Prof. Dr. Anıl Çeçen

Prof. Dr. Anıl Çeçen

ATATÜRK VE ENVER PAŞA

Türk tarihinde birbiri ardı sıra çok önemli görevler üstlenmiş olan bu iki tarihsel kahramanı birlikte ele almak ve bugünün koşullarında ortak bir çerçevede değerlendirme yapmanın zamanı gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden çekilmesinden sonra ortaya çıkan otorite boşluğu alanının geleceğe dönük olarak ele alındığı bu aşamada, giderek Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığının hızla tırmanması, Amerika Birleşik Devletleri’nin hegemonyası altında yeni bir Avrasya sürecinin başlatılması, Yeni Osmanlı vizyonu ile kamuoyunda tırmandırılmaktadır. Bir anlamda yeniden bir Osmanlı İmparatorluğu yapılanmasına gidilmek istenmekte ama bu kez, Türklerin egemenliğinde değil, ABD’nin öncülüğünde bir Osmanlı yapılanması özlenmektedir. Amerikanın, Osmanlı İmparatorluğu süreci Okyanus ötesi rüzgârlarla tırmandırılırken, Kemalizme savaş açılmakta, Postmodern Kemalist dönem görünümünde, yeniden eski Osmanlı hinterlandına Amerikan gücü ile geri dönülmek istenmektedir. Türkiye Cumhuriyeti ulus devletine karşı çıkılırken, Osmanlı topraklarında daha geniş bir bölgesel federasyonunun oluşum süreci öne çıkarılmakta, Atatürk karşıtlığı tırmandırılırken, Osmanlı dönemine olan övgüler artırılarak bir anlamda Osmanlı‘ya geri dönüş özendirilmektedir. Saltanat ve hilafetin yasalarla kaldırılmış olduğu unutularak, dıştan destekli cemaatler aracılığı ile Osmanlı özlemi her geçen gün daha yüksek düzeyde basın ve medya aracılığı ile toplumun önüne çıkartılmaktadır.  

Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm’in kontrolünde bütün dünyaya dayatılan küreselleşme akımı doğrultusunda postmodernizm akımı öne çıkarılmakta, bu çizgide Atatürk’ün modern Türk devleti ve çağdaş cumhuriyeti geride bırakılarak, Post Kemalist dönem adı altında Osmanlı‘ya geri dönüş, ABD ve İsrail öncülüğünde bütün Osmanlı coğrafyasına empoze edilmektedir. Bu durumdan en fazla zarar görmekte olan Atatürk Cumhuriyeti, giderek yeni bir saltanat ve cumhuriyet çekişmesinin içine iteklenmektedir. Bugünün öne çıkan değerleri olarak postmodernizm çizgisinde görüşleri savunan, işbirlikçi ve mandacı gayrimüslim okumuşlar topluluğu, büyük patronların ve emperyalizmin istekleri doğrultusunda yeni Osmanlıcılığa soyunarak, Atatürk ve cumhuriyet karşıtı koronun içindeki yerlerini almaktadırlar. Bu doğrultuda, Osmanlı hanedanı öne çıkarılmakta, İsrail’in din devleti olması nedeniyle Türkiye’nin laik rejiminin devre dışı bırakılmasıyla, yeniden İslam dünyasını tekelden merkezi olarak kontrol edebilecek bir halifelik rejimi arayışına yönelinmektedir. Osmanlı hanedanının geri dönüşü ve halifelik rejiminin yeniden oluşturulması tartışmaları arasında Osmanlı devletinin son hükümetini oluşturan İttihat ve Terakki Partisi ile onun önde gelen yöneticileri de, günümüzün tartışmaları içerisinde fazlasıyla yer almaktadırlar. İttihat ve Terakki örgütünün üç önemli adamı olan Enver, Talat ve Cemal Paşalar günümüzde yeniden hortlatılan Ermeni ve Kürt sorunları nedeniyle, yürütülmekte olan tartışmaların fazlasıyla içinde yer alarak, Türkiye Cumhuriyetinin ortadan kaldırılmasından sonra yeniden Osmanlı’ya dönüş aşamasında izlenecek yolların belirlenmesi ve geçmişin muhasebesi sırasında Atatürk ve arkadaşlarıyla karşı karşıya getirilerek değerlendirmelere ve geleceğe dönük yeni plân ve programlara konu yapılmaktadırlar.  

Tam bu aşamada  Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönem yönetimini temsil eden İttihat ve Terakki Partisinin lideri olan Enver Paşa  ile Kuvayı Milliye hareketinin önderi  ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucu cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk’ün karşılaştırılmasının yapılmasında, Türk devletinin ve  toplumunun  gelecekteki ulusal çıkarları açısından yarar bulunmaktadır. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, Enver Paşanın naşının Orta Asya steplerinin bulunduğu Tacikistan’dan getirilerek, İstanbul’da bir anıt mezar çatısı altında koruma altına alınmasının, günümüzün siyasal koşulları açısından son derece anlamlı olduğu açıktır.  Enver Paşa yıllarca sadrazam olarak yönettiği ama batışını önleyemediği Osmanlı İmparatorluğunun başkenti olan İstanbul’a dönerken, Yeni Osmanlı vizyonu gündeme gelmiş ve Türkiye Cumhuriyetinin sınırları dışına yönelerek Osmanlı hinterlandında yepyeni bir siyasal yapılanmanın arayışı tırmandırılmıştır. ABD’nin Avrasya hegemonyası ve İsrail’in Orta Doğu bölgesinde kendine bağlı bir federasyon oluşturma projeleri doğrultusunda, Enver Paşa figürü, Atatürk ve arkadaşlarının öncülüğünde son Osmanlı Meclisince alınmış bir Milli Ant doğrultusunda çizilen ulusal sınırların daha kolay aşılabilmesini sağlamıştır. İstanbul’un gayrimüslim burjuvazisi ve sermayesi, Atatürk’ün milli devletine karşı çıkarlarken, İsrail öncülüğünde bölgenin Müslümanlarını ikna edebilmek için geliştirilen Yeni Osmanlı vizyonunu kendi çıkarları doğrultusunda Yeni Bizans projesine dönüştürerek kullanmağa çalışmışlardır. Bir anlamda Atatürk geride bırakılırken, Enver Paşa imajı öne çıkarılmış ve O’nun gerçekleştirmeğe çalıştığı bir Avrasya hegemonyası arayışına girilmiştir. Eski Bizans ve Osmanlı imparatorluklarının merkezi olan İstanbul’da yaşayan gayrimüslim azınlıklar sahip oldukları zenginlikler aracılığı ile Adriyatik kıyılarından Çin Seddine kadar, yayılmış olan Türk ve Müslüman nüfus çoğunluğundan yararlanarak, ABD ve İsrail öncülüğünde tam bir Avrasya hegemonyası arayışına girişmişlerdir. Böyle bir tutum değişikliği, kendiliğinden Atatürk’ten uzaklaşmayı ve Enver Paşa arayışını siyasal gündemin önüne çıkarmıştır. Türk kamuoyu yıllarca soğuk savaş döneminin batı kaynaklı yönlendirmeleriyle oyalandığı için, bu yeni yaklaşım hemen anlaşılamamış ve yeniden Atatürk ile Enver Paşa karşılaştırmaları yapılmağa başlanmıştır. Küreselleşmeden yana olan gayrimüslim azınlıklar, sermaye çevrelerinin güdümündeki liberal kesimler ile dini cemaatler elbirliği içinde, Yeni Osmanlıya doğru yön değiştirirlerken, Atatürk cumhuriyeti ile ulus devlet karşıtlığını daha da artırmışlardır.  

Hedefte  Atatürk Bulunmaktadır 

Atlantik emperyalizmi ve İsrail Siyonizm’in Avrasya ve Orta Doğu hegemonya plânları doğrultusunda gündeme getirdikleri Yeni Osmanlı yaklaşımı çerçevesinde Atatürk’e karşı bir alternatif arayışında, Enver Paşa figürünün kullanılmağa başlandığı görülmektedir. Dünyanın merkezi coğrafyasında koskoca bir imparatorluk batıran bir adamın, bu yıkıntılar içinden yepyeni bir devlet kuran Atatürk ile karşılaştırılmak istenmesi tamamen emperyalist plânlara uygun olarak gündeme getirilmekte ve Türk devletinin kurucusunun Türk ulusu içindeki olumlu imajı yıkılmak için uğraşılmaktadır. Orta Doğu ve Avrasya coğrafyalarının merkez ülkesi konumundaki Türkiye’yi, bu alanlarda kendi emperyalist projeleri için kullanmak üzere zorlayan Siyonistler ve emperyalistler, Atatürk’ün devlet modelini devredişi bırakabilmek üzere ellerinden gelen her yolu denemeğe kalkışmaktalar ve bu doğrultuda geliştirdikleri politik yaklaşımları da Türk kamuoyuna baskı ile empoze ederek Türk devletinin gücünü ve olanaklarının kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirmek istemektedirler.  

Atatürk‘ün Türk halkının gözünde küçük düşürülmesi sağlanırken, ulusal cumhuriyet devleti için de kötülemek ve çökertmek operasyonları birbiri ardı sıra uygulamaya konulmaktadır. Yasalar her gün zorlanırken, Anayasal rejim ve hukuk devletinin asgari düzeydeki varlığı tartışma alanına getirilmekte, devletin temel çekirdeğini oluşturan anayasanın değişmez maddelerinin bile ortadan kaldırılması için birbiri ardı sıra girişimler öne çıkarılmaktadır. Atatürk ile beraber onun öncüsü olan devletin kurucu partisi köşeye sıkıştırılarak etsiz duruma getirilirken, Osmanlı İmparatorluğu’nu batıran son hükümetinin kurucusu olarak Enver Paşa ve İttihat Terakki partisi göklere çıkarılmaktadır. Enver Paşa’nın İstanbul’da anıt mezarının kurulmasından sonra, artık bütün Avrasya hegemonyası plân ve programlarında örnek lider ve devlet adamı olarak Enver Paşa öne çıkarılmakta, Atatürk’ün adı bile ağızlara alınmamağa çalışılmaktadır.  

Binlerce yıllık Türk tarihinin önde gelen kahramanlarından birisi olarak Enver Paşa, cemaatçi ve Osmanlıcı kesimler tarafından yüceltilirken, Osmanlı İmparatorluğunun topraklarının beşte biri oranında orta boy bir ülkede, çağdaş bir ulus devlet kurmak başarısını, her türlü olumsuz koşula rağmen başarmış olan Atatürk küçümsenmeğe çalışılmaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün böylesine bir haksızlığa uğratılmasına ve dıştan güdümlü bir senaryo ile Türk halkının gözünden düşürülmesine hiç bir vatansever Türk vatandaşının izin vermesini beklemek mümkün değildir. Mustafa Kemal dışarı, Enver Paşa içeri diyenlerin gerçekçi değerlendirmeler yapabilmeleri açısından, bu durumu dikkate almalarında büyük yarar vardır. 

Enver Paşa Kimdir? 

Türk halkı devletimizin kurucusu olarak Atatürk’ü iyi tanımasına rağmen, Osmanlı İmparatorluğu’nun, Birinci Dünya Savaşını kaybederek batmasına neden olan Enver Paşa hakkında yeterince bilgisi olmadığı görülmektedir. Türk kamuoyu Enver Paşa’nın kim olduğunu daha iyi bilirse o zaman emperyal projeler doğrultusunda Enver Paşa figürünün kullanılması aldatıcı biçimlerde kullanılması mümkün olamıyacaktır.  

Atatürk ile beraber aynı tarihte İstanbul’da doğmuş olan Enver Paşa, Makedonya kökenli bir aileden gelmektedir. Manastır’da büyümüş olan Enver Paşa, İstanbul’da Harp Okulunu bitirdikten sonra Makedonya ve Balkan bölgelerinde önemli askeri görevlerde bulundu. Paris merkezli Jön Türk hareketinin Selanik’te kurduğu İttihat ve terakki cemiyeti’ne kurucu olarak üye oldu. Makedonya’da görev yaparken, Abdülhamit’in baskıcı ve haksız yönetimine isyan ederek ilk dağa çıkan birliklerin öncüsü olarak protesto hareketinin önderliğini yaptı. Enver Paşa ve İttihat terakki Cemiyeti’nin girişimleri sonucunda II.Abdülhamit yeniden anayasayı yürürlüğe koyarak ikinci kez Meşrutiyet döneminin ilan edilmesine karar verince, Enver Paşa ve arkadaşları o dönemde gerçekleşen bir isyan hareketini gerekçe göstererek İstanbul’a baş kaldırmışlar, Selanik’te kurulan Hareket Ordusu Enver Paşa ve arkadaşlarının yönetiminde başkente gelerek iktidarı padişahın elinden almışlardır. İtalyanların, Libya’ya saldırısı üzerine Kuzey Afrika’da, daha sonra da Balkan savaşları sırasında Balkanların çeşitli bölgelerinde askeri görevler yapan Enver Paşa, Balkan savaşları sonrasında Babıâli baskını ile iktidarı ele geçirerek, Osmanlı devletinin yönetiminde egemen olmağa başlamıştır. Padişah’ın kızı ile evlenerek saraya damat olan Enver Paşa böylece hanedanın desteğini alarak daha güçlü bir konuma gelmiştir. Balkan savaşının yitirilmesi üzerine Osmanlı ordusunda reform yaparak bütün askeri birlikleri yeniden düzenlemiştir. Böylece yaklaşmakta olan dünya savaşına Osmanlı ordusunun hazırlanması işlemlerini yürütmüştür. Büyük güçler arasındaki çekişmeleri dikkate alarak, askeri hazırlıklarının Alman devleti ile anlaşarak tamamlamıştır. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya’ya giderek Almanların desteği ve gönderdiği yardımlar aracılığı ile Osmanlı ordusunun güçlenmesini sağlamıştır. Alman generallerin katkılarıyla Çanakkale Savaşlarında İngiliz ve Fransız donanmalarının geri püskürtülmelerini sağlayınca, büyük itibar kazanarak Osmanlı yönetiminde en etkili kişi konumuna gelmiştir.   

Çanakkale savaşları sırasında Almanya ile kurulmuş olan askeri ittifakı sonradan devam ettiren Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı sonucunda Osmanlı devleti teslim olunca iki arkadaşı Talat ve Cemal Paşalarla beraber, bir Alman denizaltısına binerek Odesa üzerinden Almanya’ya kaçmıştır. Savaş sonrasında kurulan Divanı Harp’ta,  Osmanlı imparatorluğunun batırılmasına neden olan bu üç komutanının rütbeleri ortadan kaldırılarak cezalandırılmışlardır. Enver Paşa Almanya’da kaldığı iki yıl içinde İttihat ve Terakki Partisini yeniden örgütleyerek eski Osmanlı topraklarında yeniden siyasal çalışmalar yapmak istemiştir. Berlin’de o dönemin komünist önderlerinden olan Karl Radek ile tanışınca, onun yardımı ile Moskova’ya giderek Sovyetler Birliği yönetimi ile geleceğe dönük siyasal plânları doğrultusunda temaslar yürütmek istemiştir. Ankara Hükümetinin, Sovyet yönetimi ile temaslarını yürütmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin Dışişleri Bakanı olarak gelen Bekir Sami Bey ile Moskova’da görüşerek, Atatürk ile bağlantı kurmağa çalışmıştır. Sovyet yönetiminin desteği ile İslam İhtilal Komitelerinin kurulduğunu Moskova’da açıklayarak bu yeni siyasal yapılanmanın önderi olarak kendisini tanıtmıştır. Müslüman halk kitleleri içinde Sovyet devriminin benzerini yapmak üzere Halk Şuraları Fırkasını kurarak harekete geçmiştir. Daha sonraki aşamada Anadolu’ya gelerek yeni siyasal yapılanması doğrultusunda geleceğe dönük bazı çalışmalar yapmak isterken, Eylül 1920 tarihinde Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de toplanan Doğu Halkları Kurultayı kurucusu olduğu Halk Şuraları Fırkası adına katılmıştır. Atatürk, Birinci Bakü Kurultay’ına, Ankara Hükümetinin temsilcisi olarak, İbrahim Tali Öngören’i göndermiştir. Doğu halklarının ve dünyanın merkezi coğrafyasının kaderini belirleyecek olan bu uluslararası kurultaya eski Osmanlı hükümetinin başı olarak yeni siyasal partisi ile gelen Enver Paşa, Ankara hükümeti adına gelen Atatürk’ün temsilcisi olarak İbrahim Tali Bey ile karşılaşmıştır. Atatürk, Kurtuluş Savaşı nedeniyle bu kongreye katılamadığı için temsilcisini gönderirken, Enver Paşa bizzat katılarak Sovyet devriminin gücünü arkasına alabilmek için çaba göstermiştir. Sovyetler Birliği Kızıl Ordusu ile Hıristiyan bölgeleri denetimi altına alırken, Yeşil Ordu ile de Müslüman ülkeleri kendine bağlamak istemiştir. İşte bunu gören Enver Paşa, kurmuş olduğu Halk Şuraları Fırkası ile Sovyet devriminin Müslüman Anadolu ülkesindeki temsilcisi olarak yeniden öne çıkmak istemiştir. Bakü Kurultayında; Sovyet devriminin merkezi olan Rusya’yı dünyanın yeni önderi olduğunu söyleyerek, bütün sosyalist bloğun desteğini arkasına almağa çalışan Enver Paşa, Anadolu’daki kurtuluş hareketinin öncüsü olabilmek için yeniden Almanya’ya giderek silâh alımları yapmış ve Moskova’ya dönerek Rus desteği ile Anadolu yarımadasına çıkabilmenin olanaklarını araştırmıştır. Bu arada Ankara Hükümetinin Moskova elçisi olan Ali Fuat Cebesoy’dan yardım istemiş ve Atatürk’e mektup göndererek işbirliği önermiştir. Atatürk işbirliğine yanaşmayınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi içinde yer alan bazı eski İttihatçıları, Atatürk karşıtı bazı girişimler için kışkırtmıştır.  

Ankara hükümeti ile istediği doğrultuda temaslar kuramayan Enver Paşa daha sonraki aşamada Acaristan’ın  Batum kentine giderek, burada bir İttihat ve Terakki Cemiyeti kongresi toplamıştır. Bu kongrede bir durum değerlendirmesi yapan Enver Paşa, Sovyetlerin desteğini alarak bir Türk ve Müslüman ordusu kurmak üzere hazırlıklara başlamıştır. Balkanlar’dan kovulan Osmanlı İmparatorluğu’nun eski hükümet başkanı olan Enver Paşa, Anadolu’nun kurtuluşu için hazırlıkların Kafkasya bölgesinde yürütülmeyi plânlamıştır. Anadolu halkı yerine, bu bölgenin Türk ve Müslüman nüfusuna güvenmiştir. Bu düşünce ile Azerbaycan’da yüz bin kişilik bir Türk ve Müslüman ordusu kurmuş, Anadolu’ya girmeyi ve Kurtuluş Savaşı’nı Atatürk’ün elinden alarak, batılı işgal güçlerini eski Osmanlı topraklarından kovmayı düşünmüştür. Avrupa ülkelerinde örgütlenmeğe başlamış olan Turancı akımların desteği ile böylesine bir emperyalist projeyi gündeme getiren Enver Paşa, kongre düzenlediği Batum’dan sonra Azerbaycan’a geçerek ordu kurma hazırlıklarını genişletmiştir.  

Yeniden Bakü’ye geçerek Müslüman Türk ordusu hazırlıklarını burada yürütmeğe çalışan Enver Paşa, istediği sonucu bu ülkede alamayınca bu kez daha doğuya giderek Türkmenistan üzerinden Buhara’ya geçmiştir. Genç Buharalılar Partisi Moskova’nın etkisiyle Sovyet devriminden yana çıkınca, Enver Paşa istediği orduyu Azerbaycan’dan sonra Özbekistan’da kuramaz hale gelmiştir. Bağımsızlıktan yana olan Özbek partisinin lideri olan Zeki Velidi Togan ile bağlantı kurmağa çalışan Enver Paşa, daha sonra silahlı bir birlik ile Afganistan’ın güneyinde Bolşeviklere karşı savaşan Basmacılar hareketine katılmıştır. İstediği destek ve yardımları Moskova yönetiminden alamayınca, Bolşeviklere karşı bağımsızlık savaşı yürüten Türk ve Müslüman Basmacılar isyanına yardımcı olmayı tercih etmiştir. Kısa zaman içerisinde Basmacı hareketin desteği ile Tacikistan’ın başkenti olan Duşanbe kentini ele geçiren Enver Paşa, buradaki Sovyet askeri birliklerini esir almıştır. Kendisini bu bölgede “Seyit Enver” ilân ederek otuz bin kişilik düzensiz ordunun başında Horasan’a doğru yola çıkmıştır. Hive ve Buhara hanlıklarını ele geçiren Enver Paşa, daha sonra Türkistan orduları başkomutanı sıfatı ile Sovyetler Birliğine bir kesin uyarı göndererek, Kızıl ordunun Türkistan topraklarından geri çekilmesini resmen talep etmiştir. Ancak Kafiran bölgesindeki savaşı Türkmen ordusu yitirince Kızıl Ordu birlikleri yeniden Türkistan topraklarını ele geçirmiştir. Sayıca ve silahça çok daha üstün durumda olan Sovyet birlikleri Türkmenistan’dan sonra Tacikistan’a da girince Enver Paşa, Balçuvan bölgesindeki savaşta kesin olarak yenilmiş ve vurularak Kızıl ordu tarafından öldürümüştür. Vurulduğu yere çok yakın olan Çeken köyünde toprağa gömülen Enver Paşa için orada daha sonra bir anıt mezar yapılmıştır. 4 Temmuz I922 tarihinde Tacikistan’da toprağa verilen Enver Paşanın naaşı, Sovyetler Birliğinin dağılmasından hemen sonra I990’lı yılların başlarında İstanbul’a getirilerek kendisi için yeni bir anıt mezar, eski Osmanlı başkentinde yapılmıştır. Böylece son Osmanlı hükümetinin başı olan Enver Paşa’nın, Makedonya’da başlayan ve orta Asya’da sona eren macerasında yeni bir dönem başlamıştır. 

Ön Asya’daki Türk İmparatorluğunu batıran adamın, sonraki aşamada Orta Asya’da Türkistan merkezli yeni bir imparatorluk kurma macerasına kalkışması, üzerinde durulması gereken bir konudur. Balkanlar’dan Çin sınırına kadar tüm Avrasya coğrafyasında devam edip giden büyük Türk ve İslam dünyasının doğu ve batı olarak tarihsel süreç içerisinde ayrılıklar göstermesi nedeniyle, Ön Asya’da sona eren Türk egemenliğinin devamı macerası Orta Asya stepleri üzerinden Çin sınırına kadar dayanabilmiştir. Yenilenlerin savaşa doymaması gibi Enver Paşa’da, Birinci Dünya Bavaşında yenildiği için bir türlü savaşa doygunluk içinde olamamış, sürekli olarak yeni ordular kurarak elinden kaçmış olan Türk imparatorluğunu yeniden kurabilmenin yollarını araştırmıştır. Gürcistan, Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan üzerinden yürütmüş olduğu bu tür çalışmaları doğrultusunda ancak Tacikistan’da sonuç alabilmiştir. Tacikistan üzerinden oluşturduğu askeri gücü Horasan bölgesinin ele geçirilmesi için kullanma aşamasına gelince Sovyetler Birliğinin tepkisi ile karşılaşarak, Kızıl Ordu engelini aşamamıştır. 

Makedonya’dan Orta Asya’ya uzanan bir siyasal çizgi üzerinde sonuç almağa çalışan Enver Paşanın tarih içindeki yerini ve misyonunu iyi değerlendirmek gerekmektedir. Özellikle günümüzde Bosna’dan Kırgızistan’a kadar bir büyük Türk ve Müslüman egemenliği peşinde koşanların yeniden Enver Paşa olgusunu gündeme getirmeleri ve bütün Avrasya kıtasını kapsayacak bir hegemonya düzeni oluşturma plânlarında Enver Paşa çizgisini öne çıkarmaları konusunda Türklerin ve Osmanlı İmparatorluğunun yasal varisi konumunda bulunan Türkiye Cumhuriyetinin söyleyecek birçok sözü olması gerekmektedir.  

Enver Paşa kendi maceracılığı sürecinde bir kuyruklu yıldız olarak tarih sahnesine çıkmış ve kaybolmuştur. Atatürk ise bir gerçekçi önder olarak, bu coğrafyanın tam ortasında orta büyüklükte bağımsız bir Türk devleti kurabilme başarısını göstermiştir. Günümüzde Atatürk kurduğu devlet ile yaşamakta, Enver Paşa ise batırdığı imparatorluk ile tarihin tozlu sayfalarındaki yerini almaktadır. Atatürk’ün kurmuş olduğu Türk devleti nasıl bugün bir gerçek ise, Enver Paşanın batırmış olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda tarihte kalmış eski bir olgudur ve günümüzün gerçekliği ile hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Enver Paşa, Atatürk’ten onbeş yıl kısa olan ömründe birçok tarihsel olay ile karşı karşıya kalmış ve dünyanın çağ değiştirme aşamasında birbiri ardı sıra önemli olaylar ve görevlerle uğraşmıştır. Ne var ki, giriştiği bütün işlerde başarısız kalmış ve hiç bir biçimde istediği sonuçları alamamıştır. Tarihin kırılma noktasında kahraman olma fırsatları teker teker önüne çıkmasına rağmen hiç birisini değerlendirememiş, hepsini boşa harcayarak, Orta Asya steplerinde Kızıl ordu kurşunlarıyla hayata veda etmek zorunda kalmıştır. Dünyanın ortasında bir büyük imparatorluğu yönetme fırsatı eline geçmesine rağmen yanlış adımlar ve girişimler sonucunda hem dünya savaşı kaybedilmiş hem de Türklerin merkezi coğrafyadaki hegemonyasının temsilcisi olan büyük bir imparatorluğun çöküşüne meydan verilmiştir. Türk tarihi açısından affedilmeyecek kadar büyük bir hata, tarih önünde Enver Paşa ve arkadaşları tarafından yapılmış ve onların bu zayıflıkları nedeniyle sonraki dönemde büyük Türk dünyası emperyalizmin baskı ve hegemonyalarına tutsak bir olumsuz duruma düşürülmüştür. Sovyet rejimi tam yetmiş beş yıl bütün Türk dünyasını sosyalist görünümlü bir hapishaneye mahkûm etmiştir. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra içine girilen küreselleşme sürecinde Türk dünyası daha neyin olduğunu anlayamadan bu kez de Amerika Birleşik Devletlerinin bir Avrasya hegemonya plânına alet edilmek istenmektedir. Tam bu aşamada Rus hegemonyasına karşı Amerikan hegemonyası, Enver Paşa imajını Türk ve Müslüman toplulukların yeniden yapılandırılmasında kullanmak istemektedir. Bu nedenle, Amerikaya bağlı olarak çalışan bazı işbirlikçi çevreler Enver Paşa’nın mezarının İstanbul’a taşınmasında öncülük yapmışlar, ABD üzerinden yönetilmekte olan Özbekler Tekkesi aracılığı ile İstanbul üzerinden orta Asya’nın geleceği için Enver Paşa aracılığı ile bir mesaj verilmek istenmiştir. ABD dünya hegemonyasını geliştirerek devam ettirme doğrultusunda, Orta Asya bölgesine Rusya, Çin ya da Hindistan’ın girmesini önlemek istemekte ve bu bölgenin Türk ve Müslüman kimlikli nüfus çoğunluğunu Türkiye üzerinden kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmek amacıyla her türlü girişim öne çıkarılmaktadır. Soğuk savaş döneminden kalma, Türk-Amerikan ittifakı yeni dönemin koşullarında Orta Asya’ya yönelik olarak kullanılmağa çalışılmakta, İstanbul’a yerleşmeğe çalışan ABD, Türkiye üzerinden Ön Asya’da oluşturmağa çalıştığı hegemonya düzenini Orta Asya bölgelerine de taşımak istemektedir. Böylesine bir strateji için en uygun düşen figür, tarihsel olarak Enver Paşa olduğu için, bu eski sadrazamın imajı parlatılarak öne çıkartılmaktadır. Türkiye’deki bütün Amerikancıların Enver Paşa çizgisine yönelmeleri de bu doğrultuda basın ve medya organlarında birbiri ardı sıra sergilenirken Atatürk imajının yıpratılmağa çalışıldığı açıkça belli olmaktadır.  

Duygusallık Yerine Akılcılığı Yeğleyen Atatürk 

Günümüz koşulları açısından geriye doğru bakılırsa ortada, Enver Paşanın batırdığı imparatorluk düzeni ile Atatürk’ün kurmuş olduğu devlet yapılanması görülmektedir. Anadolu halkına hiç güvenmeyen Enver Paşa batı ülkelerindeki Turancı örgütler ve akımların etkisiyle doğunun Türk ülkelerinde örgütlenerek ve büyük bir ordu kurarak yeniden dünyanın merkezi coğrafyasını fethetmeğe yönelmiştir. Atatürk ise, Enver Paşanın bu tür girişimlerini hayalci bularak, Anadolu halkına güvenmiş ve kısa bir süre içerisinde yapmış olduğu hazırlıkları tamamlayarak Samsun’a çıkış ile beraber Anadolu’da bir Ulusal Kurtuluş Savaşı başlatmıştır. Atatürk Samsun’a gitmeden önce, son Osmanlı Meclisinden Misakı Milli kararının çıkmasını beklemiştir. Eski bir devletin bitiş noktasında onun en yetkili organından çıkan karar, yeni dönemde devlet çizgisinin nasıl devam edeceğini ortaya koymuştur. Misakı Milli kararı sonrasında başlatılan Ulusal Kurtuluş Savaşı tamamen Anadolu’nun kendi olanakları çerçevesinde yürütülmüştür. Savaş sırasında Rusya ve Hindistan Müslümanlarının para yardımları olmuş ama bunun dışında dış güçlerle ilişkilere geçilmemiştir. Bağımsızlık savaşı zafer ile sona erince, bu kez de dünyanın yeni dengeleri doğrultusunda bir uluslararası barış konferansı Lozan’da toplanarak, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin resmen devletler hukukuna göre tanınması sağlanmıştır. Bütün bu aşamalarda Atatürk, sınırlar ötesindeki Türk ve Müslüman toplumlarla beraber yeni bir imparatorluk oluşturma peşinde koşmamıştır. Turancılık ya da Pantürkizm, Enver Paşayı hayalciliğe sürüklerken, Mustafa Kemal bu tür sapmalardan uzak durmasını gerçekçi bir biçimde bilmiştir. Tarihi çok iyi inceleyen Atatürk Türk dünyasının doğu ve batı olarak her dönemde ikiye ayrıldığını görmüş ve hiç bir zaman hayalci bir büyük birlik ardında politika yapmamıştır.  

Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisini açış söylevinde açıkça Panturanizm, Pan Türkizm ve Panislamizm akımlarına karşı mesafeli davranılacağını belirterek, hiç bir yoldan emperyal amaçlar peşinde koşulmayacağını açıkça ortaya koymuştur. Böylece o dönemin dev ülkesi olan Sovyetler Birliği ile beraber, diğer bölge ülkeleri ve emperyal güçlere karşı açıkça barıştan yana bir tavır sergilenmiştir. Atatürk yurtta ve dünyada barışı bir ana hedef olarak yeni Türk devletinin izleyeceğini söylerken, o dönemin koşullarında batılı emperyal güçler tarafından kışkırtılarak araziye sürülen Enver Paşa’dan çok farklı bir yolun izleneceğini açıkça ortaya koyuyordu. Atatürk’ün yüz yıl önceki temkinli tutumunun bugünler içinde örnek olması gerektiği açıkça ortadadır. Elindeki bir büyük imparatorluk gücünü yitirmiş olan Türklerin, yeniden Osmanlı İmparatorluğu gibi bir büyük dev siyasal yapılanmayı ortaya çıkarabilmeleri fazla gerçekçi görülmemektedir. Bu doğrultuda Amerikanın, İsrail’in ya da Avrupa’nın Avrasya stratejilerinde Türkiye’nin Truva atı olarak kullanılması gündemdedir. Zaten bu nedenle Amerikancı gayrimüslim çevreler, Türkiye’yi Çin, Rusya ve Hindistan üçgenin de Avrasya coğrafyasında kendi piyonları olarak kullanabilmenin arayışı içindedirler. Türkiye Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği sonrasında karşısına çıkan Avrasya sürecinde iki çizgi arasında kalmıştır. Birinci çizgi Enver Paşa hayalciliği ile Avrasya coğrafyasına, batılı emperyalistlerin öncü gücü olarak dalmaktır. Böylesine olumsuz bir girişim sonucunda, Türkiye, Rusya, Çin ve Hindistan gibi dünyanın yeni büyük güçleri ile karşı karşıya kalacaktır. İkinci çizgi ise, Atatürk’ün izlemiş olduğu gerçekçi yaklaşımdır. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti önce kendi sınırları içinde sağlam ayakta duracaktır. Batılı emperyalistlerin plânları doğrultusunda Türkiye Avrasya’da kendisinin olmayan plânlara sürüklenirse bu kez kendi ülkesini kaybetmek durumunda kalabilir. Atatürk bu gerçeği gördüğü için, Misakı Milli sınırları dışında hiç bir maceraya kalkışmamıştır ama İran ile işbirliğine giderek güney Avrasya hattı üzerinde, Afganistan’ı da içine alan bir bölgesel işbirliği ittifakı olarak Sadabat Paktını gündeme gerçekçi bir biçimde getirebilmiştir. Bu nedenle, bütün dünyanın Avrasya bölgesine yöneldiği bu aşamada, Türkiye Cumhuriyeti Enver Paşa hayalciliği ile emperyalistlerin oyuncağı olmamalı, ama kurucusu Atatürk’ün gerçekçiliği ile Türkiye merkezli bir Avrasya stratejisini komşuları ve akrabaları olan ülkelerle işbirliği içerisinde uygulamaya başlamalıdır.  

        

Önceki ve Sonraki Yazılar