekti. Bir babayiğit de çıkıp un çekse helva tamam.
Kürşad Ayvatoğlu denen vekil danışmanının kokain çektiği ortaya çıkınca AK Parti MKYK üyesi Mücahit Birinci’den şöyle bir empati çağrısı geldi:
“Uyuşturucu kullanan bir genci kınamak kolay... Onu yerden yere vurmak da kolay... Bir siyasi skandala çevirme çabası da kolay... Zor olan o genç tek değil, uyuşturucu maalesef gençlerimizi tehdit ediyor. Kınamak yerine ulaşmamız lazım, çabalamamız lazım...
Ben bir Yeşilay Cemiyeti üyesi ve ilçe yöneticisiyim. Yazdıklarım, şahsın kim olduğundan ari değerlendirmedir. Ben işin siyasi rant kısmı ile değil, genç ve uyuşturucu kısmı ile ilgilenirim. Bu afetten siyaset çıkaranlar basit iş peşindeler.”
Yeşilay üyesi Birinci’nin empati çağrısına cevap veriyorum:
O çocuğun çektiği kokainde üyesi olduğunuz Yeşilay’ın katkısını hiç merak ettiniz mi Mücahit Bey? Yeşilay ve kokain, ne alaka değil mi? 
2015 yılında Yeşilay’ın enfiye tiryakisi Hasan Dinçer Subaşı’na Zümrüdüanka ödülü vereceğini öğrenince telefona sarıldım. Çünkü devlet terbiyem gereği, yazarak böyle önemli bir kurumun yıpranmasına gönlüm razı olmazdı. Yeşilay yönetiminden kimse, telefonuma çıkmadı. Başka çarem kalmayınca yazdım.  
Hasan Subaşı, vekil danışmanı kadar zeki olmadığından aklına, pudra şekeri gelmedi. Ne fetöcülüğüm kaldı ne teröristliğim! Ama kimse çıkıp da, “Bu, bir iftira!” diyemedi. Yeşilay, hatayı kabullendi; “Şahsa değil, kuruma verdik.” dedi. Yine de tüm Türkiye’nin huzurunda Hasan Dinçer Subaşı’na ödül verildi. Hem de Cumhurbaşkanının elinden. Başında bir enfiye tiryakisinin olduğu kuruma ödül vermek, fıkra gibi değil mi? 
O sırada kurumun başında, sigara düşmanı ilahiyatçımızın oğlu İhsan Karaman vardı.  
Haklısınız Mücahit Bey! Yeşilay’ın bir tiryakiye ödül verdiği ülkede, kokain çeken vekil danışmanı niye suçlu olsun ki? 
Bence bu zavallı delikanlıya da ödül verin!
……
ENVER AYSEVER’İN  13500 TL’Sİ

Mücahit Birinci, sosyal medya hesabında lüks hayatı, şöyle savunmuş:
“Takıldığınız lüks hayat mı? E onu görmek istiyorsanız da belediyelerinizden ballı ihaleler alan Enver Aysever'e bakıverin canım... Ders başı 13.500 TL miydi?”
Bundan 6 sene evvel, Çanakkale’de şehid olan tıbbiyelilerle alakalı bir program için Çanakkale’ye gittim. Şimdi hayatta olmayan bir tarihçi konuşacaktı. Konuşma öncesinde yemekte olduğunu duyunca hemen yanına gittim. Lise yıllarımda okuduğum tarihî romanların bahadır yazarıyla tanışıp konuşmanın heyecanıyla masasına oturdum. Bir sürü şey anlattı. Sonra konferans salonuna geçti. Aman Allahım! Yemekte anlattıklarını tekrar edip durdu. Yani hazırlıksız gelmiş. Bir türlü Çanakkale’deki şehid tıbbiyelilere sıra gelmedi. Salonda heyecan olmayınca ara sıra iki kolunu kaldırıp, “Sayın Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi…” diyerek alkışlattı. Cumhurbaşkanından bahsedince alkışlamamak kimin haddine? Nihayet bir saat doldu. “Hay Allah! Daha konuya gelemedik. Vakit doldu.” dedi ve parasını alıp gitti. 
Hayâl kırıklığımı anlatmaya gerek yok zannederim. Hayatının baharında Çanakkale’de şehid olan tıbbiyelileri düşündüm. Çok utandım. Rabbim, şehidleri sömürmekten cümlemizi korusun! 
Şimdi şöyle sorayım:
Enver Aysever’in cebini bir saatte 13 500 kaç tl’ye dolduran havuz musluğu, mezkûr tarihçinin cebini bir saatte kaç tl’ye doldurur? 
Çanakkale şehitleri hakkında konuşma yapmaya gelip alakasız şeyler anlatan bu tarihçinin, yol masrafları hariç, iyice bir para aldığını duymuştum. Üstelik pazarlıkla indiği rakam buydu. Dolar bazında hesapladım. Enver Aysever’i geçiyor. 
Aziz okuyucu,
Bir tarafı tutup diğerini savunmuyorum. Her iki musluğun birden açılmasına bu memleket nasıl dayanacak, onun derdindeyim.

 
 
 


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum