Çidem Ayözger Ergüvenç

Çidem Ayözger Ergüvenç

AYAK DÜŞÜNDÜ

Tanrım neden beni bu kadar yere yakın yarattın. Hayvanların da insanlarında ayakları hep benim kaderimi paylaşıyor. Biz de dünyayı yukarılardan görsek ne olurdu sanki? Gözümüz hep yerde. Neyse ki şükredeceğim bazı şeyler var. Öncelikle ben bir insan ayağıyım, hem de çok temiz bakımlı bir hanımın. Daha kötü yaratıkların ayağı da olabilirdim. 

Hanım yeni doğduğunda ben küçücüktüm. Sahibim bebekken öyle şekerdim ki herkes bebeği bırakır beni severdi.

İkiz kardeşim ve ben dövülmemiş bonfile gibi tombul, pembe topuklu, küçücük parmakları olan dünya şekeri ayacıklardık. Sonra küçük bebekle birlikte büyüdük, büyüdükçe de artık kimse bizleri sevip, okşamaz oldu. Herkesin aklı fikri sahibimizde. 

Küçük kız büyüyüp okula başlayınca benim huzurum hiç bozulmadı. Benim güzelliğimi gizleyen ama çok da rahat ettiren kocaman lastik pabuçlar giyiyordu. Güzelliğimi sergilemeyi ikinci plana attım. Sinemaya giderken ayağında onlar, spor yaparken yine onlar; rahat olmasına rahattım ama ayak dediğin güzelliğini de göstermek ister; insanlar bunu anlayamaz. 

Yukarılar nasıl acaba diye hep merak etmişimdir. Derken günlerden bir gün sahibim bizleri örtmeden yatağına yattı da hiç değilse o kadarcık yükseklikten de olsa dünyayı görebildik. İki kardeş dikkat kesildik ve her ayrıntıyı belleğimize kazıdır. Ama acıdır ki bu mutluluğumuz izleyen sabah gölgelendi, küçük hanım lastik pabuçlarından çıkarmış olduğu bizleri yıkamaya zahmet etmeden yatmış, bir de bizden şikâyet ediyor kötü kokuyor diye. Temiz tut, kokmayalım! 

Daha büyüyüp genç bir hanım olduğunda bizlerin temizliği ile daha çok ilgilenir oldu. Bir gün bir hanıma gittik, sıcak suyun içine bizleri koydular. Sonra o hanım kardeşimi de beni de pek güzelleştirdi, tırnaklarımızı kesip törpüledi falan, derken o törpünün büyüğünü topuklarımıza da sürmez mi, hem canımız acıdı hem de gıdıklandık. Sahibimiz kıkır, kıkır gülerken bizleri kadının elinden kurtarmaya çalıştı ama nafile, kadın bizi yonttu durdu. Neyse ki sonra güzel bir masaj yapıp tırnaklarımızı boyadı da keyfimiz geri geldi.

Sahibimiz olan hanım biraz tuhaf. Giyinip süslendikten sonra beni ve kardeşimi sanki cendereye soktu. Burnu iyice sivri, topukları bizden büyük pabuçlar giymeye başladı. Bizler çok rahatsızdık, zavallı parmaklarımız sanki birbirlerine giriyordu. Sonunda olanlar oldu ve bizim parmaklarımız arasında, daha da beteri benim başparmağımın tırnağı içinde nasır denilen tuhaf şeyler oluştu. Nasıl da canımız acıyor, sanki içimiz oyuluyordu. Yine aynı hanıma gittik, bu kez ne şefkat, ne acıma duygusu; gaddarca nasırlarımızı almaya kalkıştı. Ama neyse ki tüm çektiğimiz acılar deydi, nasırların çoğundan kurtulduk ama illâki benim tırnağımın arasındaki! Onunla da çok uğraştı, bitti gitti diye sahibimi oyaladı ama aslında olduğu yerde duruyordu. Kolay mı tırnak içindeki nasırı çıkartmak? Sahibimiz gerçek sanıp, kısa bir süre için pek mutlu oldu, taa ki o nasır kendisini yeniden rahatsız edene kadar.

Sahibimiz inatla aynı tip pabuçları giymeyi sürdürdü. Derken ağrılar içinde benim başparmağımın yanında bir kemik fırladı. Bir süre sonra başparmağım yanındaki parmağa yaslanmaya başladı, o da zavallı, başparmağımın altına sokulmak istedi ama onun yanındaki dölek durmadı o da hareketlendi. Sonunda,  parmaklarım terbiyesiz bir işaret yapar duruma geldi. Sahibim edep dışı hareketler yapmamam için mi yoksa kendi rahatını kolladığından mı bilmem, beni bir güzel uyuttular. Meğer o arada yanımdan çıkan kemiği yok etmişler, parmaklarımı asıl yerlerine yerleştirmişler de ben de utanç duymaktan kurtuldum. Yani çok iyi oldu sonunda; hem güzelleştim hem de sahibim öyle biçimsiz pabuçları artık giyemediği için kardeşim canını kurtarmış oldu, benim yaşadığım acıları yaşamadı. 

Günler ayları, aylar yılları kovaladı, sahibimiz de biz de yaşlandık. Artık eskisi gibi güzellik stüdyolarında rengârenk ojelerle süslenemez olduk ama kadının hakkını yemeyelim bizim her zaman temiz pak olmamıza özen gösterdi.

İnsan ayağı, özellikle temiz bir kadının ayağı olduğumuz için, kötünün iyisi, yine de şanslıyız. Bizim sahibimiz abdest alıp ayağını yıkadıktan sonra asla kirli çorabını, hele de ıslak ayağına giymedi. Temizliğine hep dikkat etti, o nedenle de bir seferin dışında asla kötü kokturmadı bizleri. 

Biz ona elimizden geldiğince iyi davrandık, o akıl edemediği için bizim canımızı acıttı ama kötü niyetli değildi. Derdi imanı şık olmak, güzel gözükmekti; eh, bedelini de ödedi doğrusu. 

Her zaman daha kötü koşulları düşünüp mutlu olmayı bilmek gerekir. Ben de kardeşim de asla tarla tapanda çamur içinde yürümek zorunda kalmadık, kimse topuklarımızın çatlamasına izin vermedi. Tırnaklarımızın içlerine kir dolmadı. Sabahın köründen gece yarısına kadar oraya buraya koşuşturmak zorunda kalmadık. 

Kimsenin diline pelesenk de olmadık; insanların çok sık kullandıkları, “ne ayak?”, “ayak atma!” “ayağına şeytan dolaşmış”, “ayak oyunu yapıyor” gibi suçlamalar bizi bağlamadı. Ayaksa evet ayağız, ama bizden çok daha zor durumda olan ayaklar var. Yine de halimize şükretmemiz gerekir. 

Bir şeyi hiç anlayamadım, bilmem sizin bir fikriniz var mı? Acaba neden o güzelim çiçeğe  “insan tabanı”, “bebek tabanı” değil de “devetabanı” der bu insanlar? 

Küçük bir öğütle yazımı tamamlayayım siz, siz olun baş olmak dururken asla ayak olmaya özenmeyin. 


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.